Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Aralık '08

 
Kategori
Söyleşi
 

Blogger Röportajları (4) - Başak Altın

Blogger Röportajları (4) - Başak Altın
 

Başak Altın


MB Ailesinde uzun zamandır beraber olduğumuz yazarlardan biri Başak Altın. Eğer yazılarını derecelendirebilseydik "okunası", "tıklanası", "bayılınası" gibi yakıştırmalarda bulunabilirdik. Sanatçı, hayat dolu, titiz o bir... o bir... iki... üç... Başak Altın geliyor... Keyifli okumalar...

MB'ye kayit oldugum günden beri zaman zaman uzun aralar versem de yazilarinizi takip ediyorum. Oldukça popüler, hit kaygisi olmadan yazan fakat güzel de bir hit ortalamasina ulasan bir yazarsiniz. Bu basariyi neye bagliyorsunuz?

-Öncelikle çok teşekkür ederim beni böyle değerlendirdiğiniz ve söyleşinize konuk ettiğiniz için. Eğer blog yazımında bir başarıdan söz edilebilirse bunun “tek bir dikkatli okuru düşünerek yazmak” la ilgili olduğunu söyleyebilirim. Burada başkalarına göre yanlışları savunurken bile “o tek okura” karşı kendim ve içten olmak istiyorum. Umarım bunu becerebiliyorumdur. Her birimizin zayıf yanlarımız var ve onları kimse bilsin istemeyiz ama sanırım yazıdan beklentim kendiminki de dahil zihinlerdekinin ortaya dökülmesine dair bir beklenti. Yazdıklarımı bir zaman sonra incelediğimdeyse çoğunu beğenmiyorum ve zaten bir çıkarıp bir kaldırıyorum, yazılarıma sonradan düzeltmeler yapabiliyorum. Neyse ki editörlerimizin bu konuda bana sağladıkları bir serbestlik var, onlara da teşekkür ediyorum.

Herkes yaziyor, anlatiyor, anlatmaya çalisiyor MB ailesinde. Her sayfada ayri bir hava var. Örnegin ben sayfami çok çesitli yemekeler ve yaninda güzel saraplar sunan bir restorana benzetiyorum. Insanlar sizin sayfanizi ziyaret ettiginde "sunu hissetmeliler" veya "bu sayfadan ayrilirken akillarinda su kalmali" gibi bir beklentiniz, bir hedefiniz var mi?

-Yazılarımın okunmaya değer bulunması bile hoşuma gider. Hissettiğimi ve düşündüğümü ifade etmek dışında bir hedefim yok. Bir yazıdan herkes istediğini alır, istediğini düşünür. Bu konuda hedef edinmenin de gereksiz olduğunu düşünüyorum. Yazı bir kez göz önüne çıktıktan sonra hiçbir şey yazanın kontrolünde değildir. Dil bazen büyük bir engeldir, bazen de kolaylaştırıcıdır, bir tür civadır diyebilirim. Tutulması, kontrol edilmesi, biçimlendirilmesi en zor malzeme ve üstelik düşüncenin dilden ayrılması da imkansız. Bu yüzden kimsenin düşünceleri bir diğeriyle tam örtüşemez. Bazen kendimi aykırı bir biçimde anlatırım, bazen alışıldık biçimlerde görünürüm. Çünkü benim ruh halim ve düşüncelerim sürekli değişir.

Yazı kendimizi başkaları üzerinden tanıma ve tanımlama biçimi olduğundan diyebilirim ki yazının yazarından ve okurundan bağımsız kendi “gerçekliği” bir tür “üstgerçekliği” vardır. Bu gerçekliğe sonradan yazar olarak müdahale etmemeyi tercih ederim ama yazıdan sonra gelen yorumlar bu müdahaleyi yapmaya zorluyor, aksi takdirde yorumu yazan yanıtlanmadığında bundan alınabiliyor. Yazıdan sonra benim yaptığım ya da yapacağım her bir yorum dahi yazının gerçekliğe dair kurduğu “üstgerçekliği” tanımlar, sınırlandırır. Bu hem iyidir, hem de kötü. İyi yanı okuyanla birebir iletişimi sağlar, geri besleme alırım, ve yazı kafamda kendini “başka biçimlerde yazmaya” devam eder. Kötü yanıysa, sonuna zar zor nokta konmuş bir yazıdan, metinden kopmamı zorlaştırır ve yorumları yanıtladığımda kendiliğinden oluşan ve istemediğim “konuşan yazar otoritesi” yüzünden anlamların serbestçe dolaşımını kısıtlar, daraltır. Yazıya nokta koyduktan sonra yazarın aradan çıkması hatta ortadan kaybolması gerek ki herkes aklına geleni yazarı tarafından yönlendirilmeden düşünsün, yazsın.

