Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Mart '08

 
Kategori
Felsefe
 

Bizim Memiş yere düşen aklını arıyor - 2

Bizim Memiş yere düşen aklını arıyor - 2
 

Bizim Memiş, bir gün dedi ki, ya ağabey bu dünyada kim çok akıllıysa, onun aklı hep şeytanlığa çalışıyor. Kim de az akıllıysa o da hep melek olmaya uğraşıyor. Bu dünyada hiç mi insan olmaya çalışan yok dedi.

Ne yapacaksın dedim.

Onlardan birisini, kendime örnek alıp, bende onun gibi yaşamak istiyorum da onun için sormuştum dedi.

Arkasından da bu kadar çok insan var. Bunlar arasında, bu gün bana örnek olabilecek hiç insan örneği yok mu? demişti.

Bende neden olmasın Memiş, istemediğin kadar çok var dedim. Hani dedi. Bende ona her anne baba kendi çocuğuna güzel birer örnektir dedim.

Onun için sen her şeyden önce kendine, kendi ananı babanı örnek al. Dedim. Demesine de daha sözüm bitmeden aman ağabey sen ne yapıyorsun dedi. Yok yok.. Onlar olmaz, dedi. Neden dedim. Çünkü bizleri bu gün bu hale getiren zaten onlar değil mi? dedi.

O an ben de çok şaşırmıştım. Çünkü bu gün yaşayanlar arasından topluma doğru dürüst örnek olabilecek birisini açıkçası bende bilmiyordum.

Onun için hemen, daha o uyanmadan, tez davranıp, madem öyle. O zaman sen kendine, Hz. Muhammed’i örnek al, dedim. Daha lafım biter bitmez, yok yok... abi, O, da olmaz, dedi.

Neden dedim. Çünkü onu görmüyorum ki, kendime örnek alayım dedi. Bende onu görmen gerekmez. Onun yaptıklarını yapman yeterli dedim.

O zaman da ağabey ben Okuyup yazma bilmiyorum. Cahil adamın biriyim. Birkaç bilen arkadaşım var. Onlarda okumayı sevmiyorlar. Onun için bizler hayatı yaşarken ciddiye almıyoruz. Onun içinde hiçbir şeyi düşünüp dert etmeden yaşayıp gidiyoruz.

Ya ağabey hani sen bana güzel bir insanın canlı örneğini gösterecektin dedi. Cehaletimden her zaman ben her şeyi bilirim diye övünürdüm. O anda Memiş tarafından iyice köşeye sıkıştırıldığımdan kaçacak yerim kalmamıştı.

Bir ara, kendimi söyleyip kurtulayım diyecektim ki, birden yutkundum. Aklıma onca yediğim halt, onca pislik geldi. Bunları benden gayri bilen yoktu, ama vicdanım rahat değildi. Utancım yüzüme vurmadan, Ben de suskundum.

Daha sonra dedi ki, ağabey insan kendini, kendi gibi olanlara daha yakın hisseder. Onlara benzeyip onlar gibi yaşamak ister. İşte bu yüzden okuma alışkanlığım hiç olmadı. demişti.

Peki ne olacak şimdi senin halin dedim. O da, ne olmuş ki halime abi, böyle gelmiş böyle gider dedi.

Arkasından da, Hani eskiden tenekelerle su taşıyan eşekler varmış ya! Sahibi olmayınca suya boş gider, boş gelirlermiş. Bizlerde tıpkı onlar gibi boş gelip boş gideceğiz. Ama bazen de boş olduğumuzu gören uyanıklar olursa, onlarda çevirip üstümüze binerler dedi.

Peki senin güzel yaşamak için hiçbir gayretin, hiç bir çaban olmayacak mı? dedim. Ve ekledim. Allah sana akıl vermiş. Onu ne yapıyorsun. Dedim.

O da neymiş ağabey. Bu akıl dediğin şey yenir mi, içilir mi, bu yaşıma gelinceye kadar hala hiç yiyip içmedim onun için tatlı mı, acı mı hiç bilmem dedi. Ve ekledi, yalnız bir kere daha adını duymuştum her halde, o nasıl bir şeydi, ağabey.

Ben de ona o (akıl), ihtiyacın olduğu zaman çalışır. Seni varıp ulaşmak istediğin her yere, her şeyden önce çabuk ve sağlıklı bir şekilde götürüp getirir, demiştim. Tıpkı ihtiyacın olduğunda çalıştırıp kullandığın araba gibi bir şey deyip devam etmiştim. Akıl kafada, çalıştırıp kullanmadığın zaman evinin altındaki kapalı otoparka çekilmiş bir araba gibi boş durur demiştim.

Peki ağabey akıl dediğin şeyi sen hiç kullandın mı? Kullanmak için ehliyet falan gibi bir şey de gerekli mi? Bu güne kadar sen kullanıp ta hiç faydasını gördüğün oldu mu? Sen gördünse ben de senden öğrenip kullanayım be abi. Belki, faydasını ben de görürüm demişti.

O kadar işten konuşuyordu ki, onun o saflığı karşısında şaşkına dönmüştüm. Yine de Allah’a şükretmekten kendimi alıkoyamadım. Çünkü iyi ki, bu kadar çok saf insanın bir arada yaşadığı bir memlekette, hiç olmazsa her şeyimiz yarım yamalak ta olsa bu güne kadar iyi kötü sağlıklı kalıp yaşamayı başarmıştık diye düşünüp sevinirken sanki asırlar önce bir kıyıya atılmış, adeta orada paslanıp kalmış bir metal yığınına dönmüştüm. Kabus gibi üzerime çöken bu sözlerden oluşan kara cehalet içindeki sis dumanı karşısında benden de umut kesilmiş gibiydi.

Bu umutsuzluk içinde derin bir düşünceye dalmıştım ki, Memiş’in, Gözünün yağını fener yapayım. Ne olur anlat bana, şu akıl işini, dediğini yıllarca kapalı kalmış bir esirin yalvarışı gibi algılıyordu kulaklarım. Sesteki titreyiş ve ürkeklik umutsuz bir adamın adeta yalvarışı gibiydi. Onun bu içten attığı bu cılız çığlığı zor duyup zor algılamıştım.

Onun için ben de ona Allah’ın tüm insanlığa bir lütuf olarak vermiş olduğu aklı, sen hiç kullanmadığın için demokrasilerde benim de kullanmamın hiçbir yararının olmayacağını söylemiştim…

 
Toplam blog
: 322
: 1004
Kayıt tarihi
: 08.03.08
 
 

1953 Elbistan doğumluyum. Lise mezunuyum. Kamuda çalışıyorum. Evliyim ve iki çocuk babasıyım. Ken..