Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Mart '09

 
Kategori
Blog
 

Blogda siyaset

Blogda siyaset
 

Yok.


Konumuz elbette futbol değil ama Avrupa’daki “meşin yuvarlak sektörünü” sevk ve idare eden UEFA’nın kriterlerini bilmeyen yoktur sanırım.

Özerk federasyon şartı başta olmak üzere maçların oynanacağı stadyumlar ve bu stadyumları dolduran seyircilerin oturma biçimleri; sezon öncesi “renk ve şekilleri” yerel federasyon ile UEFA’ya bildirilen formalar ve bu formalara alınacak reklamlar; futbolcuların iç veya dış transferlerinde uyulması gereken kurallar; naklen yayın konusu vs…

Bu kurallardan birini dahi ihlâl eden bir ülke,(Yunanistan örneğinde olduğu gibi) UEFA’nın ve hatta FİFA’nın organizasyonlarında yer alamaz. Bu durum, Türk futbolu için de geçerlidir. Olası bir yaptırımda, Kapıkule’den dışarı çıkmamak şartıyla “Tam bağımsız Türk futbolu” sloganları atmak, “Bizler Atatürkçüyüz, solcuyuz, şöyle ulusalcıyız, böyle zart zurtçuyuz” diye babalanarak rahatlamak hoştur tabii ama pek bir getirisi yoktur.

Başta da belirttiğimiz gibi konumuz futbol değil. UEFA ve FİFA örneklerini çoğaltabiliriz zira dünyayı bu ve benzeri kuruluşlar yönetiyor ve hepsinin de uyulması gereken kuralları, önceden bilinen kriterleri var.

NATO, BM, İMF, Dünya Bankası vs.

Türkiye Cumhuriyeti’nin bu kuruluşlarla anlaşmaları var. Canı sıkılınca “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de o dünyadaki yerini alır!” sloganları atarak gemileri yakamaz. Türkiye, dışa açık bir ülkedir, kapılarını “tam bağımsızlık” gibi tanımlaması bile yapılmayan gerekçelerle dış dünyaya kapatamaz.

Bir de Avrupa Birliği var tabii. Bu birliğin kriterleri, UEFA kriterlerinden daha kapsamlı. Türkiye'nin de altını imzaladığı on binlerce sayfalık bu devasa sözleşme sadece “kokoreç” yasaklarından ibaret değil. “Şeriat” ile yönetilen bir devletin bu AB oluşumunda yeri yok ve zaten aralarına almazlar. Yok, ama hazineden geçinmeli “sivil-asker bürokrat” saltanatına da yer yok.

Oysa Türkiye'nin Avrupa'ya, Avrupa'nın da Türkiye'ye ihtiyacı var.

Ülkemiz zaten bu oluşumun içinde… Serbest dolaşım hakkına sahip 4 milyon işçi/memur ve işvereniyle içinde, Gümrük Birliği mevzuatıyla içinde. Ne var ki bu oluşumun nimetlerinden gerektiği ölçüde yararlanamıyor. Devlet çarkını Avrupa Birliği normlarına uyduramadığı, devleti yeniden yapılandırmadığı müddetçe yararlanamayacak da.

Cumhurbaşkanının Ermenistan ziyareti, soykırımı ile ilgili “özür” girişimi, sürgünde ölen aydınların gündem oluşturan durumları, Kürt televizyonu, CHP’nin ani değişikliğe uğrayan “türban” yaklaşımı…

Hepsinden önemlisi; Silivri Duruşmaları…

Kabul etmek gerekir ki, “dış mihrakların” etkili olduğu “olumlu” gelişmeler bunlar. İktidar partisi ise bu gelişmelerin (istemeye istemeye de olsa) sadece uygulayıcısı. Pek merak edilmeyen o on binlerce sayfalık anlaşma, “devletin yeniden yapılandırılmasının” tarifini içerir.

Demokrat bir çatı altındayız. Milliyet gazetesinin bize sunduğu imkânlardan yararlanarak görüşlerimizi dile getiriyoruz. “Darbe çığırtkanlığı” içeren yazı ve yorumlar biraz şaşırtıcı olsa da her türlü görüşün özgürce dile getirilmesi oldukça yararlı. Farklı siyasi görüşlerin site içinde “kamplaşmalara” neden olması ise yadırganmamalı.

Ne var ki site içindeki siyasi tartışmalar oldukça “yerel” ve “medyanın” yörüngesinde. “Kapıkule” dışında olup bitenleri kapsamayacak şekilde “kısır”, yazılarda kullanılan siyasi terminoloji seksenli yılların da gerisinde. Eli kalem tutan aydınlarımız ise(sitede) tartışmayı, biraz da “bilgicilik” içeren bir tarzda “atışmayı” çok seviyorlar. Oysa güzel ülkemizin seneler önce çizilmiş bir “yol haritası” var. Arada sırada bu haritayı yanlış okusa da, sık sık tökezlese de, istenilen hızda yürümese de hedefine yaklaşmakta.

Mesela her seçim ertesi öne sürülen “halkımız cahil efendim” söylemleri de pek tutarlı değil. Halkın eğitim seviyesi arttıkça “sivil-asker bürokrat saltanatına” soğuk baktığı ve bu saltanatı temsil eden partinin mum gibi eridiği de meydanda.

Ülkemiz her zaman kötü yönetildi, şimdi de kötü yönetiliyor. Bu yadsınmaz. Çoğunluğu oluşturan Demokratların, Liberallerin, çatısı altında toplanabilecekleri AB normlarına uygun bir parti yok. Bu seçmenler gerek şeriat korkusundan, gerekse sivil-asker bürokrat saltanatına olan bıkkınlıklarından mevcut partilere dağılmış durumda. Bu ters durum nedense pek dile getirilmiyor.

Ama ve lakin yanıtlanması ihmal edilen önemli bir soru var. Madem futbolla başladık, yine futbolla bitirelim. Tercihler pek fazla değil.

Birinci şık:

UEFA ve FİFA organizasyonlarında boy göstermek…

İkincisi ise:

Kendi aramızda oynayacağımız “gazozuna” maçlarla yetinmek…

Siz hangisini tercih ediyorsunuz?


İLAVE NOT: İktidar partisinin seçmenleri %70 oranda liberallerden ve demokratlardan oluşuyor. Bunlar "sivil-asker bürakrat saltanatına" muhalif kesim.

CHP'li (seçmen)demokratların ve liberallerin parti içindeki oranları ise %80'ni aşıyor. Ama ne var ki AKP'yi iyi etüt edemediklerinden, "şeriat" korkusuyla hareket ediyorlar.

"Camisiz" ve "kışlasız" bir siyasi oluşum, her iki partide "ehven_i şer" şiarıyla toplanan bu kesimi aynı çatı altında buluşturabilir. Sanırım yapılması gereken de budur.

 
Toplam blog
: 312
: 1658
Kayıt tarihi
: 10.02.07
 
 

Önceleri konuşurdu insanlar, "yazmak", sonraların işi... Duygu ve düşüncelerimizin yanı sıra gözl..