Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Eylül '06

 
Kategori
Blog
 

Blogçunun reyting kaygısı

Blogçunun reyting kaygısı
 

Blogunuzun kaç hit aldığını merak ediyor musunuz? Sayfanıza girer girmez “yorumlarım” bölümünde yayımlanmayı bekleyen yorumunuz olup olmadığına bakıyor musunuz? Elektronik posta kutunuzu Milliyet Blog’dan gelen bir mesaj var mı diye sık sık kontrol ediyor musunuz? Arada bir bilgisayarınızın hesap makinesini açıp bloglarınızın toplam kaç kez görüntülendiğini hesaplıyor musunuz? Cevabınız “evet”se, - ki, çoğumuzun cevabı o yöndedir sanırım - televizyonlar reyting uğruna ne gariplikler yapıyor diye kızmayın, artık siz de reyting hastalığına yakalandınız demektir.

Hepimiz takdir edilmeye, ilgi görmeye, tanınmaya, sevilmeye ihtiyaç duyuyoruz. Bu içimizdeki rekabet güdüsünün yarattığı bir ihtiyaç... Bu bakımdan bir televizyon programı için reyting; piyasaya çıkan bir kitap için satış rakamı; bir gazete/dergi için tiraj ne ifade ediyorsa blog yazarı için de görüntülenme sayısı o anlama geliyor.

Blog, “web üzerinden tutulan günlük” diye tanımlanıyor kısaca ama bu bildiğimiz anlamda bir günlük değil. Bilgisayarımıza ya da defterimize yazıp herkesten özenle sakladığımız klasik anlamdaki günlüklerimizin aksine bu ortamda yazılanların öncelikle başkaları tarafından görülmesi, okunması, beğenilmesi, reaksiyon alması amaçlanıyor. O yüzden görüntülenme sayısı sizin açınızdan hayati bir konu haline geliyor. Başlarken bunu amaçlamıyor, sadece içinizi dökmek, adınızı herkesin ulaşabildiği bir yerde görmek isteğiyle giriyorsunuz ama zamanla reyting virüsünün kanınıza bir daha hiç çıkmamak üzere karıştığını anlıyorsunuz.

Tabii yazılarınızın görülme şansı bir ölçüde ana sayfada kalma süresi, bannerlara çıkması gibi koşullara bağlı. Bu, görüntülenme olasılığını doğrudan etkileyen bir faktör. Cillop gibi bloglarımın ana sayfada yer almadan heba olup gitmesi yüzünden beklediğimden çok az görüntülendiğini biliyorum! Örneğin, bundan önceki yazım...

Bunun yanında seçtiğiniz konular, attığınız başlıklar, yazının yanına koyduğunuz görseller, yazma sıklığınız, tanınırlığınız, üslubunuz, cinsiyetiniz, sayfanızdaki fotoğrafınızın fiyakası vb faktörler de hit alma şansınızı etkiliyor.

En fazla okunma şansına sahip konu, tahmin edileceği gibi aşk/evlilik... Özellikle de kışkırtıcı, merak uyandırıcı bir başlık taşıyorsa, erkekler açısından bir kız/kadın; kadınlar açısından bir erkek tarafından yazılmışsa görüntülenme olasılığı epey yükseliyor. Bunun yanında genel olarak başlık ve giriş cümlesi, blogun konusu ne olursa olsun görüntülenme olasılığını doğrudan etkiliyor.

Yazma sıklığı da toplam reytingi etkileyen unsurlardan biri. Bunu bilen arkadaşlar hedefi vurmak için seri atışlar biçiminde günde birkaç yazı giriyor! Ey rekabet güdüsü, sen nelere kadirsin! Ancak bu tercihin aktörlükteki “yüz eskitme” tehlikesi gibi bir sakıncası olduğunu hatırlatmak isterim naçizane; yine de kendileri bilir elbette...

Yazarın cinsiyeti, sayfasının ziyaret sıklığında, yorum/mesaj almasında göz ardı edilmemesi gereken bir konu. İstatistikler herşeyi ortaya koyuyor zaten. Yazarın sayfasındaki güzel (?) bir resim iyi bir yazıya bir edebiyat şaheseri muamelesi yapılmasına yardımcı olabiliyor! Karşı cinsler tarafından masumane hafiften flörtöz yorum/mesaj yağmuruna tutulmasına neden olabiliyor!

Yazının uzunluğu okunma şansını etkiliyor. Birkaç dakikada bitecek bir yazıyı okuyup geçmek daha az yorucudur tabii... Uzun yazılar ilk bakışta göz korkutur.

Bunlar benim reyting sorunumuzla ilgili gözlemlerim. Uzatmak mümkün ve bilmediklerim de vardır mutlaka, çok uzatmayayım.

enim reyting ya da görüntülenme oranına bakışıma gelince; tabii ki herkes kadar ben de önemsiyorum bunu... Her yazarın taşıdığı kaygıyı ben de taşıyorum. Yazdıklarım anlaşılacak mı; kaç kişiye ulaşabilecek; ana sayfada ne kadar kalacak; ne zaman yayına alınacak; yorumlanacak mı; olumlu mesaj gelecek mi vs vs... Bütün bunları düşünüyorum. Fırsat buldukça sayfamı kontrol ediyorum. Görüntülenme oranlarına bakıyorum.

İşim yazıyla ilgili, günüm bilgisayar başında yazı yazarak geçiyor. Blog ya da başka bir alanda yazmak için ancak akşamları vakit ayırmam gerek, o da çoğu zaman bıktırıcı bir hal alıyor. Ama yine de içimden gelen bir şey olursa bir çırpıda yazabiliyorum. İmkân olsa bile her gün yazmak istemiyorum; hem öteki arkadaşları da okuyayım hem de eski yazılarım biraz okunabilsin diye düşünüyorum. Kısa tutmak istiyorum ama kendimi tutamıyorum, bu yüzden en kısa yazım dört bin vuruştan aşağı değil. Benim derdim de bu.

Okunma oranım çok yüksek değil ama fena de sayılmaz. Görüntülenme oranını herkes gibi önemsiyorum ancak esasta benim için önemli olan şu: Eğer bir yazımı aradan bir süre geçtikten sonra dönüp okuduğumda bende hâlâ, “fena yazmamışım” hissi uyandırıyorsa benim nazarımda amacına ulaşmış demektir. Bir orijinalitesi varsa, bir fikir içeriyorsa, anlaşıldığına dair bir yorum gelmişse, okuyanda ilham uyandırıyorsa, ister on kişi, ister bin kişi tarafından okunmuş olsun sınıfı geçmiştir. Herhalde hepimiz aslında bu yüzden buradayız (?)...

Yine uzattık ya!...

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..