- Kategori
- Blog
Blog ve blog'culardan kesitler, silahşorlar, kalemiticeyn'ler...
Bartın Güzelcehisar'daki Mehmet Gölbucaklı'nın balkonundan
Erdal Ceyhan, “blogcu” yu tarif etmiş son yazısında. “Blogman”, blog adamı diyor ona. Yani blog eri. “Kafasında blogdan başka bir şey yoktur onların. Hayat onlar için varsa da, yoksa da blog’dur” diyor ve şöyle devam ediyor: “ Bazıları blog’ları çöplük yapıp, oralarda ötüyor. Öteki horozlara çatan fani yaratıklardır” demekte.
Eee, vallahi on yıldan beri, “bir blog’cu,” bu kadar güzel tarif edilmemiştir. Parantez içinde de eklemiş: “Tavuklara çatamaz, çünkü canına okurlar” Blog’larda çatmak, çatışmak anlamında olsa gerek.
Blog-women, Blog-voman, Blog-off, blogahvaz, blog-aut, blogistdiye de çeşit sayan dostumuz, “bir Pazar skeçi” yazmış gibi. Yazısı mizaha da uyar. Bir başka blogcu Reha Ülkü de şöyle tasnif yapmış: “Okumaz yazmaz, blogmaz” gibi.
Blog’larda eski kavgalar arasında neler çıktı piyasaya neler. Ortada dönen laflar yenir yutulur cinsinden değildi. Ne idüğü belirsiz, blog-biti peydahlanmıştı. Bir de üstüne üstlük erkek gibi küfreden, şişesinden içki içen, uzaklara kadar tükürebilen “Kalemiticeyn” ler vardı. Kısacası biz onlara Kalemiti-Ceyn derdik (Calamity-Ceyn)
Bu Kalemiticeyn’ler, bloglarda ahkam kesenlerin önde gidenleriydi. Trenlerin son vagonuna atlayabilen, hiç inip de öteki vagonlara geçmek istemeyen, yerlerinden memnun ve mesut bu kişiler, bol bol ahkam keserlerdi. (Bu sıralar onlardan ses ve sedaları yok)
Bu “kalemiticeyn’ler” çamura yatmaktan hoşlanırlar. Fillerin aygırların çamura yatması gibi.
Bu “Klavyesi olan yazar, ağzı olan konuşur” larla onuncu yıla ayak bastık blog yaşantımızda. Neredeyse 3’ cü fakülteyi bitirmemize de ramak kaldı hani.
Kendisine kalemşor sanan, bu yüzden silahşorlüğe soyunan bazı blog yazarları da oldu. Böyleleri, bir tek kendilerini nimetten sayarlar. Atlıya eşekliye selam vermezler. Her yeni blogcuya laf yetiştirirler, akıl verirler, arada bir de azarlarlar.
Bazılarının sepetlerinde pamuk yoktur. Mevcudiyetleri kendinden menkuldür. Kendilerini “tek tabanca” bellerler. Bu tipler, etliye sütlüye, yaşa başa, de’da’lara karışırlar. Böylelikle, onun bunun sırtına arsızca binerek, bindikleri adamın sırtından “nemalanmak” isterler.
İşte! Karı koca, simitlerini çaya bandıra bandıra, Bandırma’nın sahillerindeki gazinoda yiyen, yani Sayın Ceyhan’lardan ilham alarak bu yazıyı yazdık.
Oysa kimsenin tavuğuna “kışt” demek istemedik.
Ört ki, ölem !