Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Nisan '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bizim uçan balonlarımız vardı.

Bizim uçan balonlarımız vardı.
 

Oyuncakların çok çeşitli ve böylesine kolay elde edilir olmadığı o çok eski dönemlerde, çocuk günlerimizin güzel süsleriydi uçan balonlar. Her hangi bir kutlama gününde bir kalabalık meydana gittiğimizde, uçan baloncunun gökte rengarenk salınan balonları bizi o yöne doğru çekiverirdi sanki. Sonra aynı terane başlardı" baba hadi bana uçan balon al. Noolursun. Hadi alalım şimdi." Babalar anneler de eninde sonunda bize yenilir, hemen maaile baloncunun yanına gidilir bir balon alınırdı er ya da geç. Akşam o uçan balonla eve gelmek, ipini bırakınca odanın tavanında yükselişini görmek, defalarca ipini çekip bırakıp" yok, senin balonun mu benim balonum mu güzel, kırmızı balon mu mavi balon mu daha güzel, vs." atışmaları yapmakla canlanır, çok daha güzel geçerdi çocuk akşamlarımız. 

Derken, benim ve sanırım pek çoğumuzun arası açıldı uçan balonlarla zaman içinde .Biz , genç ve sonra, yetişkin olduğumuzda, bu ülkedeki hemen herşey gibi uçan balonlar da bozuldu gitti maalesef. Uçan balon kimilerinin " ne yapayım çoluk çocuğumun rızkını karşılıyorum" şark zihniyetine kurban gitti ve sadece daha ucuz üretilmesi için, içleri helyum gazıyla doldurulması gerekirken hidrojen ya da benzeri patlayıcı zehirleyici gazlarla şişirilen, denetimsiz, olabildiği kadar ucuza üretilen en kötüsü de maalesef hayati tehlike arzeden uçan balonlar sardı ortalığı. Bu aslında altın yumurtlayan kazı kesmekten farksızdı bu sektör için ama oldu işte. Uçan balon saltanatı sona erdi. 

Yıllar önceydi. Rahmetli eşimin yeğeni, aldığı uçan balonla arabaya binerken yer darlığından balon biraz sıkıştı sanırım ve anında - abartısız- bomba gibi patlayıverdi. O an arabanın içini rahatsız edici boyutta kimyasal bir gaz kokusu kapladı ve hiç anlayamadığımız şekilde yeğenimizin yüzünde küçük küçük kırmızı yaralar oluşuverdi. Yanık türü birşeydi sanki. 

Bu olaydan birkaç ay sonra bu kez gazetede, çok ünlü bir mankenin doğum günü partisinde patlayan uçan balonlar yüzünden ünlü mankenin yüzünün feci şekilde yandığını okuduğumu hatırlıyorum. Daha sonra benzer bir kaç uçan balon bombası olayı daha ve benim için, uçan balon artık kesinlikle almaktan kaçınılması gerekenler, yasaklılar listesine yerleşiverdi. Bunun tek istisnası sadece çok büyük, bende hep- neden bilmem- denetim altındaymış hissi veren, çok büyük alışveriş merkezlerinde satılan uçan balonlardır. Alırken de mutlaka sorarım neyle doldurulduğunu ama yine de çocuklar çok istemedikçe almamaya çalışırım. 

Gelelim durup dururken bu yazının nereden akla gelip yazıldığına. 

Geçenlerde eskiden çok izlenen "Aşk Gemisi" dizisiyle ilgili çok kapsamlı bir belgesel izliyordum.Orada Türkiye'nin adı iki kez geçti. İlki çok gurur vericiydi: Aşk gemisi İstanbul'dayken oyuncuların karşılaştıkları ilgi ve misafirperverlik. 

Derken dizinin başrol oyuncusu "Geofrey" i oynayan oyuncu, "Türkiye'de bir yerde yemek yerken bir uçan balonun patladığını, balonun yakınında patlaması sebebiyle bütün vücudunun ağır şekilde yandığını, patlamanın nedeninin Türkiye'de baloncuların uçan balonları kendi ülkesinde - ve belki bütün denetimli, ülkelerde - olduğu gibi helyumla değil hidrojenle doldurulması olduğunu " anlattı. Şoke oldum izlerken. İşte yine Türkiye, en güzel bir konunun içinde en tatsız biçimde yer almıştı. 

Aslında ilginç olan bunu anlatan, ağır yanık geçiren oyuncunun ifade tarzı olarak Türkiye'ye karşı en küçük bir kötü kelime, imalı ifade kullanmamasıydı. Çok olgunlukla ve kelimeleri seçerek anlatıyordu. Bu tavrı bende çok takdir uyandırdı ama yine de konu çok üzücüydü. Bu dizinin bel kemiği, en sempatik karakteri canlandıran oyuncu yanık sonrası dizide oynamaktan vazgeçtiği için de Aşk Gemisi dizisi kısa süre sonra yayından kaldırılmış zaten. 

Sözün özü, şu güzel ülkede, güçlü haksızların bir şekilde gidişata hakim olmasına, güçsüz haklıların hep ezilip geçilmesine hırsızın hep haklı mağdur ev sahibinin hep haksız çıkmasına, kuralların, kamu düzeninin hep güçlü, görgüsüz, zorba ve haksızlardan yana işlemesine, durmadan at ve domuz eti haberleri izlememize, çok güzel uçan balonların birer küçük bombaya dönüşmesine, kırmızı toz biberlerin esasının tuğla tozu olmasına vs. vs. zeytinlerin boyayla siyahlaştırılmasına, tavuk ayakları ve işe yaramaz bölümlerinin ucuz salam sosislere dönüştürülmesine yol açan, güzel ve doğru olan ne varsa engellenemez biçimde bozan, "benim çoluk çocuğumun rızkı bu iş , ekmek paramla oynattırmam, " zihniyetine o kadar çok üzülüyorum ki. 

Sevgiyle kalın. 

 
Toplam blog
: 148
: 384
Kayıt tarihi
: 21.09.07
 
 

Merhaba...  Üniversite mezunu Kamu İdaresinde  çalışan bir bayanım. Ankara'da iki oğlumla yaşıyorum..