Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ağustos '13

 
Kategori
Güncel
 

Bizim Irkçılığımızdan ne haber?

Bizim Irkçılığımızdan ne haber?
 

Siyahî “ilkel” bir kadının kendisinin rüyasında bile göremeyeceği bir çantaya ulaşabilir olması...


Bilindiği üzere dünyaca ünlü siyahî kadın talk show’cu veya televizyon sohbet programcısı Oprah Winfrey, Zürih’te beğendiği 35 bin dolarlık çantayı alamamış. Anlaşılan o ki, ten rengini beğenmeyen İsviçreli tezgâhtar onun böylesi pahalı olanını almaya maddi gücünün yetmeyeceğine kanaat getirip, çantayı kilitli durduğu dolaptan çıkarmayı ret etmiş. 2 milyar 700 milyon dolarlık servetin sahibi olan ünlü sunucunun çantayı görme ve satın alma konusundaki tüm ısrarları yeterli olmamış. Sonunda, “Duygularınızın incinmesini istemem” diyen tezgâhtara, “Teşekkürler! Muhtemelen haklısınız, ben bunu karşılayamam” cevabıyla karşılık vererek mağazayı terk etmiş.

Olayı duyar duymaz verdiğim ilk tepki, “Tipik İsviçreli!” oldu.

İsviçreliler genelde ülkeleriyle çok övünürler ve İsviçreli olmanın bir ayrıcalık olduğuna inanırlar. Bu konuda bir yere kadar kuşkusuz ki haklıdırlar da. Gerçekten de saat gibi işleyen ve son derece köklü kurumlara sahip olan bir ülkeleri vardır. Disiplin ve çalışkanlık en belirgin özelliklerindendir, refah ve gelişmişlik seviyeleri çok yüksektir. Bu da kendine güvenle birlikte, kendini beğenmişliği de beraberinde getirmektedir. Diğer taraftan da cep saati büyüklüğünde bir ülke olduklarından, yabancı nüfusu gerçek bir tehdit olarak görmektedirler. Her daim güvenli ve rahat yaşam şartları, bir taraftan bencil ve dünyanın geri kalanına karşı empati yoksunu olmalarına diğer taraftan da elindekini kaybetme korkusuna kapılmalarına neden olmaktadır. 

Bu kendini beğenmişlikle kaybetme korkusu arasında gidip gelen duyguları da,  onları yabancılara karşı dünyanın en kapalı ve önyargılı toplumlarından biri haline getirmektedir.

Tabii ki bu her kesim için geçerli değildir, ama genel yaklaşım böyledir.

Orada adeta İsviçreli gibi yetişip de, yüksek eğitim alamayanların ne kadar büyük önyargılarla karşılaştıklarını çok iyi bilirim ve bunlara örneğin Güney Avrupalı Hristiyanlar da dâhildir. Söz konusu olan sadece Müslümanlar değildir. Buna karşın kendinizi başarıyla ispatladığınız zaman da, asla hakkınızı yemezler. Bunu kendi tecrübelerimden iyi bilirim. Fırsatım buldukça, bu konudaki son derece ilginç hikâyelerimi sizlerle paylaşmak isterim.

Böylesine gelişmiş ülkelerin vatandaşları için en büyük hazımsızlık ise, bu kadar gelişmiş olmayan veya olmadıkları düşündükleri ülkelerin kendilerinden daha iyi yetişmiş vatandaşlarıyla karşılaşmaktır. Sanırım İsviçreli tezgâhtarın da yaşadığı tam olarak buydu, siyahî “ilkel” bir kadının kendisinin rüyasında bile göremeyeceği bir çantaya ulaşabilir olmasıydı. Oprah Winfrey nasıl giyinmişti bilemem, ama herhalde ki uyuşturucu satıcısı kılığıyla dolaşmıyordu oralarda. İhtimal zaten pahalı marka bir çanta taşıyordu kolunda. Ancak ırkından ötürü, kendini ondan daha üstün gören “vasat” tezgâhtara onu aşağılama fırsatı vermişti.

Benim hiçbir zaman dış görünümümle ilgili bir ırkçılık sorunum olmadı, İsviçre lehçesi konuştuğumdan, zaten oralı gibi algılanıyordum. Ancak bankaya hesap açmaya gittiğimde, ne vakit ki ülkem sorulduğunda “Türkei” dedim, işte o anda İsviçreli banka memurunun yüzündeki kibar tebessüm dondu. Bir yabancının, hele de Türkiye gibi geri kalmış bir “Arap” ülkesinden geleninin yüksek tahsilli olmasını ve yüksek maaşlı bir işte çalışmasını, yani ondan “üstün” olmasını hazmedemedi. Ama tabii ki donan tebessümü dışında beni Oprah Winfrey örneğinde olduğu gibi aşağılayamadı. Kaldı ki, ünlü sunucu orada şöyle okkalı bir hesap açsaydı, fazlasıyla el üstünde tutulurdu, o ayrı. Para söz konusu olunca, İsviçre bankalarının kimlere ve hangi paralara kucak açtığını bilmeyen yok.

