Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Mayıs '07

 
Kategori
Mizah
 

Blog yazmak istiyorum... Rahat bırakın.

"Bakın bu blog... Bu da yazı."

Anlamadan bir monitöre... Bir yüzüme bakıyor.

İşte bütün "mesele" bu... Ayrı dilleri konuşuyoruz.

"Çamaşır... Bulaşık... Ütü... Haaa... unutmadan... Bir de haftanın üç günü börek açmak desem... Ardından yüzüme sevimli bir gülümseme ekleyip... Kocanız ve siz... Diye devam etmesem... O nasıl olsa söyleyecek çok şey bulur o "yarım kalmış cümleyi" tamamlayacak.

Ama bunları söyleyemem... Gülmelerim gelir... Gülerim... Anlar (mı acaba?) dalga geçtiğimi...

Felaketimi hazırlayan... Ve şu anda canım olmayan ablaya ne diyeyim?

Sen, çek git Ankara'ya birkaç gün diye... Bir hafta olsun gideli... Hala dönme. Ve beni başbaşa bırak o çokbilmişlerden biriyle.

Yan yana kapılarımız... Evin önündeki ortak balkonumsuya çıktığında... Şöyle bir başını çevirmesi yetiyor beni görmesine. Kapıdan direkt salona giriliyor... Bilgisayar hemen girişte.

Küçülmeye... Hedef şaşırtmak için hafif yana eğilmeye çalışıyorum... Ama nafile... Görse de görmese de günlük tekmil alınıyor.

"Ne yaptığım... O gün ne yapacağım" mutlaka bir soruluyor. Neyine lazımsa.

Arada bir ayıp olmasın diye yarım ağız "Buyurun isterseniz" deyip... Sonra ağzımı kapatıyorum sımsıkı ellerimle... Nasıl söylerim o cümleyi... Nasıl? Çünkü daha cümlemin yarısında... Hoooppp! Bizde.

Bu sabah tersimden kalktım derler ya, öyle... Çünkü sabahın köründe (saat 8.30 civarı) kapının ziliyle uyandım. Neymiş efendim... Güneş üzerlerine gelmeden... Sabah serinliğinde "yaprak toplayacakmış."

Nedir benim bu yapraklardan çektiğim. Şeytan diyor "Git, şu asmayı kökünden..." Hiiii! ne ayıp... Ve de günah değil mi... Asmanın ne suçu var. Hem ben daha üzüm yiyeceğim.

"Tabi.. Tabi... Buyurun" diyorum uykulu uykulu. O balkona çıkıyor... Ben banyoya elimi yüzümü yıkamaya... Dişlerimi fırçalamam lazım... Yanına gitmeden önce... Zaman geçirmem lazımmmm.

Sakin olmalıyım... Gülümsemeliyim... "Bir nescafe alır mısınız?" da demeli miyim? Dedimmm... Ve yine ağzımı kapattım elimke... Ama geç kalmıştım... Duydu... Artık çok geç.

"Çıt... Çıt... Çıt..." Canım yaprakların can çekişme sesleri. Koparılıyorlar tek tek. Neyse, görmeyeyim.

Kahveler hazır... Bir eda oturuyor koltuğa...

Yaşlı ama dinç kadınlardan... Yetmiş yaşlarında... Ve otoriter bir görünümü var... Şöyle bir süzüyor beni... "Sen hiç komşuluk bilmiyorsun" diyor.

- Nasıl yani?

- Komşu dediğin gelir gider ...

- !!!

- Oturuyorsun o bilgisayarın başına... Yaz babam yaz... Oku babam oku...

- !!!

- Balkonda da oturup etrafı seyrettiğini görmedim ki... Ha bire kitap, gazete okuyorsun.

- !!!

- Öyle olmaz... Gelirsin bir tavla oynarız... Sohbet ederiz.

Zorla tavla oynattığı gün geliyor aklıma. İki mars bir oyun demiştim... Bir çalım oynamıştı... Üç el üst üste mars olunca da günlerce surat asmıştı. Bu geliyor aklıma... Hatırlatsam mı acaba? Yok olmaz... En iyisi daha yumuşatarak, neden gitmediğimi anlatayım.

- Ben öyle mıncık mıncık ilişkileri sevmiyorum... (Galiba burada "mıncık mıncık" kelimesi olmadı... Gözlerini devire devire bakmaya başladı)

- Yani... Hmmm... Şey... Sizi rahatsız etmek istemiyorum... Ne güzel oturuyorsunuz eşinizle....

- Anlaşıldı... Yani diyorsun ki sen... Ben böyleyim... Siz de böyle olun.

Sabrım taşmak üzere. "Ben böyleyim... Evet. Ama siz istediğiniz gibi olun... Bana bulaşmayın" da denmez şimdi... Bir kaşım havaya kalkıyor... Zorla geri, yerine indirmeye çalışıyorum... Çünkü o kaş havaya kalktı mı eyvah! Dilime mani olamam. Kibar omam lazım... İncitmemem lazım... Ya öf! Ne bu sabah sabah.

- Tamam... Peki... Gelmeye çalışırım (Zorlarım kendimi.) Biraz işim var da bu aralar bilgisayarda.

Yumuşuyorumsu oluyor yüzü... Ve gidiyor... O gider gitmez telefona sarılıp... Ablamı arıyorum.

- Ne zaman geleceksin... Çok özledim... Çoookkkk.

Gerçekten özledim... Ama bu cendereden de gelip beni kurtarmasını istiyorum.

- Üç-dört gün sonra işim biter, dönerim diyor.

Üç-dört gün... Gözümde büyüyor zaman.

İçimden geçenleri sizden saklamayacağım. Diyorum kiiii... Sabiha Rana'yı çağırsam... Çeşitli yörelerin dillerinden konuşup... O çokbilmişi abandone ederken... Ben çığlık çığlığa şarkı söyleyerek ayağına bassam... Homeros iki şişe birasını fedakarlık edip... Kadına ikram etse...

Bu arada hasimce'nin Tuğçe'si kadının kocasını oyalasa... Ümit Culduz hemen uçağa atlayıp gelse... Ve duruma el koysa... Sekizinci kattan düşmenin sakıncalarını kadına bir güzel anlatsa.

Kaç gün idare eder dersiniz?.. Hı! Kaç gün rahat ederim.

Not: Bu yazıyı okuduktan sonra imha edin lütfen... Birileri... Hani o birkaç gün sonra gelecek birileri var ya... Okumasın.

 
Toplam blog
: 139
: 1916
Kayıt tarihi
: 12.04.07
 
 

Bana biri kendini anlat dese, susar kalırım. Her konuda çılgın bir istekle konuşan ben, işte o anda ..