Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Ağustos '13

 
Kategori
Söyleşi
 

Bizim sesimiz sivrisinek vızıltısıdır

Bizim sesimiz sivrisinek vızıltısıdır
 

sivrisinek


“Eşeğini düşman, vergisini de sultan alıp gittikten sonra o memleketin tacında, tahtında ikbal kalır mı?”
SADİ
Yazı dosyamı düzenlerken aşağıdaki yazı gözlerime dokundu. 2009 senesinde sitemiz yazarlarından Şaban Aktaş’a mektup yazarak içimi bir güzel dökmüşüm.
Şimdi yıl 2013…Aradan tam beş sene geçmiş. Acaba ne değişti?
Okuyalım mı?
E.P
***
Değerli Şairim Aktaş;
Siz gerçekten tam bir Cumhuriyet ve Atatürk’ün evladısınız.
Duyarlı yüreğinize sevgi ve saygılarımı yolluyorum.
Yazılarınızı okurken hem bilgileniyorum hem de öfkelerim kabarıyor.
Önceden başımıza bir dert konsa, bir sıkıntımız olsa, muhatabımız dışa vurduğumuz DÜNYA olurdu.
“Adaletin bu mu dünya, kimine kavun kimine de kelek yedirdin…” diye hayıflanırdık.
İçimizi belki böyle dökerdik.
Ya şimdi?
Ya şimdi kime dökelim?
Döktüğün an “yürü içeri”
İngiltere’nin Özgürlük Park’ı değil ki, burası Türkiye…
Adamı yakalarlar ve yaka paça, der dest edip hadi buyur Sağmacılar Ceza Evi’ne…
Ah, unutmuşum o hapishane restore edilecekti, mahkûmlar dağıtılmıştı, Kartal, Pendik, Silivri, İmralı…
İmralı, dedim de aklıma orada tek başına konaklayan bir cani geldi. Cani’nin canı sıkılmıştır. Sohbet edeceği ve hayallerini kurduğu ülkeyi nasıl kuracağına dair, en fanatik katilleri yanına taşınıyor… Volta arkadaşları.
Alnındaki üç yağ bezesi için panikleyen bebek katili beş yıldızlı otellerden daha rahat ettiği kesin. Öyle ya, bizim demokrasi fanatiklerimiz, ilim ve bilim adamlarımız doktorun ayağına gidiyorlar, sağlam girip beyin kanaması veya kanser olarak komada hastanelere…
Bu bebek katilinin alnındaki üç sivilceye doktorlar koşa koşa gidiyorlar. “Aman iyi bakın besleyin Hansel’i, semizlensin…”Birilerinin midesine oturacak nasıl olsa, gün gelecek. Hayalleri gerçek oluyor ya…
Bu yüzden korkuyoruz ve konuşmuyoruz, konuşup fikir ve düşüncemiz yüzünden, yargının kefesine konmak, insanın içini üşütüyor…
Çünkü
“Yer misin, yemez misin, hesabı, içeri giren de sağ mı çıkıyor?”
Çıkan ise sedyede ve komadan çıkamıyor…
Dün bir arkadaşla söyleştiğimizde gözlerim yerinden çıkacakmış gibi açıldı.
Azerbaycan’da tam üç yıl kalmış.
Ama nasıl kalmış?
REHİN KALMIŞ…
Bana şunu söyledi.
-”Azerbaycan’da yasalar uygulanmıyor, paran varsa hâkim de sensin, polis de sensin, kuvvet de sensin”
Dedim ki?
-”Orada adalet mekanizması nasıl işler?”
Yanıtı ilginç ve şaşırtıcı oldu:
-”Adalet mi, Hah hah… Hâkim sorar kaç para alacağın var? Diye… Sen yanıtlarsın, 10 bin dolar alacaklıyım. Sonra da, Sanığa sorar hâkim bu kez. Sen bana kaç dolar verebilirsin? Diye… Sanık da ‘Hâkim Bey, üzerimde 2 bin dolar var. Yeter mi?’ Sonra Hâkim sana döner ve sorar. ‘Sanık bana 2 bin veriyor sen kaç verebilirsin?’ Ben haklıyım, alacaklı benim, mahkemeye suç duyurusunda ben bulunmuşum, ama hâkim resmen ve alenen rüşvet ister, Hâkime derim ki, ‘Hâkim Bey, bu adamdan alayım size ben veririm, şimdi üzerimde yok’ ama o sanık hemen dolarları verir ve özgür kalır. Sonra da hâkime der ki ‘Ben bu adamdan davacıyım’ Hâkim de beni atar, içeri. Bir süre içeride kalır, aç ve sefalet içinde perişan olursun, daha sonra da gardiyana yalvarırsın, çıkmak için ‘Ne kadarsa, kefalet parası öderim, yeter ki buradan kurtulayım’ diye. Sonra cebinde ne varsa ödersin ve öyle çıkarsın. İşte Azerbaycan hukuk siste mi?”
Nutkum tutulmuştu. Olduğum yerde mıhlandım, sanki…
Üst üste sesli düşüncelerimi soru halinde ifade ettim:
Var mı böyle adalet ya?
-”Var, Azerbaycan”
Dünyanın neresinde kalmış o devlet?
-”Türkiye’nin kuzeyinde”
