Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Aralık '07

 
Kategori
Güncel
 

Bizim piyanist; vurun Fazıl Say'a

Bizim piyanist; vurun Fazıl Say'a
 

“Ortaçağ karanlığı, bütün aydınlarımız gibi beni de kaygılandırıyor. En çok da gelecek kuşaklar için kaygılanıyoruz. Eğer, günün birinde karanlık güçler cumhuriyetimize ve ulusal değerlere hayat hakkı tanımazsa, onlara teslim olacak değiliz.”

Benim yüreğime bu sözlerle yerleşti artık, değerli Fazıl Say.

Aslında bu yazıyı sıcağı sıcağına yazmak istememe rağmen, bir sürpriz yapıp Fazıl Say’ın menajeri sevgili Kadir Dursun’dan, ilk ağızdan bir şeyler yazmak istedim. Ancak İstanbul’da olduğu bilgisini aldım bürosundan, görüşemedim.

Yaklaşık bir haftadır Fazıl Say’ı tartışıyoruz. Hem sözlerini, hem sanatını...

Neler söylediğini tekrar sıralamıyorum, hemen herkes biliyor.

Sözlerini neyse de, sanatını tartışmak abesten de öte!..

Milli Eğitim Bakanlığı’da hakkında 5.000 YTL lık tazminat davası açacakmış:

MEB’den yapılan açıklamaya göre; "piyanist Fazıl Say'ın "Son dönemde müzik ve resim derslerinin kaldırılması gündemde" şeklindeki iddialarının Milli Eğitim Bakanlığı’nı zan altında bıraktığı belirtilirken, Say hakkında 5 bin YTL’lik manevi tazminat davası açılacağı bildirildi."

Açıklamanın bir bölümünde de “İddialar afaki ve mesnetsizdir” deniliyor!

Bakanlığın açıklamalarına da komedi mi desem, dram mı desem bilmiyorum!

Ülkemizde sanki, her ‘afaki ve mesnetsiz iddiada bulunan’ için dava açılıyor!.. Oysa Eğitim-Sen 8 no.lu şubenin açıklamaları Say’ın iddialarının haklılığını ortaya koymakta. (Hürriyet Gazetesi)

Bir yıldırma politikası, bir baskı unsuru dava açmak!...

Ya da suç bastırma aracı...haksızlığı gizleme duygusunun dışa vurumu!

..................

Basında bu konu çok yazıldı. Özellikle yurtseverliği ile kuşku duyanlarımız için mini bir derleme yaptım. Yazılar uzun olduğu için de link verdim.

Tufan Türenç ve Güneri Civaoğlu konuya vakıf önemli gazetecilerimiz.

CanDündar da konunun ‘taraf’ı, o gözle yazmış yazısını, onun da linkini veriyorum: http://www.milliyet.com/2007/12/17/yazar/dundar.html

Tufan Türenç:

Ünlü piyanistin ülkesini ne kadar sevdiğini biliyordum.

Sırf "ay yıldızlı" pasaportla dolaşabilmek için sürekli vize işkencesine katlanıyordu.

Oysa dünyada birçok ülke kendisine pasaport vermek için sıraya girmişti.

"Hiçbirinin teklifini kabul etmedim. Ben Türk’üm, konserlerim için Türk pasaportuyla dünyayı dolaşmak istiyorum" demişti.

Ülkeyi yönetenler bilsinler ki, hepsi gelip geçecek ve hepsi unutulacak.

Ama Fazıl Say’lar dünya var oldukça yaşayacak. (Hürriyet Gazetesi)

Oktay Ekşi

Bu sözler, sadece Fazıl Say’ın değil, ülkemizin giderek daha koyu bir ortaçağ zihniyeti karanlığına yuvarlandığını gören her insanımızın endişesini yansıtıyor. (Hürriyet Gazetesi)

Ertuğrul Özkök

Bu ülkenin kendine liberal diyebilen aydınları, Fazıl Say ülkesinin askerine küfretmedi, "Türban serbest bırakılmalı", "Türkler 30 bin Kürt’ü kesti", "Türkler soykırım yaptı" demedi diye, onun bu endişelerini, korkularını, duygularını görmezlikten gelmemelidirler.

