Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Mart '11

 
Kategori
Blog
 

Blog nedir? (2)

Blog nedir?  (2)
 

Googlle'dan alıntıdır...


Bir önceki bloğumda yer alan ilk bölümde bloglardaki yazıların şikayet içermemesi kuralına bağlı olarak bazı durumları irdeliyorduk…

“Şikayet” konusu üzerinde özellikle duruyorum, çünkü bloglarda “yazıların şikayet içermemesi” diye bir kural olsa da olmasa da hiç farketmiyor, çünkü “eleştiriler” de zaten yapı ve özü itibariyle bir tür şikayettir ve eleştirinin olmadığı bir insan ilişkisi, iletişim, paylaşım ortamı zaten düşünülemez. Dolayısıyla eleştirinin olmadığı, yapılmadığı bir blog da zaten yoktur, olamaz; yani bir blog ortamında eleştiri bulunmaması, eleştiri yapılmaması zaten imkansızdır. Ve en önemlisi de, her paylaşımda, her insan ilişkisinde ve her iletişimde olduğu gibi, bloglarda da asıl sorun, hatta tek sorun daima ve mutlaka sadece “eleştiri” söz konusu olduğunda zaten ortaya çıkar. İşte benim de şimdi bu şikayet konusu üzerinde durmamın sebebi ve önemi de bundandır ve şikayet kelimesinin geçtiği her cümle, ayrıca eleştiri için de aynen geçerlidir; yani her şikayet kelimesi, eleştiri diye de okunabilir. Eleştiri konusuna yazımın ilerleyen satırlarında eleştirinin daha kendine has özellikleri çerçevesinde değineceğim için, şimdi kaldığımız yere dönüp, şikayet konusunu tamamlayalım.

Şu ana kadar yazdıklarımdan özetle, şikayet veya eleştiri denilen kavram iki uçlu bir değnektir; bir ucunda gerçek dururken, diğer ucunda “olumsuzluk” vardır ki, bu kavramların özündeki asıl nitelik kaçınılmaz olarak zaten bir olumsuzluk içermesidir. Yani bir şikayetin veya eleştirinin zaten bir olumsuzluk içermemesi mümkün değildir. İşte yöneticiler de (kural koyucular, yetkililer) ve her konumdaki tüm insanlar da, şikayetin ve/veya eleştirinin sadece bu olumsuzluk niteliğini ele aldıkları için zaten hatayı yaparlar ve başka olumsuzluklara da yol açmış olurlar. Oysa şikayet/eleştiri kavramının bir de gerçeklik boyutu vardır, yöneticiler/insanlar işte bu gerçeği gözardı ettikleri için zaten “şikayet içermemesi” kuralı da, eleştiri yapılmaması da, yanlış olmuş olur. Dolayısıyla işin gerçeklik boyutunu, yani “gerçeği” hiç kaale almayıp sadece olumsuza odaklanıp, buna göre hareket etmek son derece yanlıştır, olumsuzdur, zararlıdır. Şikayetin çoğunlukla zaten bir gerçeği içerdiğinde de, şikayet anı gerçekleşmeden önce, zaten o şikayetin sebebi olan ayrıca bir “gerçek” daha söz konusu olduğu için, ve yine gerçeğin kendine has şu daha önce bahsettiğim özelliği ve niteliği nedeniyle, şikayete konu olabilecek, şikayet doğuracak, ve o şikayetin zaten otomatikman bir olumsuzluk içerecek olmasından da “önce” o gerçek zaten bir gerçek olarak var olduğundan, kendini otomatikman sürekli hissettirecek, bütün bunlardan önce ortama asıl o “gerçek” hakim olduğu, ve bunun da zaten bir gerçeklik olduğu için, “şikayet içermemesi” gibi bir kuralın bile varlığına rağmen, çoğu yazı çok doğaldır ki şikayet de içerecektir ve içerir de zaten. Bunun sonucunda da ne olur, böyle bir gerçek zaten var olduğu için de, şikayet içermemesi kuralına rağmen şikayet içeren yazılardan da kimi ister istemez kah uygun bulunup yayınlanır da, ama kimileri de onaylanmayıp, yayınlanmaz da… Alın işte size tutarsızlık, çifte standart ve keyfilik… Yani aslında bu kuralı koyarken, zaten bir olumsuzluk oluşmasından kaçınılırken, sırf bu kuralın zaten hem uygulanabilir olamayacağı, hem de zaten uygulanmasının da yapılan işin amacına ters olacağı gerçeği göz ardı edildiği, bu gerçek hesaba katılmadığı için yine ortam kendiliğinden, üstelik de daha da beter bir olumsuzluğun içine düşmüş olur. Çünkü tutarsızlık, çifte standart, keyfilik gibi olumsuzluklar da, daha da başka olumsuzluklara, mesela haksızlık gibi, yeni başka şikayetler oluşması gibi, saygısızlık gibi, giderek gerginleşen ve stres yaratan durumlar gibi, hak tecavüzü gibi ve üstelik bizzat o bloğun kendinden kaynaklanan ve yaygınlaşarak tüm kullanıcıları ve yöneticileri de kapsayan, direk o blog ortamıyla ilgili nice nice başka olumsuzlukların da oluşmasına sebep olur. Ve aynı şekilde, gerektiği halde eleştiri yapılmadığında da olacak olan yine budur. Bir olumsuzluk var olduğunda, o olumsuzluk da artık bir gerçektir, bir gerçek demektir, dolayısıyla onu da yok saymamak gereklidir ve o olumsuzluğu olumluya dönüştürmek için de, tüm gerçeklere ters düşmeyecek, yani “doğru”, yani gerçeklerle örtüşük ve fayda yönünde ne mümkünse yapılmalıdır. Kaldı ki, şikayet de eleştiri de zaten faydalıdır, olumludur, doğru bir şeydir. Şikayet ve eleştiride yanlış/zararlı-zarar verici/olumsuz/kötü olabilecek olan ise, şikayet ve eleştirinin sadece algılanılışında ve yorumlanışındadır; yapılmasında değil yani. Eğer yapılan eleştiri ve şikayet doğru/olumlu/iyi algılanır ve böyle yorumlanırsa sonuç da doğru/olumlu/iyi, dolayısıyla da faydalı olur. Ama yanlış/olumsuz/kötü algılanır ve yorumlanırsa da pek tabiidir ki sonuç da yanlış/olumsuz/kötü dolayısıyla da zararlı ve zarar verici olmuş olur.

