Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Mart '11

 
Kategori
Blog
 

Blog nedir? (4)

Bir yazıyı ya da eleştiriyi değerlendirirken veya bir olumsuzluk söz konusu olduğunda en azından bildiğimiz tüm gerçekler açısından, en son, “gerçeğe bakacağız, bir gerçek söz konusu mudur, ve de gerçekler söylenerek yanlışla mı savaşılıyordur, yoksa gerçeğe, doğruya mı saldırılıyordur ona bakacağız” demiştik…

Pek tabii ki “doğru”, “gerçek”, “yanlış” olarak adlandırdığımız kavramlar da yine soyuttur ve çoğu insan bunların da göreceli olduğunu düşünür. Ayrıca gerçek dediğimiz şey, zaten henüz tam bilmediğimiz, hele bazılarını zaten henüz çoğu kimsenin de bilemediği, ya da o anda zaten işin aslını bilemediğimiz, bilemeyeceğimiz veya eksik bildiğimiz gerçekler de olabilir. Hatta hatta, “doğru” zaten kendi başına bir muammadır ama, herhangi bir blogda yazar/okur/yorumcu konumundaki bütün insanların topluca hemfikir olduğu bir çok genel geçer doğrular olduğu ve yine aynı şekilde önceden vuku bulmuş herşeyin yine birer gerçek oldukları ve vuku bulmuş oldukları için de görünür oldukları, görünür oldukları için de artık zaten bilinir olup, bilindikleri veya bilinmesi gerektikleri de yine bir gerçektir sonuçta. Demek ki, en azından bu genel geçer doğrulara ve zaten vaki, yani bilinen gerçeklere aykırı hareket etmeyeceğiz demektir bu da, çünkü zaten insan olarak dahi bu her birimizin sorumluluğudur. 

Yani, en azından bildiğimiz tüm gerçekler açısından gerçek üzre olacağız ve hepimizin zaten vakıf olduğu genel geçer doğrulardan da şaşmayacağız.

Ancak bunu söylemek çok kolaydır da, iş yapmaya, gerçekleştirmeye geldiğinde hiç de öyle göründüğü gibi ve o kadar kolay değildir bu. Hatta tam da böyle olduğumuz halde bile, hiç olmadık, beklenmedik itirazlarla, dışlanmalarla, tepkilerle, karşı eleştiriler, suçlamalar, olumsuzluklar, sorunlarla karşılaşabiliriz.
Çünkü karşımızdaki de aynen bizim gibi bir insandır sonuçta ve adına “insan” dediğimiz bu canlı da zaten “herşeyi hiçbir zaman bilemeyecek”, bilmeyen bir varlıktır. Dolayısıyla neyin gerçek olup neyin gerçek olmadığı konusunda da, hatta bilinen net ve kesin gerçekler hakkında dahi, şaşkındır insanoğlu, unutkandır ve reddediş içindedir çoğunlukla. Onun için önce bu “gerçeği” kabul etmeliyiz, bilmeliyiz en başta. 

Ve ayrıca, yazımın ilk bölümünde şikayet mevzuundan bahsederken de demiştik ya hani, bir de olumsuz gerçekler de vardır ve insan olumsuzu çok zor kabullenir diye… 

