Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Mart '11

 
Kategori
Blog
 

Blog nedir? (1)

Blog nedir?  (1)
 

Google'dan alıntıdır.


Bu 4 bölüm halinde ilettiğim uzun yazım, aslında “bence blog nedir, nasıl olmalıdır ve nasıl kullanılmalıdır”ı anlatıyor ama, aynı zamanda hayat ve insan başlığı altında hem kişisel gelişim, ilişkiler, gündelik yaşam, hem felsefe ve psikoloji açılarından ele alınıp, hatta hem hukuk açısından, hem de siyasi açıdan dahi haklara saygı, bağımsız yargı, düşünce özgürlüğü bağlamında bir demokrasi açılımı perspektifiyle de okunabilir.

Milliyet internetin epey eski bir üyesiyim, ama MB da henüz yeniyim.
Aslında muhtelif bloglarda genellikle yazmaktan ziyade yorum yapmayı tercih edenlerdendim. 

Çünkü epey bir zamandır internette tesadüf ettiğim blog sitelerinde, o kadar absürd durumlar gözlemliyorum ki, çoğunun adı blog ama blogla alakası yok.
Ya da bana göre blog, o demek değil. 

En son ara sıra oyun oynadığım bir sitenin bloğuna ufaktan ufaktan takılıyordum ki, 2 ay geçmedi, ı-ıh, orası da blog değil.
Zira öyle yazılar yayınlanabiliyordu ki, yayınlanası değil;
Ama öyle yorumlar bile yayınlanmıyordu ki, yayınlanmayası değil.
Oysa her blog gibi, kuralları da vardı kendi çapında.
Ve aynı şekilde,
Neyin yayınlanabilir olup olmadığına karar vericiler de vardı tabii orada da…

Bu arada da düşündüm tabi, nedir blog, ya da nasıl olmalıdır diye.
Aslında blog nasıl olmalıdır konusunu 3 ana başlık altında ele almak gerek.
1- kurallar
2- yazı ve yorumların onayı
3- eleştiriler
Şimdi ben de yine bu sırada gideyim diyorum ama, bunların birbirine karıştığı, iç içe geçtiği durumlar da var işte ne yazık ki. Ve sorunlar da, blogların blog olamaması da zaten bunların birbirine karışmasından da kaynaklanıyor üstelik.

Öncelikle, “blog” nedir? Ve bir site hangi amaçla bir blog sayfası açar?
İşin profesyonellik bağlamındaki ticari ve ekonomik kurallarını bir yana bırakacak olursak; 

Bence blog bir tür serbest kürsüdür ki, insanlar orada çeşitli türlerde, çeşitleri konularda yazılar yazabilirler. Diğer insanlar da bu yazılara çeşitli yorumlar yapabilirler. Bir paylaşım yeridir blog. Yazmayı ve okumayı seven insanların duygularını, düşüncelerini, bir takım olayları, hatta gündemi bile “yazı yoluyla” paylaştıkları, yani aslında yazılarını da paylaştıkları sayfalardır. Keza, “yorum, açıklama, fikir iletmek için yazılan bir nevi günlüktür” bile denebilir. Yani bir “fikir paylaşım” yeridir de ayrıca. 

Amacı ise kısaca faydadır. Bir paylaşım ortamının en doğal ve kaçınılmaz ve en de değerli ve makbul sonucu olarak, insana, dolayısıyla topluma bir “fayda” sağlamaktır. Bu, ister düşündürücü nitelikte olur, ister eğlendirici ya da dinlendirici nitelikte olur, farketmez. Faydadan amaç ise insana bir “katkı” sağlamaktır… bilgi bazında… düşünce bazında… farkındalık bazında… sevgi, dostluk, huzur, hoşluk, hatta mutluluk, hafiflemek, canlanmak, dirilmek bazında… vakti anlamlı ve değerli bir uğraşla geçirmek bazında… “Sebep ve sonucu itibariyle” olumlu yönde bir kazanım söz konusudur yani; bir olumsuzluk, bir kayıp, zarar değil. Faydalı bir şeydir blog, iyi birşeydir, güzel birşeydir, gerekli de birşeydir… yani doğru birşeydir zaten. İnsan insana bir yerdir; karşılıklı hak-saygı-sevgi havasının da öncelikli olduğu, o insana has doğal sıcaklıkla da örülü, demokratik bir yerdir de yani.