Hepimiz böyle bir turnusol sınavından geçiyoruz.

Çünkü korkular artık, hepimizin en kuvvetli ideolojisi olan "hayat tarzına" dayanmıştır. (Hüriyet Gazetesi)

Güneri Civaoğlu

Böyle giderse kızını da alıp başka bir ülkeye yerleşebileceğini" söyler.
Ama... Planlanmış bir kararın söylemi değildir.
Bu sadece pek çok kişinin bunaldığında verdiği "Çeker giderim" tepkisidir.
Çevrenizde bu söylemi kim bilir kaç kez duyuyorsunuz.
Anadolu'yu dolaşarak konserler veren... Çocuk yaştaki yetenekleri bularak onları yetiştiren ve piyanoyla seviştiren... Çocuklarla piyano başında oyun oynayarak onlara bu müziği sevdirmeye uğraşan... Festival biletleri pahalı olduğu için gelemeyenlere büyük kent varoşlarında halk konserleri veren... Acılı Sivas'ta da çalan, Âşık Veysel'in köyünde de çalan odur.

Dâhiler biraz delidir
Peki gene de "giderim" söylemi olmalı mıydı? Fazıl Say'ı daha Türkiye'de isim yapmadan önceki yıllarda tanıdığım için tabiatı hakkında bir fikrim olduğunu söyleyebilirim.
Her dâhi, biraz delidir.
Esini olan sanatçı esereklidir. Naziktir, saygılıdır ama değer yargılarında sivri dillidir.
Lafını sakınmaz. Konserinde çalan cep telefonu üzerine piyanoya ara verip söylediklerini anımsayınız. Sıradan bir adam olsaydı, zaten Fazıl Say olmazdı. http://www.milliyet.com.tr/2007/12/15/yazar/civaoglu.html


...............

Bir de anne Say’ın basına yazdığı mektup vardı. Mutlaka görmüş, okumuşsunuzdur. Ama kayıda geçmek için de olsa, bu blogda bulunmasının yararlı olacağını düşündüm.

FAZIL SAY ATATÜRK'ÜN DÜNYAYA HEDİYESİ-Gürgün Say

<ı>Fazıl Say ne zaman gündeme gelse telefonlarım arka arkaya çalar. Yakın uzak çevremden ya da basından ararlar. Fazıl Say'ı yetiştirip, dünyaya hediye ettiğimi söyleyerek beni kutlarlar. Böyle sözleri yüzlerce değil binlerce defa duydum. Bu sözlerden anne olarak gurur duyuyorum ama ikna olmadan. <ı>

<ı>

Çünkü düşünüyorum da, Atatürk kurtuluş savaşından hemen sonra ülkede taş üstünde taş yokken, konservatuarı kurmasaydı, burada ders verecek hocaların Avrupa da yetişmesini sağlamasaydı. Bir Türk konservatuarında Türk hocalar tarafından yetiştirilen yetenekli öğrencilere çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmayı hedef olarak göstermeseydi, bugün bir Fazıl Say'ımız olamazdı. Bu nedenle Fazıl Say söylendiği gibi benim değil, Atatürk'ün dünyaya bir hediyesidir.

<ı>Çağdaşlığı sembolize eden klasik müzik sanatçıları ülkelerinin tanıtımında büyük rol oynuyorlar. Örneğin Fazıl Say, Avrupa, Amerika, Asya ve Afrika ülkelerinde yılda ortalama 150-200 konser veriyor. Bu konserlerde Türkiye'nin aydınlık yüzünü temsil ediyor. Bir Türk sanatçısı olarak dakikalarca ayakta alkışlanıyor, övgüler, <ı>ödüller, madalyalar alıyor... Bu yolla ülkesine çağdaş dünyada saygınlık kazandırıyor. Böylesi bir saygınlığı ve hayranlığı, siyasetçilerimiz, futbol takımlarımız veya milyonlarca dolar harcayarak hazırlanan tanıtım programlarımız ile elde etmek mümkün değil. <ı>