İşte sırf insanın bu gerçeklikleri nedeniyle ne acıdır ki genellikle de “gerçekler” söylendiğinde, gerçekler yazıldığında zaten rastlanır böyle durumlara da. Tıpkı doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovarlar misali… İşte bu da bir gerçek. Ama işte “gerçek” işin bir faslı, “doğru” ise işin bir diğer ve asıl faslıdır daima. Çünkü hayatta insana “faydalı” asıl şey hem “gerçeklerdir” hem de “doğrulardır” ama, gerçekler her daim ve ille de sevilesi ve hoşumuza giden, iyi gerçekler olacak diye bir kural da yoktur! Doğru her zaman iyidir, olumludur, ama gerçekler her zaman iyi gerçekler olmayabilir; kötü, çirkin, olumsuz gerçekler de vardır. Fakat buna rağmen, gerçek, sırf gerçek olduğu için zaten daima faydalıdır da. Yani gerçek ile doğru arasında böyle bir farklılık ama aynı zamanda da bir aynılık vardır. Zaten doğru ve yanlış ayırımı da, gerçek ile doğrunun arasındaki bu farklılık ve “gerçeğin” bu vasfı nedeniyle çıkar karşımıza. Bir şey, gerçekleri içermiyorsa, veya dayanağını gerçeklerden almıyorsa zaten yanlıştır, doğru da değildir, olumsuzdur, kötüdür, zararlıdır. Buna karşın bir şey iyi gerçekleri içeriyorsa doğrudur, yani olumludur da, dolayısıyla zaten kuşkusuz faydalıdır, ama kötü gerçekler varsa, yani bir olumsuzluk zaten varsa, yapılan şey de doğru da olabilir, yanlış da. Çünkü “olumsuz” diye adlandırılan niteliğin özelliğidir bu: olumsuz herhangi birşeyin varlığı, otomatikman bir paradoks yaratır ortamda. Ve bu paradoksal durum nedeniyle de “insan doğası”, neyin doğru, neyin yanlış olduğunun ayrımını yapamazlaşır. Karşımızdaki kişi gerçekleri söyleyip doğruyu yapıyorsa bile, eğer o gerçek bizde var ama hiç de makbul ve hoşumuza giden bir gerçek olmadığında, böylece o olumsuzluk da zaten bizde olmuş olduğu için, otomatikman onu reddeder bir yapıya girerek yapılan doğruyu da uygun bulmamış olabiliyoruz. Yapılması doğru olan bir şeyi, yanlış dahi zannedebiliyoruz. Yani ortada salt kendimize ait kötü, nahoş bir gerçek varsa, yanlış yapmışız demektir, olumsuzluk bizde demektir zaten, ama bu yanlışa ve kötü gerçeğe rağmen bunları da reddederek bir yanlış daha yapmış oluruz. Çünkü insan doğası, en has haliyle özünü-kaynağını olumludan, doğru’dan ve gerçekten aldığı için, kendini, bu paradoksal durumun farkına varıp, bilinçli bir şekilde paradoksu kontrol etmedikçe, kendi bilinciyle bu paradokstan kurtulamadıkça, o has doğasının en primitif, doğal tepkisi olarak, direkt bir içgüdüsel refleksle kendi adına olumsuzu, yanlışı, yalanı-sahteyi mutlaka bilinçsizce reddeder, çünkü insan dediğimiz varlığın kendi orijindeki oluş yapısı olumluya, doğruya programlıdır zaten. Oysa karşımızdakinin bu yanlışı ve gerçeği bize farkettirmeye çalışması gayet de uygun ve doğru bir davranıştır, ama sadece kendiyle münhasır o insan doğamıza gel de bunun neden uygun olduğunu anlat, ya da anla… Onun için işte, sadece bir blogda değil, hayatın tümü içinde, ve yine sadece blog yöneticisi, denetçisi, yazarı, okuyucusu, kullanıcısı olarak değil, tüm insanların zaten, insan olarak uymaları ve bilmeleri gereken tek kural, tek gerçek, tek doğru, tek uygun olan da bu: 