Önemsiz gibi görünen ama aslında çok önemli bir detayı, kuralı bile irdelerken ne kadar karışık, zincirleme ve kavramlar nasıl da birbirinin içine geçik değil mi? Evet çok karışıktır; o yüzden de anlatması da anlaması da çok zor… ve sırf bu nedenle zaten hayat da bu kadar karışık, sorunlu ve zor :)

Hayatın daha sınırları belli ve nisbeten daha dar alanlarından biri olan blog gerçeğinde bu şikayet mevzuundan bahsederken tabii ki burada salt bir insanın zaten kişilik ve özel haklarının bulunduğu alanı resmen zorlayan, alenen ve özellikle de “ismen” çok özel, ve başka hiç kimseyi ilgilendirmeyen bir şikayetten söz etmiyoruz. Genel anlamda insanı, toplumu veya toplumun bir kısmını kapsayan şikayetlerden söz ediyoruz haliyle. Yani şikayet edilen tarafın da kamuya mal olmayan bir kimliği veya şikayet edilen söylem veya eylemin de yine kamuya mal olmayan bir niteliği olması hallerini ayrı tutuyoruz. Ya da, bu tümce olarak olumsuz özellikteki cümlemizin insan zihninde ikilem yaratmasını önlemek için, olumlu bir cümle halinde ifade edecek olursak, şikayet ve eleştirilerin kamuyu veya bir topluluğu ilgilendiren ya da kamuya mal olmuş ya da olacak kişi ve kimlikler veya olaylar hakkında olması gerekmektedir. Gerçi alenen ve ismen bir kişiyi ya da grubu direk hedef alan çok özel, şahsi, ve sadece o iki gerçek şahsı ya da tarafı ilgilendiren şikayetler dahi aslında sadece o şikayeti yapan, yazan kişinin bizzat kendisini bağlar, bloğu, blog yönetimini veya diğer blog kullanıcılarını bağlamaz ama, yine de işte blog sahibi ve yöneticilerince, herhalde ne olur/ne olmaz çekincesi nedeniyle bu durumlara da hassasiyet gösterilmesi istenir.

