Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Kasım '11

 
Kategori
Blog
 

Blog'da “sarı, pano notları(m)"

Blog'da “sarı, pano notları(m)"
 

Sayfamıza hoş geldin “Sarı, notpanosu"!


Milliyet Blog Beta’nın yeni ve güzel uygulamalarından birisi de bence “Sarı not”lar bölümü!

Bu küçük bölüm, gündelik olarak hissettiklerimizi, düşündüklerimizi özlü, veciz bir dille de paylaşabilmek adına oldukça işlevsel. Tek sakıncası karakter sınırlaması! Güne, (zam)ana uygun bir söz, bir düşünce yakaladınız ama “notlarım” tuşunun -bana oldukça az gelen- karakter sınırlamaları içerisinde onu tam sığdıramıyor, ötesinden berisinden kırparak bazen başka bir anlama yol açma riskini de üstelenerek yazıp paylaşıyorsunuz.

Bu nedenle de panomda asılı sözlerin doğuş nedenlerini ve gerçek, özgün hallerini yazıp sizlerle paylaşmak istedim.

Diğer bir sorun da bir kez yazılanı silemiyor ve düzeltemiyorsunuz. Bildiğim birkaç tekniği denedim ama başaramadım. Bu işlemi bir bilen varsa, bizlerle paylaşırsa çok makbule geçecek!

"Sarı, pano notlarının düşünüp hissettiklerimizi özlüce paylaşabilmek dışında yazarlarımızın biribirlerine önemli haberleri kendi sayfalarından verebilmeleri açısından da oldukça işlevsel bir yönü de var. Önceki formatta “seyir defterinde” paylaşmak aşırı kendini önemsemek olur diye; “ Şu tarihler arasında şuradayım, internet ulaşımım kısıtlı, okuyup yorumlayamayacağım yazılarınız için şimdiden bağışlayın..." şeklinde kendi sayfamda, kendi kendime mesaj attığım dönemleri anımsıyorum da… :)) 

İşte aralarından üç not'umun kısa öyküsü;

"Günler en ufak kavuşma umudu olmadan geçerse, âşık günü gününe vedaların yenilenmesini isteyecektir"

Bu "sarı, pano notumun" öyküsü,  değerli yazarımız, MB'umuzun çok okunup çok yorum alan değerli kalemlerinden Yurdagül Alkan Hamımefendinin  “Ayrılık da Bir Tür Enkaz Altında Kalmaktır!” başlıklı bloğuma yazdığı yorumla başladı. Kendisi o yorumunda; “Ersin bey, enkaza sebep "yaşıyorsa, hayattaysa" yüzde bir bile olsa ümit vardır "yeniden" demek için... Ya, ebediyen kalkmayacak enkazlar bırakan, dönmemek üzere demir alanlara ne demeli? Bu travmayı çok daha uzun seneler tamir edemiyor insan... “demişti.

Bense yanıtımda, yazımda “ayrılık çeşitlerini yeteri kadar veremediğimden bahisle; “ Çok önemli bir noktaya parmakbastınız. Bu nokta; yazımın lirik akışını bozmasın diye bilerek eksik bıraktığım bir noktaydı! "Ayrılığın" çeşitleri var: 1) Tekrar bir araya gelmek üzere, sevdanın karşılıklı, su gibi akışına rağmen fiziksel olarak ayrı olmak. Konumuz bu türden ayrılıklarla zaten ilgili değil. 2) Artık, çok zorunlu nedenler dışında (çocuk, yakınların kaybı vb.) tekrar bir araya gelmemek üzere, sevdanın, suyun akışının kesildiği ( ya da ilelebet yeraltına çekildiği ) ayrılıklar. 3) Artık sevda suyunun akışının ne yer üstü ne de yeraltı akışının kalmadığı, düşlerde 'Ay'ın aydınlık yüzü yerine karanlık yüzünün egemen olduğu, nihai, tükenmiş, tümüyle bitmiş ayrılıklar. 4) Bir de talihsiz kazalar, hastalıklar vb. nedeniyle yaşamdan ayrılışların yarattığı ayrılıklar! Belirttiğiniz gibi; en travmatik olanı da bu olsa gerek. Tamiri, ikamesi olanaksız olanı... “ dedim.

Sonrasında da bu konuda Google tabanlı küçük çaplı bir araştırma yapmaya başladım. Açıkçası “ayrılığın türleri” konusunda fazla bir kaynağa rastlayamadım. Fakat İbn Hazım’ın “Güvercin Gerdanlığı” isimli, Mahmut Kanık tarafından çevirisi yapılan eser dikkatimi çekti. Kitabın içinde “Aşk'ın Mahiyeti, Aşkın Belirtileri, Düşünde Sevenler, Sözle ima etme, Muhalefet, Gözetleyici, Kavuşma..." ve bunun gibi birçok başlık bulunmakta... Eser, tahmin edileceği üzere, dönemin koşulları itibariyle ” ilahi aşk” teması ağırlıklı olarak işlenmiş. Ben bu sözü oradan bularak panoma koydum ve bu güzel eserden de haberdar olma şansı buldum!