Hani bizim yasalarımızı örnek alıp, Atatürk ilkelerine sahip bir devletti?
“Siz öyle sanın, onlar göstermelik, orası tam bir mafya ülkesi, sistem paran varsa, kuvvet sensin hesabı yapıyor…”
Peki, polisi de mi öyle?
-”Polisi de, hepsi diyorum, anlamadınız mı?
Sistemi yönetenlere versin dilekçe?
-”Ha ha, asıl onlar rüşveti alıyor…”
Onların milletvekilleri yok mu?
-”Var, Karabağ bizim olsun Türkiye o zaman dostumuzdur, diyor, sevmiyorlar bizi…”
Demokratik bir ülke değil mi?
Arkadaşımın eşi Ahmet Bey, acı bir gülüşle sesini yükseltti:
-”Ne demokrasi var ne Cumhuriyet, az önce dedim ya mafyalaşmış bir sistem hâkim…”
“Sen ne diyorsun Emine Hanım, polise ver 500 dolar, hele ki hâkime verdin mi, mahkemeye çıkmadan 2-3 bin dolar özgürsün. Ama eğer sanık verilenden daha fazla vermişse sen yine içerdesin ha… Hepsi öyle… Milletvekilleri de öyle… Ben orada rehin kaldım, Hyundai son model aracım orada şimdi, onu da satayım, borçlarımı ödeyim, özgürüm, gözünü seveyim Türkiye’nin…
Hiç olmazsa burada hukuk var, adalet kör topal da olsa doğru işliyor. Er geç suçlu cezasını çekiyor…”
Ah, Aktaş Şairim Ahh!
Gördün mü, çekenleri?
Beterin de beteri varmış…
Biz ne güzel ülkeymişiz de haberimiz mi yokmuş?
Arkadaşıma, anlatsaydım…
Türkiye sen gittin gideli çok değişti…
Bıraktığın yerde o Türkiye’yi bulamazsın mı, deseydim. Onun hayallerini al aşağıya edecektim.
Arkadaşımın eşi Ahmet Bey bir elektrik mühendisi ve çalışmak için gittiği Riyad’da yedi sene kalmış… Üç sene de Azerbaycan’da… Türkiye’den bihaber…
Aklıma bir “fıkra” gibi yaşamsal anı geldi.
“Bir mafya lideri, namus için adam öldürür ve idamla yargılanır. Yasalar idamı kaldırır cezası muhabbete çevrilir. Ecevit hükümeti bir “af” çıkartır ve eline özgürlük belgesi verilir. Koğuş arkadaşları yatağını vermek isterler. O ise;
-Yoo, yatağım kalsın, nasıl olsa bir hafta sonra yine geleceğim. Dışarıda bir şerefsiz kaldı, onu temizleyip geleceğim…”
İki gün olmaz o mafya lideri geri gelir ve yatağını toplar. Sorarlar koğuş arkadaşları;
-”Ağam, ne iştir, temizledin mi, o şerefsizi?” diye…
O çok manidar bir söz eder.
-”Dışarıda ben bir ‘şerefsiz’ var sandım dı, ama çoğalmışlar. Düşündüm ki, Allah bu dünyaya 128 peygamber 300 den fazla evliya göndermiş, düzelmemiş insanoğlu. Ben mi düzelteceğim lan, bu dünyanın adaletini?”
Eyy, Aktaş’ım, Can Şairim,
Sen yaşadıkça,
Ben yaşadıkça,
Bizler yaşadıkça,
Bu kalem susmaz.
Tıpkı Cahit Sıtkı Tarancı’nın susmadığı gibi…
“…Yalnız kendi başın mı dertli sanırsın,
Gölgesi yeryüzünde avare insan?
Taş da istemezdi yosun tuttuğunu;
Solmakta her çiçek kokusu uçunca.
Tasadır ağaca rüzgârda yaprağı;
Her kuş yanar az çok ölen yavrusuna;
Sivrisinek de halinden memnun değil;
Vızıltısı şikâyet makamındadır.”
Barolar odası mı, avukatlar yuvası mı, adaletin beşiği mi, Anayasa Mahkemeleri mi? İnşallah “Azerbaycan adaleti” gibi de değildir…
Şimdi kalemlerimiz ağlar, ağlatacaktır, çünkü haksızlıklar çoktur, hüzün akmaktadır yüreklerden. Ama gün gelecek gülecek ve güldürecektir…
Şimdi soruyorum kendi kendime, Türkiye’de adalet nasıl?
Bir söz yinelerim hani sık sık, anımsarsanız?
Kim söylemiş unuttum söyleyeni, ama buna benzer sözleri genelde Uzakdoğu bilgesi ve devlet adamı Confiçyüs söyler.
“Adaletin küçüldüğü ülkelerde artık büyük olan suçlulardır…”
Paylaşımlarınız ile yalnız olmadığımızın ve varlığımızın bir kanıtıdır… Gerçi;
BİZİM SESİMİZ SİVRİSİNEK VIZILTISIDIR, amma biz yine de…
Umuda, yarınlarımıza ve güzel düşlerimize kurşun sıkmayalım…
Sonsuz teşekkürler şairim…
Sevgi ve ışıkla.
Emine Pişiren/Bursa
 

 
Toplam blog
: 141
: 1282
Kayıt tarihi
: 02.11.08
 
 

Kayseri- Develi doğumluyum. İlk- orta- lise ve üniversiteyi istanbul'da bitirdim. Kültür Bakanlığ..