Ortada bir gerçek olacak, o gerçeği de eğip bükmeden, eksiltip, abartmadan, ve de diğer gerçekleri de gözardı etmeden, hiçbir gerçeği yok da saymadan, tam da gerçekte olduğu gibi diğer tüm gerçeklerle de birlikte ele alıp, gerçekten o gerçek dile getirilerek, farkında olunulanlar, farkettirilmeye çalışılacak, aynı şekilde farkettirileni de farketmeye çalışacağız. Ve adına “doğru” dediğimiz, “doğruyu yapmak” dediğimiz şey de bu oluyor zaten. Doğrusu budur. Dolayısıyla, uygun olan da zaten yine budur. Kural da budur. Bir eylem, bunun adı ister bir söylem, bir yazı, bir yönetim, bir denetleme olsun, ister bir bildirim, savunma, şikayet, eleştiri ya da yaptırım olsun hiç farketmez, gerçek olacak, doğru olacak, ancak zaten böyle olursa uygun olacak ve demek ki yanlışla da savaşılacak. Yani kötü gerçeklerin yerine, iyi gerçeklerin konulmasına da çalışılacak. Olumsuzluk etkisiz kılınmaya, olumluya çevrilmeye çalışılacak. Hele de ilişkilerde, iletişim ve paylaşımlarda sadece tek tarafın değil, aynı anda her iki tarafın da böyle yapması gerekiyor. Kural bu, ister hoşumuza gitsin ister gitmesin gerçek bu, doğru da bu. Bir yazıda veya eleştiri yapıldığında, önce içerikte gerçekten gerçeklerin mi olup olmadığına bakıyoruz, gerçekler yoksa zaten, gerçekleri, aslını, doğrusunu söylüyoruz. Yok eğer gerçekler var ise, sonra da o gerçeklerin iyi mi, kötü gerçekler mi olduğuna bakıyoruz, eğer o yazıya ya da yoruma/eleştiriye konu olan kötü gerçekler ise zaten, o eleştiri/yorum veya yazı da o kötü gerçeklerden bahsedeceğine göre, kötü gerçeklerle dolu olacaktır tabii ki, içeriği de zaten olumsuz olacaktır doğal olarak. Dolayısıyla bir eleştirinin içeriğinde hep sadece olumlu ve iyi gerçekler bulunmasını, iyi ve olumlu gerçeklerden sözedilmesini beklemek yanlıştır, olamaz da zaten. Çünkü doğru olanı yapıyor, farkettirmeye çalışıyor, o olumsuzluklardan o gerçeklerden dem vurmadıkça, bahsetmedikçe nasıl farkettirebilir ki başka..? Hani olumlu eleştiri, yapıcı eleştiri falan derler ya, yoktur gerçekte böyle bir şey de. Eleştiri eleştiridir, genel kullanım anlamıyla eleştiri de kaynağını çoğunlukla olumsuz bir gerçekten alır zaten... gerçekten gerçeklere dayalı, yani hakedilmiş bir eleştiriyse tabi.

Demek ki sadece gerçekler dile getirildiği için ve gerçekler dile getirildiği halde kabullenilmiyorsa ve onaylanmıyorsa bir takım yazı/yorumlar, blogun ve insanın dahi bizzat amacıyla ve yararıyla ters düşülmüş olur. Bu sadece yanlışa bir hizmet olur; doğruya, faydaya, insana değil. Hele de onay safhasında, yapılan işin amacıyla bundan daha da büyük bir kendiyle çelişki olabilir mi?

Fakat ne yazık ki işte farklı farklı yerlerdeki, özellikle de yoruma da açık çoğu blog veya forum sayfalarında sürekli böyle bir çifte standart, çelişkiler veya keyfi tutumlar, yanlış anlamalar, yanılgılar, dolayısıyla da yanlış ve zararlı hatta haksız ve yersiz tutumlar söz konusu olabiliyor. 

Keyfi diyorum, çünkü bazen okuduğunu anlamayan bazı kişilerin varlığı da söz konusu olabiliyor, ve ayrıca şu gerçek de göz ardı edilebiliyor: “Hayatta ve insanda hiçbir şey ve hiçbir gerçek, şöyle bir yüzeysel okumayla veya sadece birkaç satırla, hatta bir kerede bile, öyle kısaca, ne anlatılabilecek, ne de değerlendirilebilecek ve anlaşılabilecek kadar basit ve kolay değildir.” Bir yazıyı yazmak bir yetenek, bilinç, eğitim ve derinlik, bir yazıyı okumak bir potansiyel ve arayış, bir yazıdan doğru ve gerçek anlamda faydalanmak bir iyi niyet, temiz bir bilinç ve tarafsızlık, okuduğunu doğru anlamak ise yine bunlar ama bunların da ötesinde çok daha başka hasletler de gerektirir.

