Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Eylül '09

 
Kategori
Organik Ürünler
 

Bize yalan söylüyorlar -Doğa ile uyum-

Bize yalan söylüyorlar -Doğa ile uyum-
 

“ Basit yaşa ki başkalarına da yer olsun”

Gandhi

Eylül ayı yavaş yavaş kurulduğu başköşesini terk etmeye hazırlanırken, güzün son meyve ve sebzeleri de tüm ihtişamıyla tezgâhlarda yer almaya devam ediyor. Doğanın sonbaharın türlü renkleriyle adeta bize seyirlik bir ziyafet sunduğu bugünlerde tam yitip gitmekte olan Eylül’e bir güzelleme yazısı hazırlığındayken 20 Eylül 2009 tarihli Radikal iki ekinde Sunay Demircan’ın “ Çıkalım Şu Marketten” adlı yazısı tüm planımı alt üst etti. Başka yazılarımı öteleyip bu yazının yazılmasını gerekli kılan “ Çıkalım Şu Marketten” yazısını okumayanlar için biraz özetleyeyim.

Sunay Demircan yazısında markete gittiğimizde tüm albenisiyle bizleri karşılayan domatesin nasıl doğadan kopuk bir ortam da tamamıyla bilgisayar kontrolünde yetiştirildiğinden bahsediyor ve bizlere çarpıcı bilgiler sunuyor. Demircan, yazısının devamında süt diye market raflarında sıralanan ve bizlerin tüketimine sunulan beyaz sıvının içinde artık vitamin ve minarelin yer almadığını söylüyor. Sunay Demircan, bu savını daha da inandırıcı kılmak adına Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden Prof. Dr. Ahmet Aydın’ın sözlerine yer veriyor. Prof. Dr. Ahmet Aydın “ Süt sağlıklı bir içecekken, raf ömrünü uzatmak için pastörizasyon, yüksek ısı uygulaması (UHT) ve homojenizasyonla çok zararlı bir ürün haline getiriliyor. Bu işlemlerle sütün içindeki tüm bakterileri öldürülüyor. Pastörizasyon, sütün vitamin ve mineralle zenginleşmesini engelliyor, sindirim enzimlerini tahrip ediyor, tahrip olan ve sindirilmeyen protein parçacıkları, bağırsaktan kanımıza geçiyor, vücut da bunları düşman olarak algılıyor ve bağışıklık sistemini tahrip ediyor. İnsan vücudu tahrip oluyor ve alerjik hastalıklara, bağışıklık sistemi hastalıklarına, romatizmal hastalıklara neden oluyor. Çocuklarda görülen kronik orta kulak iltihabının altında da süt kullanımı vardır.” Ahmet Aydın’ın bu sözleri bizlerin “paketli süt kullanın” aldatmacası ile nasıl kandırıldığımızı anlatıyor. Doğal olarak herhangi bir işleme tabii tutulmadan günlük olarak üretilen ve tüketimimize sunulan sütleri tüketmenin ne büyük bir nimet olduğu- artık bir hayli gerilerde kalan günler- hatırımıza gelmiyor mu?

Yazımıza ve bizlerin nasıl aldatıldığına devam edelim. Sunay Demircan, süt bahsiyle bizi iyice sersemlettiğinin farkında değilmiş gibi süt veren ineğin son yıllarda bol hormon ve antibiyotikle adeta deri kaplı et parçaları haline getirildiğini ve bu ineklerin daha fazla para kazanma hırsı ile nasıl günde 100 kilo süt verir hale getirildiğini söylüyor. Hayır, yazdığımda bir yanlışlık yok. Yanlış okumadınız tamı tamına 100 kilo süt….

Demircan, yazısında bizleri market raflarında gezdirmeye devam ediyor ve Şili’den getirilen üzümlerin nasıl market raflarında tüm albenisiyle arz-ı endam ettiğini söylüyor. Evet, yanlış duymadınız -Şili nere İstanbul nere diyenleri duyar gibi oluyorum-Ta Şili’den bizlerin tüketmesi için üzümler geliyor ve bu üzümler bunca yolculuğa rağmen günler boyunca aynı güzellikte market rafında sonrasında da evlerimizde bozulmadan kalabiliyor. Bizler ise bu duruma hiç şaşırmadan bu tür ilaç kalıntıları ile dolu ürünleri tüketmeye devam ediyoruz. Sonrasında hiç kendi kendimize şunu sormuyoruz? Bağdan kesildikten sonra birkaç gün içerisinde bozulan yurdum üzümleri yanında ta Şili’den yurdumuza getirilen ve günler boyunca aynı şekilde dayanabilen bu üzümlerin sırrı nedir?