Amaaaa…. Aması vardır işte bir de…
Çünkü, bir tür serbest kürsü dedik ama, her demokratik ortamda olduğu gibi, bloglarda da pek tabii ki yazıların ve yorumların olası bir takım zararları engellemek adına koşullarını ve sınırlarını belirleyen bazı “uyulması gerekli” kurallar, yani yasaklar da vardır… Mesela, en azından karşılıklı saygı kurallarına uymak gibi veya ahlaki açıdan da uygun olmak gibi, ya da yazıların hem kullanılan dil, imla, uslup açısından bir “yazı” olma niteliğinde ve “yazım kuralları”na da uygun olması, hem de içerik itibariyle de, hem değerli, anlamlı, düşündürücü ve/veya hoş, hem de bir “bütünlük” içinde akıcı-okunabilir-anlaşılabilir olması gibi… Dolayısıyla yazarın, bütün bunlara ve özellikle de anlam kaymaları olmamasına da dikkat etmesi gerekir bu durumda. Çünkü aksi takirde “Forum”a dönüşür orası. Oysa internet alanında forum sayfaları ayrı bir şeydir, blog ise daha farklı bir şey. Ayrıca, siyasi, dini, milli bir takım provakasyonlara yol açmayacak şekilde olması, aynı zamanda da herhangi bir kişi, kurum, kuruluş, ülke, millet, ırk veya dinleri aşağılayacak şekilde olmaması ve şiir, şarkı sözü, şikayet ve kişilere ait özel bilgiler içermemesi gibi hem telif hakları açısından, hem de sair mevcut yasal hükümler çerçevesinde hukuki sonuçlar doğurmayacak şekilde yazılması ve direkt bir köşe yazarının yazısının bire bir kopya edilerek yazılmaması, herhangi bir eserden, yazından bire bir alıntı yapılmaması gerektiği gibi kurallardır bunlar…

Pekiii, bazı yerlerde nasıldır bu durum?
Hemen heryerde de, bir bloğun “ne” olması gerekiyorsa ‘o’dur aslında ve “amaç” da aynıdır; Bir paylaşım ortamı ile insana “fayda”dır amaç. Kurallar da esasen genelde, aynen yukarıda yazdığım gibidir. Sadece bazılarında yasak sınırları biraz daha esnek ve geniş tutulmuşken, bazıları yazarı çok daha dar bir alana hapsedebilecek kadar daraltılmış olabilir. Hatta bazıları buna ilaveten, ne olamaz, ne olamaz diye ayrıca daha da ayrıntıya girip madde madde açıklayarak daha da bir netlik getirmiş bile olabilir. Öyle ki bazı blog kurallarında yazıların atasözü içermemesi diye bir kurala bile rastladım:)) Ancak işte, işin en can alıcı noktası da burada başlar zaten. Zira bu kurallar ve yasak çerçevesini oluşturan ayrıntılara girdiğimizde, bunun uygulanması safhasında işler biraz değişiyor. Hele de bu kurallara gerçekten neyin uygun olup olmadığına gelince sıra, bazı pek çok blogda, işin değerlendirme ve onay safhasında hele, rengi hepten değişebiliyor maalesef. Çünkü hiçbir blog’un kurallarında yazılı olmayan, ama bilinmesi ve uyulması gereken bütün o diğer kuralların üstünde bir kural vardır ki, ilk ve asıl kural da o olmak zorundadır: Bloğun ne olduğu ve amacı ile, bu kuralların çelişmemesi gerekir! Bir bloğun kuralları öyle kurallar olmalıdır ki, amaca da, tanıma da ters düşmesin ve uygulanabilir de olsun. Ve yine kurallarda yazılı olmayan, ama bilinmesi ve mutlak surette uyulması gerekli ikinci bir kural daha vardır ki o da şudur: Bütün bu kurallar, blog kullanıcıları, yazar ve yorumcuları ile, blog yöneticisi ve yetkilileri için de aynen geçerlidir kuralı. İşte herşeyden önce asıl kural koyucuların zaten, kuralları koyarken, neyin ancak kural olabileceğine çok dikkat etmeleri gerekir. Bu da 3. kural. Çünkü ben bazı bloglarda öyle kurallar ve uygulamalar gördüm ki, hem işin ruhuna ters, hem uygulanabilir zaten değil ve hem de en başta blogun tanımına da, amacına da aykırı.