Zira bloglarda bazan sorunlar tam da yukarıdaki nedenlerle, yani öylesine bir okuyup geçildiği için veya okuduğunu anlamamaktan da oluşur. Onun için bu gerçekleri de bilmekte yarar var. Dolayısıyla bloglarda, hatta zaten gerçek hayatın içinde her türlü ilişkilerimizde de hiç kimse kendini “gerçeklerden” üstün görmemelidir. Gerçeğin üstünde de “doğru” vardır zaten, herhangi bir kişi veya birey değil. O nedenle de bir blogta bir insan bir diğerini sırf bir yazının içindeki gerçekler için “uyarmaya” da, “alınmaya” da, “hesap sormaya” da, “onaylamamaya” da, “yasaklamaya” da yetkin değildir diyorum. Yeter ki içerikte gerçekten “gerçekler” olsun. Ve pek tabii ki övgüler de eleştiriler de yine gerçekten hakça, yani dozunda ve makul bir ölçüde ve saygı çerçevesinde de yapılmış olsun. Ama tabiki sadece eleştiriye odaklanıp, övgüden mahrum bırakmak da yanlıştır. Övgü ve onay da, aynen eleştiri ve itiraz kadar değerlidir, anlamlıdır, gereklidir, doğrudur. Yeter ki yerinde ve gerçekten hakettiği ölçüde ve o bile hakça zaten yapılsın. Yani kısaca, eleştiri de, hatta övgü bile, herşeyde olduğu gibi hakediliyorsa yapılmalıdır ancak. Zira bloglarda hiç gerekmediği halde, herşeye sırf laf olsun, hareket olsun diye ille de bişeylere mutlaka itiraz edenler olduğu gibi, yine aynı şekilde sırf laf olsun, torba dolsun diye pek çok şakşakçıya da rastlarız.

Sonuç olarak;
Bloglarda konu “ilk olarak” yazılardır, yazılanlardır… kişiler, kişilikler değil.
Kişileri, kişilikleri değerlendirip onaylamak veya onaylamamak ne blogçunun ne de blog denetleyicilerinin ya da blog kural koyucularının yetkisinde değildir.
Fikirlerdir bloglarda “öncelikli” olarak önemli olan, kimlikler değil.
Kimlikleri onaylayıp, onaylamamak hiçkimsenin yetkisinde değil, ama fikirleri onaylayıp onaylamamak ise kesinlikle blog denetleyicisi veya kural koyucunun yetkisinde değildir. Çünkü fikir denetlenmez, denetlenemez, ancak paylaşılır…. Paylaşılması için de yayınlanması gerekir, yayınlandıktan sonra da ancak okuyucularca tartışılır, kimilerince onaylanır, kimilerince onaylanmaz. Herkes görev ve yetki alanını, sorumluluk alanını da iyi bilmelidir. Keşke şu yazdıklarımı başka bloglarda da yazabilseydim, Ama yazamam biliyorum, çünkü herkesden önce, direk bizzat yöneticiler kendi üstlerine alınıp, kendilerini eleştirdiğimi zannederlerdi. Oysa tümüyle genel geçer gerçekleri yazıyorum sadece. Neyse ki, burda şimdi bunları yazıyorum çünkü bir avantajım var, çok büyük bir avantaj: henüz çok yeniyim, ve bu üçüncü yazım. Yani zaten henüz eleştireceğim herhangi bir şey ne görmüş, ne de yaşamış değilim. Hatta aksine şimdilik tam da benim bahsettiğim gibi blog nedir bilen bir blog olduğunu düşünüyorum. Üye olduğumdan bu yana geçen şu 10 günde olumsuz bir şeye de rastlamadım. Üstelik gözlemlediğim kadarıyla, benim zaten kullanamayacağım çok sivri kelimelerle yazılmış bloglar da okuduğuma göre, hayli demokratik ve yayın ilkelerine bağlı bir yer. E ne de olsa Milliyet’in bloğu tabi, tabi ki diğer sair bloglardan çok daha iyi olacak; çekirdeği medya-yayın-gazetecilik zaten. Yayıncının da yazarın da halinden yayıncı ve yazar anlar ancak. Neyse gene konumuza döneyim. Benim de eleştirilecek yanım bu işte, hem ne kadar kısa yazmak istesem, bir türlü beceremem, uzun yazdığım için de konudan arada uzaklaşırım böyle :(
Gerçi uzaklaşmış da değilim ya, yine konu blogtu ;)

Ancak şu da bir gerçektir ki, tabiki bu yazıların, fikirlerin ve yorumların sahibi ve bunları yazanlar da sonuçta birer kişidir, insandır, yazandır. 

