Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Ocak '08

 
Kategori
Sosyoloji
 

Bizim "Araf "hallerimiz

Bizim "Araf "hallerimiz
 

"Katlanma hallerimiz"in dost sofrası


Otuz yıl öncesinin Mülkiye Aziz Köklü amfisinde ana rahmine düşen bir süreçtir burada bahsi geçen süreç...

Birkaç ufak tefek safahat akabinde, ters yönde esen güçlü küresel fırtınalar esnasında, adres olarak sürekli sığınaklar gösterilen, ama yüreklerde ve zihinlerde hep direnen bir süreçtir bu süreç...

Al ve saten bir zihnin üzerinde, bembeyaz ay ve yıldızlı, diri ideallerimin yanındayım bu akşam da. Onlarla beraber yatıp onlarla beraber kalkıyorum. Evvel zaman içinde evlatlarıydım onların, şimdi ise babaları. Uzun süredir hem öksüz hem de yetim kalmışlardı. Kıskandırmak istiyoruz onlarla artık aslında moda fikirleri, getirisi yüksek, piyasası olan küresel idealleri...

İyiden iyiye yaklaşan küresel ekonomik kriz ile, belki de öksüz ve yetimlik nöbeti onlara gelir diye, aslında birazcık olsun soluklanan “katlanma hallerim” in atmosferinde tütünü, anasonu ya da şarabı severim. Ezine ve kaşar peynir, ilaveten elma ile ayvanın kardeşliğini de. Çoğu kez de evimde. Uykuya dalmadan önce, ülkemin hallerini çekiyorum içimden “yalın hal”inden “den hali”ne, dua niyetine. Nasıl çekiliyorsa gün boyu kahvehanelerde, duraklarda, yollarda herkesçe, kendi bildiğince ve gücü yettiğince.

Ne tam Avrupa’ydık ne de tam Asya. O yüzden dedik ki bir dönem Avrasya bu, Avrasya!..

Ne tam “Doğu”yuz ne de tam “Batı”. O yüzden arada köprüyüz dedik. Ama üzerimizden neler geçiyor neler, bakmadan!..

Ne tam feodaliz ne de tam modern, atladık hamağına geçici de olsa rahat diye, bu haller post-modern.

Her iki kutbun da kendi içlerinde sağlam, güvenli, insanları zinde, çalışkan ve umutlu tutan bazı halleri lafta ve rafta, gündem de ise “kanaat önderleri” boy boy , ekranlarda.

Bir de baktık ki erdemler sadece hayallerde, çöpler ise etrafta küme küme, öbek öbek.

Diğer tarafta ise, sis ve de pus altında insanlar çaresiz bir arayışta.

Keşke boğaz köprüleriyle bağlamak kadar kolay olsaydı bu kutupları bağlamak ya da medeniyetimizi sımsıkı oturttuktan sonra amacımız olsaydı medeniyetleri buluşturmak.

O destansı mücadele sonrası, kuruluşta 13 milyonduk, ilkokulda 30 olduk, bir ara 60 derken bir de bakmışız yurtdışındaki yurttaşlarımızla 80 milyona dayandık. Ne kadar çoğalsak da sanki dev bir kum saatindeki kum taneleri gibiydik. Her beş denilen, dört yılda bir ters çevriliyorduk seçimlerle sivil, sivil ya genel ya da yerel. Yaklaşık her on yılda bir de başka türlü. Fakat birkaç istisna dışında her çevrilmede kullanılan nedense hep sağ eldi, sağ!..Hem içerden hem de dışardan.Ne alttaydık ne de üstte, biz her seferinde o ortadaki ince yerde tutunmaya çalışanlardık.

Bu durumda biz ne cennetteydik, ne de tam cehennemde, biz hep “Araf halleri”ndeydik Dante'nin.

Kum saatinin orta yeri aslında ince ve derin bir uçurum gibiydi. Sağımıza, solumuza baktığımızda Cemal Süreya’ nın “Uçurumda açan çiçekler” ini gördük ve biz onları sevdik. Ama “...uçurumu seviyorsan kanatların olmalıydı...” bize balmumundan olanlarını verdiler. “İkarus” gibi uçmak isteyenlerimizin çoğu da uçamadı. Biz hep orada kaldık. Ne tepeye cennete, ne aşağıya cehenneme!.. Bizler hep arafda kaldık.

İşte bu yüzden çekerken “memleketin halleri”ni içlice , yalın halden “den” haline, bizler hep bir de “Araf" haline ihtiyaç duyduk.

Bir Hasan Hüseyin şiirinden sıçrayan Cezane Pavaze var ya, şöyle geçer yanılmıyorsam o şiirde;

“Ammada sakızlattık sözü be!..

Paveze de senin olsun, Maronetti de”

Aldık biz de üstada uyup Paveze’yi oradan ve o da dedi ki bize “…Aşk bazı şeylerin karşılıksız değiş tokuşunu içeren derin ve geniş bir süreçtir. Bu süreçte yaşananlar, basit bir gülümsemeden kendini sunmaya kadar geniş bir yelpazeye yayılabilir. Ama hiç kimse aşık kimliğiyle bunlardan birini talep etme hakkına sahip olmamalıdır.Özveriler hep kendiliğinden olmalıdır…”. Ey ülkem!..en çorak dağındaki küçük bir taşına, en yoksul insanının göz nuru uğruna kendimizi sunalım dedik, ama olmadı!..

“Tanrı olmasaydı her şey mubah olurdu” demiş büyük Dostoyevski. Bizler için de bu ülke, bu yurt, bu vatan aşkı olmasa her şey mubah olurdu. Kayıt dışı ve vergisi çokça kaçırılmış para, pul, arsa, borsa, yat, kat ve boğaz kıyısında ya da yurt dışında lüks bir hayat.

O masum ve mahzun duruş için!..

Ama “Araf halleri”nde de durulmasını bilmek lazım. Hiç değilse fırtına geçene dek. İçerdeki kor alevi koruyup dış kabuğu soğuk ve dayanıklı tutmak gerek. Belki de 1932 yılında çekilmiş siyah-beyaz bir Keriman Halis fotoğrafı ile (2002’de çekilmiş renkli bir Azra Balkan fotoğrafı da olabilir) Ülkemi temsilen!..Böylece işgal eder zihnimi dizeler; o sıralı, o yumuşak ve ahenk içindeki dizilişleriyle;

Israrla eskimeyen gençliğim

Ve o hep diri ideallerim

Yaratının dirençli yapı taşları

Ve duygu harcıma katılan

O estetik, o duru gerçeklik

Aşkın bir var oluş ki

Sartre’in tanıklığında

Voltair’li gündoğumlarında

Ya da ılık Mevlana akşamüstlerinde

Zamanın ve mekânın dışına taşan

Ve sıradan gündeliğin kabuğunu çatlatan

Yani bana uygun bir yaşam

Olduğu gibi var sanki sende

O masum ve mahzun çehrende

O masum ve mahzun duruşunda

Ne yapmalıyım şimdi ben?

Teyellerini önce şaraba bandırıp

Sonrasında üstüne tütün sararak

Dilek kipi halinde“Ersin” ken

Artık ermiş olan bu yaşıma

Ve insanlığımın olgunluğuna bakarak

Ve burukluğu içinde

Yeniden güdülenip

Biraz daha, biraz daha

Araf da beklemekten başka

İ.Ersin KABOĞLU

24 / 01 / 2008, Ankara

(*) Bu yazı "Lacivert Öykü ve Şiir Dergisi Yıl:5 Sayı:26 Mart- Nisan 2009", s.120'de yayınlanmıştır.  
 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..