Demircan’ın yazısıyla yolculuğumuza devam edelim. Besinlerin raf ömürlerini uzatmak için içlerine gaz doldurulduğunu belirten yazarımız, bu konuda örnek veriyor: “Kayseri’ye gittiniz, eh dönüşte adettir memlekete biraz mantı götürülür. En ünlü mantıcının önünde durdunuz. Yol uzun ama mantılar vakumlu paketlerde, hiçbir şey olmaz bunlara. “Taaa Amerika’ya gönderiyoruz biz, hiç merak etmeyin” diyor satıcı. Aldınız birkaç paket, doğru evdeki derin dondurucuya. Günün birinde canınız çekti, attınız mantıları kaynar suya. Ama bu nasıl tat? Kıyması mı farklı, ne? Cahillik içinde yüzen okura bir bilgi daha: O, mantının raf ömrü uzasın diye içine konan azot gazının zamanla gıdayı zehirlemesinden kaynaklanan tat. Şimdilerde adlarına “gıda gazı” diyorlar.” Yazarımız derin dondurucuda ya da azot gazı doldurulmuş gıdalardaki tatsız tuzsuzluk halini de bu şekilde bir güzel izah ediyor.

Yazarımız besinlerdeki bozulmaların insanlardaki bozulmalara da yol açtığını belirttiği yazısının devamında bir an önce bu marketlerden çıkmamız lazım diyerek bizlere şu öneri ve uyarı da bulunuyor. “ Çıkın dışarı, “Ben sütçümü, yoğurtçumu istiyorum” deyin. “Eciş bücüş mısırları, yamuk yumuk pembe domatesleri de istiyorum” deyin. “Adını, sanını, derdini tasasını bildiğim manavımı da istiyorum” deyin. Hele bir başlayın istemeye, arkası gelir mutlaka. Benden söylemesi, yoksa yapıştıracaklar barkodu ensenize.”

Sunay Demircan’ın yazısından yola çıktığımız yazıda örneklerimizi hepimiz çoğaltabiliriz. Genetiği değiştirilmiş gıdalar, hormonlar, tohumlar vb…

Bizler, bize sunulanları sorgulamaya başladığımızda meselelerimizin çözümü sürecini de başlatmış olacağız. Hepimiz reklâm tuzaklarıyla sunulan doğal olmayan ve insan sağlığı için oldukça zararlı olan ürünleri tüketmemeye başladığımızda bu gidişata dur demiş olacağız.

Köy yumurtasını, evlerde beslenen kümes tavuklarını hani bir ara kuş gribi tehlikesi var diyerek telef edilen tavukları, katkı maddeleriyle besin değerinden bir hayli uzaklaşmış ekmeği değil de doğal ekmeği- köylerde yapılan tandır ekmeği, gözleme- pekmezi, kuru üzümü, kurutmalık biberleri ve kışın ancak kurutmalık şeklinde ya da doğal olarak saklanmış sebzeleri talep ettiğimiz oranda geleceğimiz adına da doğru işler yapmış olacağız.

Yazımızın başlığında alıntıladığımız Gandhi’nin sözünden hareketle ne kadar basit yaşamaya ve ihtiyacımız kadar tüketmeye çaba sarf eder tüketim çılgınlığına karşı durabilirsek o zaman yaşadığımız bu yeryüzü daha da yaşanılır olacaktır. Her şeyin başı sağlık diyorsak tabiî ki bazı aldatmacalarla bize sağlık diye sunulan fakat içerisinde doğallığı barındırmayan argümanları dışarıda tutarak her şeyin doğalına ve doğa ile uyumlusuna yönelmeliyiz. Çünkü geleceğimiz adına belki de yarın çok geç olacak.

 
Toplam blog
: 46
: 2044
Kayıt tarihi
: 01.07.07
 
 

Edebiyat ilgi alanım... Şiir, kitaplar, denemeler ve lezzet durakları hakkında benim de bir çift ..