Dolayısıyla bloglar kimsenin kimseye üstünlük taslayacağı yerler değildir; isterse adı yönetici, denetleyici olsun. Çünkü zaten aslında kimse kimseden daha üstün de değildir ama tek bir şartla: Pek tabii ki, sadece gerçekleri söyleyip, gerçekleri iş edinmiş, doğruyu yapan, ve sırf bu amaçla hareket ettikleri için zaten iyi niyetli olan insanlar, yanlışlarda olan, yanlışı yapan, gerçekle değil, zanlarla hareket eden ve yanlışlara ya da gerçekdışılıklara dolanıklardan üstündür. Aynı şekilde, toplumsal, yani daha geniş anlamda kimseyi birbirinden ayırdetmeden tüm insanlar için birşeyler yapanın, sadece şahsi yada daha özel bir grup için birşeyler yapandan daha üstün olduğu gibi.

Yani asıl çonuç: Hiçkimse gerçeklerden daha üstün değildir. Doğru da daima yanlışlardan daha üstündür. Çok doğaldır ki iyi niyetli ve bütüne odaklı olanlar da kötü/ard niyetli ve dar alana odaklı olanlardan daha da üstündür. Tıpkı olumluya odaklı olanların, “sadece” olumsuza odaklı olanlardan daha üstün olduğu gibi.
Ayıraç ve belirteç sadece budur yani. Fark da sadece buradadır. Yoksa sonuçta hepimiz birer insanız zaten, ve kimimizin bildiğini diğeri, diğerinin bildiğini de biz pek ala bilemiyor da olabiliriz. Böylelikle de biri pek ala yanılıyor, yanlış düşünüyor olabileceği gibi, bir diğeri de yine pek ala gerçekten doğruyu o söylüyor, gerçeği o görüyor, o söylüyor da olabilir, yine aynı şekilde biri farkediyor, diğeri henüz farketmiyor da olabilir. 

Zaten insanın tek yaratılmayıp, insan-lar yaratılmış olmasının da yegane sebebi bu değil midir? Maksat sinerji oluşsun... Yani, insan paylaşsın ki bilsin, katılsın ki bildirebilsin, biledebilsin diye değil midir? Ve bloglar da işte yine bunun için, bu amaçla değil midir, insanlar paylaşsın diye..? Ve...
Farkeden farkettiğini farkettirsin ki, farkedemeyen varsa eğer, o da farketsin.
Ya da,
Farkedilmeyen birşeyler olabileceğinin farkındalığıyla, yani birileri farketmediği birşeyler olabileceğinin farkındaysa eğer, farkedilebilecek birşeyler bulunabileceğini farkederek, farkında oluşlar ve hatta olamayışlar arasından bile bir şeyler farkedilebileceğini insan farketsin.
Dolayısıyla, doğru birşeydir blog, iyi bir şeydir, faydalı birşeydir… İyi niyetli bir şeydir. Bütünsel, toplumsal birşeydir.
Yeter ki, zaten imkansız olan veya uygulanabilir olmayan, hele de amaca ters/aykırı bir takım yanlış kurallarla ve “yetkim var”, “tek ben doğruyum” zanlarıyla, hem blogla faydaya yollar açıp hem de engelleyerek yanlışlar yapılıp haklar ihlal edilmiş ve sınırlandırılmış da olmasın.

Okuyanlar için teşekkürlerimle,
Sabırları için de takdirle,
Sevgiyle ve saygıyla…

Filiz Alev 

 
Toplam blog
: 157
: 3152
Kayıt tarihi
: 03.03.11
 
 

Ekonomistim, emekliyim. İki evlat annesiyim. Müzikle ilgilenirim, bestelerim vardır. Düşünürüm, a..