Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Temmuz '20

 
Kategori
Psikoloji
 

Bize Ne Oldu Diye Soranlara

“Kopmuşuz bizler o öz varlık olan manzaradan.
Bahseder gerçi duyanlar bir onulmaz yaradan;
Derler: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük,
Budur âlemde hudutsuz ve hazîn öksüzlük”
Yahya Kemal Beyatlı

 

Son günlerde gözlerinde endişe, yüreğinde darlık olan, sıklıkla “bize ne oldu ?” diye soran ve delirmiş gibi oradan oraya koşup çare arayan insanlarla karşılaşıyorum. İnsanlık sıkıntıda, insanlık arayışta… Ailelerin dağılması, derin derin devlet işleri, akıl sır ermezmiş gibi görünen cinayetler, her an patlamaya hazır birer bomba gibi dolaşan, en yakın komşuları ile didişen insanlar ve devletler, en önemlisi de hepsinin sonucu, belki de sebebi olarak yabancılaşma: Hem kendine, hem kültürüne, hem de yaratıcısına yabancılaşma.. Nereye kadar? İçimizde ve dışımızdaki karmaşa nereye kadar böyle sürüp gidecek? Daha hangi tükenmişliklere, hangi varolamayışlara tanık olmaya devam edeceğiz ve harekete geçmeyeceğiz. ?

 

            Harekete geçmekle kastedilen bir eyleme karışmak, yürümek, karşı saldırılar düzenlemek değil elbette... Harekete geçmekten kastettiğim, kendi içimizdeki canavarları görüp, fark edip, onları dönüştürme ve ışık işlerle kendi özümüze ve başkalarına katkıda bulunmaktan, bu anlamda bir kıyamdan bahsediyorum. Zira insan kalkmazsa kendi kıyamına, gelecektir kıyameti başına.

 

            Nicedir ne televizyon seyrediyorum ne haber okuyorum. İnsanların yüreğine su serpen bir sevgi dizisine,  mutlulukları, güzellikleri haber yapan, hayırları gösteriş olmaksızın aktaran bir kanala maalesef rastlamadım. Konuşmacılar döver gibi bir ses tonu ve üslupla veya telaffuzuna bile dikkat etmedikleri kelimeleri ardı ardına sıralayarak sanki özellikle hiçbir şey anlaşılmamasına özen göstererek hızlı bir şekilde konuşuyorlar. İnsanda sadece bir karışıklık, kalabalık ve çözümsüzlük duygusu bırakıyor. Ben de kendimi dengede tutabilmek için özüme uzak bu tür yayın organlarına kendimi kapatıyorum. Ama bu çevremdeki sorunlara, başkalarının dertlerine, doğanın, yaşadığım toplumun, ülkemin, evrenin gelişimine, huzuruna duyarsız olduğum anlamına gelmiyor. Aksine her bir zerrenin titreşiminden sorumlu olduğumu biliyorum. Bunun için de kendimi dengeleyerek, iç barışımı sağlayarak dışımdaki barışa katkıda bulunmaya çalışıyorum. Kızdıysam bağışlıyorum, kırdıysam af diliyorum, bunları yapamıyorsam artık o kişi veya olay için iyi şeyler düşünmeye veya yapmaya çalışıyorum. Hiçbir şey yapamıyorsam uzak duruyorum.

 

            Anadolu kültürümüzde bir söz vardır: “Dedesi koruk yemiş, torununun dişi kamaşmış” Bu fizikteki kelebek etkisinden başka bir şey değildir. Hiç birimiz birbirimizden ayrı değiliz. Her harekette, her düşüncede, her depremde, her cinayette yahutta her gelişmede, her nurda, her berekette bizim de payımız var. Üstelik bunları düşüncelerimizle, davranışlarımızla nesillere aktarıyoruz. Biz bir farkındalıkla bağışlamayı, bir farkındalıkla kucaklamayı, bir farkındalıkla sevmeyi, bir farkındalıkla vazgeçmeyi başardığımızda bir felaket son bulur. Bunu her farkında olan birey yaşadığında dünya cennet olur. Eşsiz bir müzik ile evren ahengini bulur. İnsanın dünyasını da içini de cennet yapan en önemli olgu insana saygı duymaktan geçer.

 

Bir canlının bana düşünceleri uymuyor diye canını alma hakkını hangi inanç sistemi insana verebilir? Allah tüm yarattıklarına bu kadar bağışlayıcı iken biz hangi iman, hangi inanç sistemi ile hareket ediyoruz?. İnsanî olmayan, sadece nefsi ön plana çıkaran hiçbir inanç sistemi evrensel değildir. Bu ister daha çok mal/gelir elde etmek için olsun, ister şehvet için olsun, ister bilgiyi ortaya dökmek için olsun, ister düşünce farklılıkları için olsun... Amaç, farklılıkları ve kötülükleri büyütmek değil; iyilikleri ve aynılıkları çoğaltmak olmalıdır. Bizim doğamıza en uygun ve yakın olanı budur.

 

     Gelinen noktada kapitalist kültürlerin bize dayattığının sadece mal tüketimi olmadığı anlaşılmış durumda. Değerlerimizi de tüketiyoruz. Kadının ve erkeğin rolleri değişti ve kendi doğalarına yabancılaştı. Kadını hırslı, açgözlü çalışma hayatının içinde çalışmaya zorlamak, onu çocuğundan koparmak, hem ondan aileyi, namusu, mahremiyeti gözetmeksizin faydalanmak hem de ona saygı duymaya çalışmak...Erkeği daha fazla kazanma insiyakine sokmak bunun için de her yolun mübah olduğunu öğretmek, eşine, ekmeğe, aileye, vatana saygıyı unutturmak, kendisiyle aklî, fizikî ve ruhî olarak uyumsuzluğuna yol açacak her türlü zemini hazırlamak, âdeta şizofren haline getirmek, sonra da ondan evin reisliğini beklemek… Çıkarlarımız neyi gerektiriyorsa o yana savrulmak, oradaki davula tokmak olmak sonra da başımıza gelen işlere şaşmak…

 

 

Bizler söyledikleri ile yaptıkları aynı olmayan, üstelik bu farklılıktan bile sürekli dert yanan ama sadece karşımızdakini gören zavallı varlıklar olduk. Ne zaman başkalarından çok kendi hatalarımızla ilgilenir ve onları şifalandıran erdemli insanlar haline gelirsek, bencillik yerine diğergâmlığı seçersek, başkasını kandırmanın kendimizi kandırmaktan öteye gidemeyeceğini öğrenirsek, elimizdekini, beynimizdekini ihtiyacı olanlarla paylaşmadan refaha erişemeyeceğimizi bilirsek ve en önemlisi, bunları sadece bilmez aynı zamanda hayata geçirirsek işte o zaman bize olanları bilir ve değiştirme gücünü kendimizde buluruz.

 

Bu süreç aynı zamanda kendimizi bilme sürecidir. Bu  süreçteki insan, toplu bilinçte yaşamaz. Kendini bilen ve kendi kutsiyetinin farkına varan insan ise hem kendine hem de bütün bilinçli varlıklara ötekileştirmeden saygı duyar. Bu  bilinç onu Rabbini bilmeye götürür.

Dileğimiz bu kapının bizlere açılması, Allah’ın Rahman ve Rahim isimlerinin bizleri kuşatmasıdır…

 


 

 
Toplam blog
: 35
: 155
Kayıt tarihi
: 07.01.14
 
 

Hacettepe Ü. İİBF Yüksek Lisans Ankara Ü. Din Psikolojisi Doktora Araştırmacı- Yazar ..