<ı>

<ı>Çağdaş ülkeler bu özellikteki sanatçılarına teşekkür olarak, onların heykellerini, büstlerini yaptırıyor, caddelere sokaklara adlarını veriyorlar. Oturdukları evleri, cafeleri müze haline getiriyorlar. Finlandiya'ya gidenler bilir. Her tarafta Sibelius vardır. Ülkede gezerken Finlandiyalıların bu sanatçılarına ne kadar müteşekkir olduklarını hissedersiniz. <ı>

<ı>

<ı>Norveç'in yegâne ünlü sanatçısı Grieg için de durum aynı. Norveçli bir arkadaşıma "Grieg'e bu kadar saygı neden?" diye sormuştum. "Krallar ve başbakanlar ölüp gidiyor, Greig öleli 100 yıl oldu ama hala eserleri bütün dünyada çalınıyor, hala ülkemize saygınlık kazandırıyor" demişti. <ı>

<ı>

<ı>Çağdaş dünyada durum böyleyken Fazıl Say'a son günlerde yüzlerce kişiden gelen, tepki olarak yazılan sözde yorumlara, AKP siyasetçilerinin uluorta konuşmalarına bakıyorum da, utanıyorum. Ülkemizin yetiştirdiği değerlerin kıymetini bilmemek ne kadar ayıp. Biz sanatçımıza olmayacak tutumlar sergilerken, başka ülkelerin kıymetini bilmesi ne kadar acı. <ı>

<ı>

<ı>Aslında Fazıl Say "bakanların eşleri türbanlı, dışlanıyoruz, ülkeyi terkederim" diyerek dünyanın gözünde AKP hükümetinin çağdaşlık notunu düşürmüş. Dünyanın dikkatini AKP'nin ortaçağ karanlığına yönelik siyaseti üzerine çekmiş. Bu nedenle türbandan beslenen siyasetçilerimizin karizmaları epeyce çizilmiş olmalı ki, ağzı olandan tutun da, Kültür Bakanına kadar herkes konuşmuş. <ı>

<ı>

<ı>Bu da bir çeşit mücadele şekli bence... Örneğin Sayın Orhan Bursalı Cumhuriyet Gazetesindeki köşesinde " <ı>Fazıl Say dünya basınına yaptığı bu açıklamalarla, dünyanın dikkatlerini Türkiye'deki yönetime, siyaset anlayışına, uygulamalarına çekiyor! Onları bir başka açıdan ülkeye bakmaya çağırıyor! " <ı>diye yazıyor. <ı>

<ı>Gerçekten öyle. Mücadele sadece Türkiye'de oturmakla olmaz ki.. Fazıl Say dünyanın her yerinden sesini yükseltebilir, mücadelesini sürdürebilir. <ı>

<ı>

<ı>Kaldı ki, tanıdığım kadarıyla oğlum, kastedilen anlamda Türkiye'yi terketmez. AKP Hükümetinin ortaçağ ve türban sevdası nedeniyle, Ülkesinden soğumaz. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın. Kendi adıma, yaşamı boyunca, her zaman olduğu gibi, olabildiğince uzun sürelerde Türkiye'de bulunmaya çalışacağına inanıyorum. Aksi olsaydı, Türkiye'yi terk ediyor, onu daha az görebileceğim diye en çok üzülen ben olurdum. <ı>

<ı>

2001 yılında klasik müziği okullara taşımak, çağdaş müziği Anadolu'da yaygınlaştırmak, kendisi gibi yetenekli çocukların yetişmesine katkıda bulunmak gibi projelerle ve ümitlerle Amerika'daki evini satıp, Türkiye'ye gelmişti. Ne yazık ki, bu çalışmaları yapabilecek ortamı bulamadı. Tersine Okullardaki müzik derslerinde ilahi okutulacak bir anlayışla karşılaştı. Bence daha verimli olacağı bir ortama gitmeyi düşünmeye hakkı var. Çağdaşlığın simgesi haline gelmiş bir aydın olarak, ülkesindeki çağdışı gidişatlara tepki göstermesi de doğal.