Çantaya gelince, o da ayrı “hoş” bir hikâye. Şöyle ki, kolunuza veya omzuna astığınız bir çantanın fiyatı böylesine yüksek olunca, onu doğal olarak kilit altına almak gerekiyor. Neticede ev veya araba gibi değil, çantayı anında “yürütmek” mümkün. Yani fiyatıyla birlikte ağırlığı ve büyüklüğü artmıyor ya da artsa bile sonuçta kol veya omuzda taşınacak hafifliği aşmıyor, aşamıyor. Böyle olunca da, doğal satın alma ritüelinin dışına çıkıp, kilit altında tutulması gereken yasaklı bir metaya dönüşüyor ve bence tüm alışveriş keyfinin de içine ediyor (bu başka nasıl adlandırılır bilemem).

Diyeceğim, bir eşya veya değer olması gerekenin çok üstünde bir fiyata ulaşınca, kendi kısıtlamasını da beraberinde getiriyor. Kendi anormalliğini doğuruyor.

Ama bunun böyle olması, o eşya veya değerinin alıcısının olmasını engellemiyorsa, bu alım satım tabii ki gücü yeten herkese kayıtsız şartsız açık olmalı.

Ama anlaşılan o ki, hala öyle değil. Ve anlaşılan o ki, hala ten rengi en büyük engel, yanı ait olduğunuzu “değerli” veya “değersiz” ırk. Almanya’da da Boris Becker’in bir zamanlar evli olduğu siyahî eşine, kocasından önce otele döndüğünde, odanın anahtarı bilerek verilmemiş ve kendisi saatlerce lobide bekletilmiş. Boris Becker bu olaydan sonra Almanya’dan ayrılma kararı aldığını söylemişti. Condoleezza Rice’a da gençliğinde bir tezgâhtar, herkesin denediği şapkaları denememesi uyarısında bulunmuş. Obama’nın siyahî genç erkeklerle ilgili konuşması da çok sarsıcı ve ırkçılığın halen, Avrupa’dan çok daha önde olan, Amerika’da bile ne kadar geçerli olduğunun kanıtıydı.

Peki, bizlerin arası ırkçılıkla nasıldır?

Dindarlarımıza göre harika, neticede ilk ezanı okuyan siyahî bir köle olan Hz. Bilal’den başkası değildi. Zaten her konuda bir hoşgörü toplumuyuz, başkası düşünülemez. Ancak buna rağmen dini kaynaklarda ısrarla Peygamber Efendimizin “beyaz tenli” olduğu vurgulama gereği duyuluyor, sanki buğday veya esmer tenli olması onun manevi güzelliğine gölge düşürecekmiş gibi. Hala beyaz tenli yaratılışı bir nevi üstünlük, buna karşın siyahî teni veya çekik gözü ilahi bir ceza olarak görme eğilimi var. Yurdumun insanının zaten oldum olası beyaz ten, mavi göz ve sarı saça özel bir zaafı vardır, hani Hitler bile bu kadarını başaramazdı diye düşünmüyor değilim bazen.

Nice beş vakit namazında mütedeyyin insanımızı bilirim, ekranda siyahî bir şarkıcı veya sanatçı boy gösterince hilkat garibesi görmüş gibi yüzünü buruşturan. Laik kesimimizin de ayrı bir mavi göz sarı saç özlemi vardır, genelde esmerlik eğitimsizlik ve geri kalmışlıkla eşdeğer görülür. Şehirli beyaz tenli elitler, her daim tercih nedenidir. Dizi, reklam ve haberlerdeki kadın örneklerimize bakınca da, İskandinav ırkıyla genetik olmasa bile, görsel olarak derin ve de kopmaz bağlarımız olduğu kesindir. Özellikle de boya sanayinin üzerinden.

Bundan birkaç sene önce bir yaz gecesi Çırağan otelinin önünden geçerken genç Japon veya Çinli bir çift gözüme çarpmıştı. Sade ve spor giyimleri, ellerindeki şehir rehberi ve son derece kibar duruşlarıyla üzerlerinden gerçekten de klâs akıyordu. Ne var ki Ortaköy’de trafiğin sıkışmaya başlamasıyla birlikte, maruz kalmadıkları hakaret kalmadı. Araba camlarından sarkan necip milletimiz elleriyle gözlerini çekik yaparak onlara doğru “çin çen çon” diye seslenip, alayla gülmeyi marifet saydı. Özellikle de kırmızı ışıkta karşıdan karşıya geçmeyi beklerken, her önünden geçen arabadan benzer hakaretler yükseldi. Tabii ki çok kötü oldular, ama hiç renk vermemeye çalıştılar.

Bilmem ki, acaba ülkelerine dönüşte bizim insanımızdan nasıl bahsettiler?

Ya da bizler İsviçreli tezgâhtara kızarken, genel olarak onun ırkçılığına mı bozluyoruz, yoksa turist olarak gittiğimizde nasıl olur da “bizlere” de aynısını yaptıklarına mı?

Bizim AVM’lerdeki burnu büyük markaların burnu büyük tezgâhtarlarından ne haber? Ya da burnu büyük lokantaların burnu büyük garsonlarından? Güler yüzlü sıradan müşteriye yüz vermezken, para saçan görgüsüzlere köle olmaya dünden hazır olan?

Irkçılığın farklı tonlarından muzdarip olmayan neredeyse yoktur.

Oprah Winfrey’e o çantayı layık görmeyenler, emin olun bizde de çoktur.

Zuhal Nakay

 

 
Toplam blog
: 102
: 618
Kayıt tarihi
: 24.08.13
 
 

Mimar / Blog Yazarı ..