Mesela, yazıların “şikayet içermemesi” kuralı.
Bu kural ile, hem blogun amacı olan paylaşımın getirisi halindeki insana “fayda” amacı ve hem de blog tanımının özü, ruhu olan “yorum, açıklama, fikir iletmek; duygu, düşünce, olay, hatta gündemi paylaşmak” ifadesi çelişiyor. Yani bloğun bir “fikir paylaşım” yeri olduğu tanımı da, “fikir paylaşım” amacı da, bu paylaşımdan doğacak “fayda” amacı da “şikayet içermemesi” yasağı ile çelişiyor. Zira bloglara “genellikle” hayatın içinden, hatta yaşanmış ve varolan çeşitli insan halleri yazılır ki, bunların tümünde de zaten bir “şikayet” vardır:) Birilerinden ve birşeylerden mutlaka şikayet edilir, ki zaten öyle olmak durumundadır da, çünkü insanlar sorunlarını da paylaşır, insanların genellikle sorunları da vardır, sorun soru demektir, insanların soruları vardır, ve bu sorulara cevap aradıkları, sorunlara çözüm aradıkları ya da sorunlara “çözüm istedikleri” için zaten sorunları, soruları, terslikleri, çelişkileri de paylaşırlar ve bunlar da zaten tam anlamıyla bir şikayettir... yani çoğu yazının şikayet içermemesi zaten mümkün değildir. Dolayısıyla, bu şikayet içermemesi kuralı zaten uygulanabilir değildir. Çünkü hayat zaten sorunlarla dolu, cevabı bir türlü bilinemeyen netleştirilemeyen sorularla dolu. İnsanlar da haliyle, hayatın gereği olarak çoğunlukla bir şikayet halindedir zaten. E o halde, ey sen kural koyucu, sen insan değil misin? Sen hayatta değil misin? İnsanlar sadece sevinçlerini, mutluluklarını, iyi hallerini mi yazsın istiyorsun? Suya sabuna dokunmasın, sorunlarına çare, dertlerine deva, sorularına cevap aramasınlar, bulmasınlar mı istiyorsun? Böyle mi insana faydalı, topluma faydalı olunacağını düşünüyorsun? Oysa sen de insansın, sen de hayattasın, insanlar suya sabuna dokunmadıkça sen de dertlerine deva, sorunlarına çözüm, sorulara cevap bulamayacağını, sen de sevinçlerde, mutlu, huzurlu ve iyi hallerde olamayacağını bilmiyor musun? Gerçek bu. Kural da bu. Dolayısıyla bu gerçeğin atlanması, böyle bir gerçeğin gözardı edilmesi, o kuralı da geçersiz ve yanlış kılar zaten.
Ve… en önemlisi:
Bir “gerçek” söz konusu olduğunda da, o gerçek gözardı ediliyorsa, yok sayılıyorsa, o gerçeğe aykırı davranılıyorsa olacak olan da şu olur daima: O “gerçek sürekli kendini hatırlatır”! Çünkü o ortamda o gerçek vardır zaten. İnsan onu yok farzetse de, adına “gerçek” dediğimiz şey, tüm iradelerden bağımsız olarak insana, ortama hakimdir zaten. Bu yüzden de insan onun farkında olmasa bile ister istemez sürekli onun etki kapsamındadır. Böylece de, insanın gerçeği reddedişi veya farkında olmayışı, yok sayışı, gözardı edişi, hatta ayrıca o gerçeğin azıcık bile olduğundan daha farklı imiş gibi ele alınışı, yani eğilip bükülüşü ya da eksiltilip abartılması bile kaçınılmaz olarak sürekli durumu zorlar; sürekli bir gerginlik oluşturur ortamda; sürekli yanlışlar, hatalar, yanılgılar birbirini kovalar; sürekli ikilemler, tutarsızlıklar, çelişkiler, çifte standartlar oluşur; sürekli makbul ve doğru olmayan, uygun ve uyumlu da olmayan, hakça da olmayan kötü, çirkin, yanlış, zararlı haller gelişir o ortamda. Ta ki o gerçek, “tam da olduğu gibi” gerçekten hakettiği yere oturtulabilene kadar, yani o gerçeğin “bire bir gerçekliği” ta ki kabul edilene kadar, görülene kadar, bilinene kadar, idrak edilene kadar.