<ı>Fazıl Say bugüne kadar devletten maddi-manevi hiçbir destek almadı. Hiçbir talepte de bulunmadı. Kendisinin kırmızı pasaport talebi de olmadı. 16 yıl yurt dışında yaşadı. Yurt dışında yaşayan bütün vatandaşlarımız çifte vatandaşlık elde etmeye çalıştı. Fazıl Say, özellikle genç yaşlarında iken sabahın 3 den itibaren, yağmur altında, kar soğuğunda visa kuyruklarında bekledi. Gümrüklerden geçerken sinir krizleri geçirdi. Yinede başka bir ülkeden çifte vatandaşlık almadı. <ı>

<ı>

<ı>Halen, 19 yıl süren vize sıkıntılarına alışmış olarak Türk kimliğiyle seyahat ediyor, Türk kimliğiyle konserler veriyor, ödüller, madalyalar alıyor, fahri unvanlar elde ediyor. Böylece dünya müzik repertuarlarına Türk adını yazdırıyor. Yine de Fazıl Say için pasaportun rengi önemli değil. Üzerinde ay-yıldız olsun yeter. <ı>

<ı>

<ı>Yabancı basına verdiği bu demeçlerden dolayı oğlumu kutluyor, ülkenin çağdaşlaşması adına ona sahip çıkan tüm aydınlarımıza, basın mensuplarımıza teşekkür ediyorum.

..................


Emre Kongar, Cumhuriyet'te 17.12.2007 de yazdığı yazısında bir başka ilginçliğe dikkat çekmiş. Başbakan R.Tayyip Erdoğan'ın uçaklı seyahatlerinin en önemli gazeteci konuğu! Vakit'ten Hasan Karakaya. Onun 21 Eylül 2006 günkü yazısına dikkat çekmiş Kongar hoca.
"...'Başını örtecek!' ama televizyon ekranlarına çıkıp şakır şakır 'göbek' atacak. 'Tesettüre bürünecek' ama, bilmem hangi şarkıcının konserine gidip, 'ona sarılmaya' çalışacak. 'Başını örtecek' ama, 'çıktığı erkek'le sokaklarda/parklarda 'el ele' tutuşup sigara tüttürecek!... Yok öyle yağma!.. 'Ya yaşantını' gözden geçireceksin! ya da yüklendiğin 'misyon' dan sıyrılacaksın!.."


Yine Emre Kongar, Mehmet Barlas'la sundukları NTV deki programda, "Fazıl Say haklıdır. Terketme babında değil, mücadele babında. Cesaretini de kutluyorum." dedi.

Aynı programda Mehmet Barlas, "Fazıl'ın hakkı var elbet. Hrant Dink keşke önce farkedip söylese de, Türkiye'yi terkedip, ölmeseydi. M. Akif, ömrünün bir kısmını Mısır'da geçirdi. Nazım terketmişti...Onu anlamaya çalışmak gerekir." diyordu.

..............


Çetelere teslim edilen adalet sisteminden utanmadık!..

Tarikatlara teslim ettiğimiz Milli Eğitimimizden hiçbir üzüntü duymadık!..

Katillerin görüntüleri uluslararası arenada yayınlanırken utanıp, sıkılmadık, üstelik ‘gurur duyduk!’

Koskoca bir ülkenin yer altı ve yer üstü zenginlikleri yağmalanırken seyretmekten utanmadık.

Aydınlarını yakan ya da hapislerde çürüten bir ülkenin yurttaşı olmak bizi utandırmazken...

Bir dünya yurttaşı sanatçımızın söylediklerinden utananlarımız oldu...

Garip bir çelişki değil mi?

Şu sözcükleri sanki sanatçımızla birlikte telaffuz ediyoruz:

“Eğer, günün birinde karanlık güçler cumhuriyetimize ve ulusal değerlere hayat hakkı tanımazsa, onlara teslim olacak değiliz.”

Foto: milliyet.com.tr

 
Toplam blog
: 355
: 1099
Kayıt tarihi
: 16.05.07
 
 

1960 Ankara doğumlu bir Çankırılıyım. İşimin burada olması nedeniyle, Antalya'da yaşamaktayım. Ti..