"Sevilmek" değil, kim tarafından, niçin, hangi güçlüklere, özverilere katlanılarak sevildiğin önemli"

11 gün önce, 10 Kasım’dı ve bloğumuzda da bu konuda çok sayıda güzel, anlamlı blog yazıldı. Bu nedenle onur ve gurur duyarak bunu da “seyir defterinde” MB ailesiyle kıvançla paylaştım. Bu bloglardan biri de yine değerli yazarımız Alkan‘ın Atatürk’ü sevmek için dürüst, çalışkan, üretken, kişilikli ve onurlu olmak gerektiğine değinen "Atatürk diyor ki..." başlıklı yazısıydı.

Oraya yazdığım yorumda da “Haklısınız!  sevilmekten çok, kim tarafından, niçin, nasıl, hangi bedeller ödenerek ve hangi güçlüklere-özverilere katlanılarak "sevildiğiniz" daha önemli! Ulusumuz açısından bu çok önemli "özel günümüz" vesilesiyle yine öğretici bir yazıydı. Özellikle gençlerimizin kulağına küpe olsun!. dedim ve bu sözümü de kısaltarak (ve yine karakter sınırlamaları içerisinde kırparak) “sarı pano”ma astım. Kaynağı budur. 

"Başlamak dünyanın en büyük mutluluğu... Canlı olmak, yaşamak her (zam)an yeniden başlamak demektir!"

Bizim cerrah doktor biraderin tweet'i de var. Malum, meslek yaşamı çok daha yoğun ve "can pazarı" ile ilgili..

Kendisi bazen oradan hoşuna giden tweetleri bana da yolluyor. Onlardan biri de işte bu sözdü. Söz,  araştırınca gördüm ki Cesare Pavese'nin, "Günlük"adlı eserinden alınma (Can Yayınları)... Ve "...İnsan bu duygudan yoksunsa –hapis, hastalık, alışkanlık, budalalık yüzünden- ölsün daha iyi.” (s.68)" diye devam ediyor...

Zaten... "Yavaş yavaş ölürler / Alışkanlıklarına esir olanlar,/ Her gün aynı yolları yürüyenler, / Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,/ Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyenler... " demiş dizelerinde Şili'li ve Nobel Edebiyat ödüllü büyük şair Pablo Neruda da bir zamanlar...

Bizler zorlu “yeni başlangıçlar” dönemlerimizi (ki bence bu dönemler aşağı-yukarı 35-38 yaşına kadar geçerlidir) oldukça geride bırakmış olsak da, bu not biraz da aramızda cesurca yeni atılımlara girişen, yeni risklere kucak açan dostlarımıza destek olmak amacıyla yazılmıştır.    

Gerçi rahmetli, büyük devlet adamımız İsmet İnönü 60'ında Almanca'ya, 63'ünde de keman öğrenmeye başlamışsa da herkes bir olmuyor :) Tabii ki makul riskler, yetenek ve birikimler  içeren her şeye her yaşta başlamak olasıdır!  

Bu kısa öyküsüyle birlikte baktım, hoşuma gitti, astım duvarıma bu sözü de...  

İşte “sarı not”lar hakkındaki düşüncem ve sizlerle onurla paylaştığım üç güzel sözün öyküsü böyle...

Görüldüğü gibi, blog arkadaşları (hatta dostları) ile, oku(n)malar, yorumlar ve bazen de mesajlar yoluyla akan karşılıklı etkileşim, bu yolla oluşan çağrışımlar ve ortaya çıkan büyük sinerji (görevdeşlik) gerçekten takdire şayan! Nice sosyal paylaşım sitesine taş çıkartan bir boyutta.

İşte bu nedenle de Milliyet Blog ailesinin oluşup gelişmesinde emeği ve katkısı geçen herkese bir kez daha binlerce teşekkürler!

Bloğuma dönersem, eğer, hoşunuza gider, beğenir ve paylaşırsanız diğer üç-dört sözümün öyküsünü de dillendirebilirim. Asıl, daha önemli gördüğüm o üç-dört sözümün...

Hoş geldin ve ufak, tefek sayılabilecek sorunlarınla da olsa iyi ki varsın “Sarı pano”!

Sanki çok şey bilen, ufak-tefek, yeni bir sevgili gibi...

İ.Ersin KABAOĞLU,

21 Kasım 2011, Ankara 

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..