Keza yine, bir kural daha mesela –ki bazı bloglarda da vardır bu: bir şiir, şarkı sözü, hatta yine ata sözü-babasözü de içermemesi gerektiği kuralı da, kah işler, kah işlemez, çünkü bu da “uygulanabilir değil”dir yine. Zira yazarlığın gereği ve herhangi birşeyi anlatmada, anlatımı desteklemek, anlayışı kolaylaştırmak için sıkça bunlardan istifade edilmesi bir gerçekliktir ve uygundur, hatta bir kuraldır bile denebilir de, çünkü bazı durumlarda bu bir “gerekliliktir” de. Hatta bir kural daha, ‘hakaret içerebilecek benzetmeler yapılmaması”… ki en çok güldüğüm kuraldır. Zira aynı şekilde yine sıkça örneklem olarak kullanılan ve/veya adına kısaca benzetme/teşbih/mecaz da diyebileceğimiz türden adına “metafor sanatı” denilen bir gerçek, bir usul de vardır ki, hatta bu “ironik” bir uslupla da yapılabilir ve ironi de yine zaten geçerli ve çoğu yazarca kullanılan bir yazım türü, üslubudur, hatta o da bir tür sanattır, dolayısıyla zaten birer yazım türü, anlatım yolu, sanatı olan bunların dahi kullanımı da yine direk bu “yasak” diye altı çizilebilen yollarla olur ancak. Yani yazım sanatına ve anlatım yoluna aykırıdır zaten bu tip yasaklar ve bir hakaret değildir zaten onlar. Ama buna rağmen kimseyi hedef almadığı halde bile sırf konunun özünü daha iyi anlatabilmek adına yazıda yapılan bir metafor sanatını doğal olarak mesela içinde bir hastalık adı veya bir fabl tarzı hayvan adı falan geçiyor diye bunu da birileri eğer kendi cehaleti ve zihniyetine göre çirkin veya hakaretmiş gibi algılarsa diyeyse eğer bu kural, bu zaten onu öyle algılayanın ayıbı, onun eksikliği, onun sorunudur, yazanın değil ki :))) Kaldı ki, çoğu fıkra ve mizah türü yazı zaten metaforiktir. Birtakım insan hallerini eşeğe benzetir anlatır, çoğu bazı şeyleri Temel’e mal eder anlatır, falan filan. Hatırlarım, başka bir blogda da mesela yönetici karadenizliydi, yollanan temel fıkralarının hiçbirini yayınlamazdı :)))))) Sinirlenirdi insanlar, filancanın fıkrasını yayınlıyorsunuz da benimkini niye yayınlamıyorsunuz diye… soranlara da üstelik, bir cevap verme gereği de hissetmezdi :)))))))))))))))) Demek ki o da tam bir temeldi yani ;) E insanlar da haklı demek ki , gel de metafor yapıp temele fıkralar üretme işte :)

Dolayısıyla çoğu yazıda bu kurallar da haliyle ihlal edilir, zira edilmek zorundadır. Ve onay verip/vermeyici o irade de bunların yine çoğunu doğal olarak kurallara uygun bulup yayınlar da, ama bir bakmışsınız yayınlanmayabilir de… Yani yine bir çifte standart!! İster istemez, işin doğasına esasta bir aykırılık olduğu için zaten, böyle bir kuralın varlığı sadece şu sonucu doğurmuş olur: bir çifte standart ve keyfilik. Oysa bu muydu istenen? Ve iyi veya makbul ya da doğru bir durum mudur bu, değildir tabii ki. Tamamen yanlış ve haksızlık yaratan, dolayısıyla da zararlı bir sonuçtur. İşte o yüzden, kurallar sadece denetleyicileri, onaylayıcıları, kullanıcıları bağlayan birşey değildir, kural koyucuları ve yöneticileri bile bağlayan bir şeydir, öyle ki daha en başta asıl kural koyucuların zaten, kural koyarken, neyin ancak kural olabileceğine çok dikkat etmeleri gerekecek kadar önemli, değerli, şeylerdir kurallar… yani yasaklar, yasalar… Çok ciddi ve önemli bir iştir yani.. öyle herkes kural koyamaz, ya da… her zaman, her can istendiğinde, herkesin harcı değildir… hele de “öyle istedim öyle yaptım” gibilerinden maazallah kimse kural koyamaz…öyle yasaymış… anayasaymış, babayasaymış falan hele hiç yapamaz;)

