Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Mayıs '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bizim sokak

Ankara’ya taşınalı yaklaşık 3 yıl oldu. Alıştığım çevre ve ortamlardan oldukça farklı bir ortam var burada. Alışmam bir türlü mümkün olmadı.

Öğretmenlik yaptığım yerlerde bir işimin olmasımıydı beni oralara bağlayan. Yoksa oraların insanı mı? Buralara alışamamamın altında yatan acaba buraların kozmopolit bir yapıya sahip olması mı? Yani yurdumun dört bir yanından gelmiş yerleşmiş birbirini tanımayan insanların, hayat standartlarındaki değişimmidir beni onlardan onları benden uzak tutan. Anadolu insanının sıcak kanlılığı yok sanırsın büyük şehirlerde yaşayanlarda.

Oysa Anadolu’da kimin yanına gitsen hal hatır sorar, selam alır. Birbirini tanır, birbirinin yabancısı değildir. Karşılıklı sohbetlerinde acemilik çekmezler. Çünkü herkes herkesin huyunu suyunu bilir. Ya buralarda öyle mi? Sokakta, yolda, parkta gördüğün yaşlı, emekli ya da genç biri ile sohbeti bırakın merhaba bile demek oldukça sıkıntı verici. Çünkü tanımıyorsun, tanısanda mesafeli yaklaşmak durumundasın. İçtenlik ve samimiyet yok. Dudaklarda oluşan zoraki gülümseme ve yüzde oluşan farklı mimiklere tezat gözlerin farklı konuşması dikkatlerden kaçmaz.

Bizim sokak anayolun bir üst tarafında merkeze de epey bir uzaklıkta. Uzaklıkta dediysem de bir minibüsle azami 10 dakika.

Sokakta canlı bir çocuk trafiği var. Her evde üç-beş çocuk. Güneş yüzünü gösteripte etrafa gülümsemeye başladığında sokakta çocuk gürültüsünden geçilmez. Sokağın her iki tarafına kale şeklinde yerleştirilen taşlar arasında futbol topunu koşturanların bağırtısı çağırtısı göğe yükselir. Hele akşam üstlerinin şamatacı çocukları okuldan eve çantayı attığı gibi doğru sokağa fırlarlar. Arkalarında anaları bağırır “çocuğum bir şeyler ye yeni okuldan geldin” diye.

Anayı duyan kim. Ayağına varsa spor ayakkabısı yoksa giydiği günlük ayakkabı ile hem topu hemde ayakkabılarını eskitmeye başlarlar o daracık sokakta.

Bu hay huy içinde yaşlıların gidip sohbet ettikleri, memleket meselelerini masaya yatırdıkları parktaki oturma yerleride dolmuştur artık. Yer bulmak ne mümkün. Çoğu yaşlıların ağızlarında “ahh..memleketim” sözcükleri dökülürken, gözlerinde hafiften bir “buğulaşma” kendini hissettirir. Dokunsan o koca adam boşanacak, eline mendili alıp belkide uzaklaşacak gözlerini sile sile.

Yıllar önce daha öğretmenliğimin ilk yıllarında eski Ankara otobüs garajının ikinci katındaki o devasa kahvehanede görev yerine gideceğim otobüsümün kalkış saatini bekliyordum, yeni yeni çıkmaya başlayan televizyon ekranının başına millet yığılmış ekranda çalıp duran bir uzun havayı elde mendil ıslak gözlerle seyrediyorlardı, dikkatimi kenarda elinde boyacı sandığı ile ayakkabı boyacılığı yapan epeyce yaşlı, avurtları birbirine geçmiş, boyacılık yaptığı halde kendi ayakkabısı boyasız, pantolonu yamalı bir amcanın varlığı dikkatimi çekmişti. Bir yandan ekranda türkü okuyan sanatçıya bakıyor, bir yandan dinlediği o türkünün hatırlattığı memleket hasreti ile hüngür hüngür ağlıyordu. İçim burkulmuştu o zaman, bunca yıl unutmadım o görüntüyü.