İşte zaten gerçeğin bu özelliğinden dolayı hem yazıların şikayet içermemesi kuralı yanlıştır, hem de öyle bir kural varsa bile yazılar ister istemez şikayet de içerir. Üstelik yine gerçeğin bu özelliği nedeniyle, şikayet içermemesi diye bir kuralın varlığına rağmen “şikayet içeren çoğu yazı da ister istemez onaylanıp, yayınlanır” da. Ve en çarpıcı olanı ise, yöneticiler, gerçeğin bu özelliği nedeniyle zaten böyle bir kural koyamazlar ama, çok ilginçtir ki yine bir gerçek nedeniyle ve gerçeğin yine bu özelliği nedeniyle de zaten böyle bir kuralı da koyabiliyorlar. Şimdi diyeceksiniz ki bu nasıl iş, nasıl olabilir böyle bir şey… hayatın her alanında zaten aynen de böyle oluyor işte, çünkü şöyle: Şikayetlerin çoğu birer gerçek de içerebilir ama, ayrıca o gerçekler üstelik bir de zaten olumsuz gerçeklerdir ve insanların gerçek dahi olsa, olumsuzu kabullenmesi çok zordur. Bu da bir gerçektir. Buna bağlı olarak, “Olumsuz”un da ayrıca işleyişte şöyle bir özelliği vardır: Olumsuz herhangi bir şey, ortamda kaçınılmaz olarak yine olumsuz yansımaları da beraberinde getir-e-bilir. Yani böyle olabilir de, olmayabilir de. Ama işte bu bile zaten bir olumsuzluktur, zira bu da demektir ki: “Olumsuz”, kesinlikle bir ikircillik yaratır. İkircillik de yine zaten olumlu değil, olumsuz bir durum olduğuna göre, böylece de olumsuz kavramının özelliği şuymuş gibi olur: “Olumsuz, öyle ya da böyle ama mutlaka bir olumsuzluk yaratır”. Ama işte burada önemli olan, olumsuzun yaratacağı olumsuzluğun ne ve nerde olacağıdır; bu belirsizdir aslında; kesinlik ise sadece, olumsuz herhangi birşeyin, ikircilllik veya bir ikilem yarattığındadır. İşte yöneticiler bunu, ‘olumsuz mutlaka bir olumsuzluk yaratır’ şeklinde bir yanılgıyla ele aldığında, yazı içeriğindeki herhangi bir şikayet konusu bir “gerçek” dahi olsa ortamda herhangi bir olumsuzluk bulunursa, hem “insanların olumsuzluğu çok zor kabullenebileceği” gerçeğinden hareketle, hem de “olumsuzun kaçınılmaz olarak yine olumsuz yansımaları da beraberinde getirebileceği” ihtimaline (varsayımına) bağlı olarak, yani bazı gerçeklerden yola çıkarak ama tamamen varsayımsal olarak, dolayısıyla da tümüyle önyargılı ve bir peşin hükümlülükle -ki bu da zaten ayrıca bir olumsuz durumdur:) , herhangi doğabilecek bir olumsuzluğu, daha kaynaktan kesmek adına direk kestirmeden gidip, yazıların şikayet içermemesi diye bir kural koyabiliyorlar. Yani sorun çıkmasın diye; çünkü şikayet, zaten özünde bir olumsuzluk taşıyan bir olgu olduğu için her an bir sorun çıkarabilir. Şikayetin böyle bir potansiyeli vardır. Bu da bir gerçektir. Ama işte gerçeklerin sadece “bazılarının” dikkate alınıp, diğer gerçeklerin, yani ortada “yazıya konu olacak o şikayete neden olan zaten bir sorun bulunduğu” gerçeğinin atlanması; ve bu da yine zaten bir olumsuzlukken, üstelik dikkate alınan gerçeklerin de bir kesinlik içermeyip, aksine bir “varsayım”, yani ihtimal içermesi sebebiyle, ama buna rağmen o gerçekleri “kesin”miş gibi saymak da gerçeği olduğundan daha farklı ele almak olduğundan o da bir olumsuzluk olup; zaten bunun da ayrıca bir peşin hüküm, bir önyargı olduğu gerçeğinin de yine bir olumsuzluk olduğu da dikkate alındığında, böyle bir kuralı koymakla, olumsuzluğa bizzat herkesten önce asıl kural koyucu düşmüş olur. Yani kural koyucunun yaptığı hata şu oluyor: “olumsuz”un işleyişteki özelliğinden dolayı doğabilecek bazı olumsuz gerçekleri göz önüne alıp, üstelik bunları da bir kesinlik farzedip, ama o andan daha önce zaten var ve kesin olan bir “sorunun ve şikayetin varlığı” ve fayda için bunun paylaşılması gerektiği gibi gerçekleri göz ardı ederek, olası ve o anki gerçeği, daha önceden zaten mevcut bir gerçeğe/gerçeklere tercih etmek. Böylece, daha başlangıçta zaten gerçekleri eksik ele almanın, dolayısıyla da yanlış düşünmenin, yanlış muhakemenin en doğal sonucu olarak, böyle bir kural koyma eylemi de, bunun sonucu da tam anlamıyla bir yanlış olmuş olur, bir olumsuzluk olmuş olur. Kaldı ki, yanlış da zaten bir olumsuzluktur, olumsuz bir kavramdır ve üstelik fayda değil de fayda getirmeyen, hatta genelllikle zarar veren veya zararlı şeylerin adına zaten yanlış denildiği düşünülecek olursa, “zarar” da zaten yine olumlu değil olumsuzdur, bir olumsuzluktur ve böylece öyle bir kuralın varlığı da sonuçta zarardır, zararlıdır, olumsuzluktur. Oysa istenen şey olumluluktu, blogun amacı faydaydı.

********** Devamı bundan sonraki bloğumda…

Filiz Alev 

 
Toplam blog
: 157
: 3152
Kayıt tarihi
: 03.03.11
 
 

Ekonomistim, emekliyim. İki evlat annesiyim. Müzikle ilgilenirim, bestelerim vardır. Düşünürüm, a..