Ve bir kural daha: Tıpkı, şiirler, şarkı sözleri ve atasözlerinin de bire bir kopya edilememesinde olduğu gibi, “yazıların da bire bir bir köşe yazısından ya da bir yazarın kitabından-romanından kopyalanıp yazılamaması”… Üstelik bu kural, diğerlerinden farklı olarak gayet yerindedir de, çünkü direk telif haklarıyla ilgili bir yasal gerçek, bir bağlayıcılık, bir sorumluluk vardır ortada. E peki buna rağmen çoğu blogda bu yapılmıyor mu? Çokça da görüyoruz yazıldığını… Sıkça da şiir, şarkı sözü ve hatta bir yazarın köşe yazısından ya da bir kitaptan alıntı yapılarak hem de blog yazarınca kendinden hiçbir şey katılmaksızın bile, yani araç olarak da kullanılmayıp bizzat tümüyle amaç halinde bire bir direkt kopyalanıp aktarıldığını görmekteyiz bazı çoğu blog sitelerinde… Hatta bazı blog yazarları bunu bizzat kendi yazmış gibi bile yapabiliyor, o metnin bir alıntı olduğundan ve hatta asıl yazarını belirtmeden bile… İşte burada da önemli olan ve hata/yanlış olan şey şu aslında. Kural koyucu kuralı yazmış, ama kuralı yanlış yazmış, ya da eksik yazmış. Zira bu kuraldan zaten amaç, herhalde asıl, telif haklarının kollanması olmalı. Dolayısıyla bu kuralı yazarken sadece başına “alıntı kaynağı ve eser sahibinin ismi belirtilmedikçe” ifadesini koysa bile daha açık ve net olmuş olacak ve çoğu sorun da belki çıkmayacak. Ya da dese ki, “Kaynak belirtilmedikçe ve ayrıca çok yaygın olarak kullanılıp halk diline yerleşmiş ve genele matuf olmadıkça hiçbir fikir, söz, ya da vecizeden, hiç bir eserden (fotoğraf, çizim, şiir, yazı, buluş vs.) asıl sahibinin, (yazarın, şairin, kaşifin, sanatçının vs.) ismi yazılmaksızın alıntı yapılamaz, ve blog dahili ve haricinde ardniyetli amaçlarla kullanılamaz” gibi mesela… Ama böyle demeyip, asıl bu kuraldaki amacı belitmeyip direk şunlar şunlar yazılamaz denirse komik oluyor işte ve yanlış oluyor tabi haliyle. Ve ne ilginçtir ki, hem böyle bir kural var, hatta bir telif yasası var, ama yine de onaylayıcı irade tarafından bunlara üstelik onay da verilip yayınlana-da-bilmekte… Ama tüm kurallara uygun olduğu halde, hiçbir alıntı da içermediği halde ve sadece “gerçekler” den bahseden bazı özgün yorum ve yazılara da her nedense onay verilmeyip yayınlanmayabilmekte de çoğu bazı blog sitelerinde…
Demek ki bir yazı ya da yorumun kurallara uygun olup olmadığına karar verici o seçici, onaylayıp onaylamayıcı, denetleyici otoritenin de her yerde her zaman tüm kuralları ve doğruları bilip bilmediği ve hangi yazının gerçekten bir bloga uygun olup olmadığı noktasında çok da emin ve yetkin olamadığı gibi durumların da olabileceği bir gerçek ile de karşı karşıyayız.

Buradan da konu, “yazı ve yorumların onayı” hususuna gelmiş oluyor böylece…

********** devamı bundan hemen sonraki bloğumda

Filiz Alev 

 
Toplam blog
: 157
: 3152
Kayıt tarihi
: 03.03.11
 
 

Ekonomistim, emekliyim. İki evlat annesiyim. Müzikle ilgilenirim, bestelerim vardır. Düşünürüm, a..