İşte şimdilerde parklarda rastladığım o yaşlılarda da aynı duyguları seziyorum. Sanırsın hepside buralara neden geldik der gibiler.

Yapraklılı Satılmış amca ilede parkta tanıştım. Çankırılı olduğunu anlayınca benim ona onum bana sarılışı gerçekten görülmeye değerdi. Şimdilerde her gördüğünde “hocam hocam” diye yanıma gelmesi “buğulu gözlerle “ dertlerini dile getirmesi, o “saf ve temiz” Anadolu insanının ne kadar çıkarsız olduğunun, temiz yürekli olduğunun göstergesidir.

Birde Yozgatlı Recep amca var. Memur emeklisi kendisi. Her ay bildiği halde yine de gelir sorar “hocam bu ay maaşımıza zam varmı?” diye. Bende muzipçe “varda sana vermeyeceklermiş Recep amca “ der, karşılıklı güleriz. Bugünlerde tutturmuş “KEY” ödemeleri ne durumda diye. Dilimin döndüğünce anlatmaya çalışsam da pek inanası gelmiyor “KEY”in ödeneceğine. Ondaki bu karamsarlığa, güvensizliğe bir türlü anlam veremedim gitti doğrusu.

Diğer yandan, bir şekilde köyünden, kasabasından feleğin buralara attığı, çoğu emekli dahi olmayan bu insanların içinde bulundukları zor yaşam şartlarını görmek, bu yaşlı insanların kendi dertlerini bırakıp “işsiz” çocuklarının dertlerini dile getirmeleri karşısında insanın çaresiz kalması ne derece zor bir duyguymuş meğerse. Anlatılmaz ancak yaşanır o duygular.

Bütün bu olan bitenlere şaşanların çoğunlukta olduğu bu insanların , yıllar öncesinin köy ve kasaba yaşantısını özledikleri her hallerinden belli oluyor.

Bizim sokaktaki hay huy içinde sağa sola atılmış kağıt parçaları ve ambalajlar rüzgarla birlikte alt katlarda oturanların balkonlarını ziyaret ede dursun kimi çocukların ellerinde simit sepetleri ile “simitçi” diye bağırmaları ise kimi çocukların çocukluklarını dahi yaşayamadığını göstermektedir.Çocuk yaşta kaçak olarak işyerlerinde bazen “karın tokluğuna ”çalıştırılanların yanı sıra gönüllü simit satıcılığı ve ayakkabı boyacılığı yapan çocuklarda sokağın “hay huyuna” kendini kaptırır gider.

Çoğu çocuk ise sokak imkanlarını dahi bulamaz. Ya evinde” evcilik” oyunu oynayacak yada elinde topu sokağa çıktığında, komşuların “top oynayacak yer mi yok” demelerine bezende “duvara topu vurmayın” söylemleri ile karşı karşıya kalacaklar. Sokakta rahatça bisiklete binemeyecek, şarkı söyleyemeyecek, şımaramayacaklar.

Çoğu anne babalar sokağa çıkan çocuklarına sıkı sıkıya tembih ederler “dikkatli ol kapkaç var, apartman bahçesinden yada sokaktan uzaklaşma”.

Büyükşehirlerimizde artık büyükler gibi çocuklarında ruhu sıkılır durumda.

Rahat, gürültüsüz, bir tanıdığı ile sohbet etmeyi isteyen yaşlılarımız gibi çocuklarımızda bulundukları ortamdan uzaklaşmayı ister gibiler.

Büyük şehirlerin insana, işi olmayan, emekli yaşlı insanlarımıza vereceği pek çok şey yok aslında..

Çocuklarımızda o bulundukları ortamın daha da rahat olmasını ister gibiler..

Yoksa ben mi yanılıyorum…

 
Toplam blog
: 210
: 910
Kayıt tarihi
: 04.05.08
 
 

Eğitimciyim. Bir insanın çağdaş bir gelecek için, aydınlanma için çok okuması gerektiğine inanıyo..