Ankara gibi kapalı bir sehirden sizin tabirinizle "kaçip" Akdeniz'e siginmissiniz. Sizi oraya götüren nedir? Özgür bir ruh mu? Macera veya heyecan mi?

Ankara bütünüyle rahat nefes aldığım bir ortam olmadı hiç. Ankara’nın kent yaşamı çok kolay, karmaşasız ve belirlenmişliklerin verdiği bir alışkanlıktı. Küçüklüğümden beri Akdeniz’i sevdim ve yaz tatillerinde Antalya’nın Kepez girişinden denizin göründüğü anları, Side henüz küçük bir köyken kafama göre takılmayı, canımızın istediği gibi gece yarılarına kadar sokaklarda olmayı, Marmaris’te açık hava sinemalarına gitmeyi, bütün bunları hep sevdim ve büyüdüğümde Akdeniz’de küçük bir yere yerleşmek istedim. Çünkü Akdeniz benim için hiçbir yerde olmayan lacivert suların ve açık mavi gökyüzünün uçsuz bucaksızlığı ile gerçek anlamda özgürlüğü temsil eder. Bilmediğim bu sınırsızlıkta, içimdeki sınırsızlığı kısaca kendimi bulma arayışıdır beni Akdeniz’e sürükleyen. Ankara’da olduğum zamanlardaysa insanları izlemeyi, kalabalıklarda kaybolmayı, otobüsleri kullanmayı ve kitapların olduğu yerleri gezmeyi severim ve sonra yine denizi ve yükseğindeki dağları özlerim.

Gelelim bu haftaki oyunumuza:) Çok romantik bir aksam yemegi, harika bir müzik, nezih insanlar, kisacasi ortam mükemmel. Bir dakikaligina lavaboyu ziyaret ediyorsunuz. Sans bu ya, sifonu çektiginizde elinizde kaliyor ve bütün üstünüz sirilsiklam oluyor. Cep telefonunuzun sarji da bitmis. Bu özgür ruh nasil hareket eder bu durumda? Ilk tepkisi ne olur?

-Önce bi küfür sallarım. Sonra kendi kendime güler ve durumdan çıkmak için bi plan yaparım. Hemen bi garson bulup durumu restoran sahibine anlatmasını ve bu kötü durum yüzünden ortamın ve de arkadaşlarımın keyfinin kaçmasını istemiyorsa kuru temizleme masrafları yerine benden hesap almamasını ve planıma katılmasını, böylece sorunun aramızda halledilmiş olacağını ya da bana hemen kıyafet ayarlamasını öneririm. Birinci önerimi kabul edeceğini tahmin ediyorum. Sonra ondan bi aşçı ya da garson kıyafeti ister, onu giyip çıkarım, ve arkadaşlarıma restoran sahibinin arkadaşım olduğunu, bu gece onun doğum günü olduğunu ve ona sürpriz yapmak istediğim için mutfakta yardım ettiğimi, o yüzden bu kıyafeti giydiğimi anlatır, arada bir de servise yardım ederim. Böylece kimsenin keyfi kaçmamış, mesele de halledilmiş olur.

Bir erkekte ...'dan nefret ederim, ...'ya tahammül edemem, ...'dan igrenirim. Erkek anlayisiniza biraz farkli bir yaklasim olacak fakat bosluklari nasil doldurursunuz?

Yapmacıklıktan, sahtelikten, güç gösterisinden, bir de kadına kendini bir bilmece gibi anlaşılmaz ve gizemli sunmasından hoşlanmam. Bir ilişkide kimse kimseyi çözümlemek zorunda olmamalı. Dostça , dolaysız yaklaşımı, açıksözlülüğü, acımasız eleştiriyi –tepki de göstersem- severim, ve her kadının bayıldığı sanılan –iltifatlar gibi- klişeleri sevmem. Açıkçası bu tür övgülerden de rahatsız olurum. Sahici iletişimler övgülerle değil, düşüncelerin ve niyetlerin ortaya dökülmesiyle kurulabilir çünkü.

Bir sabah uyaniyorsunuz ve kendinizi bir erkek olarak buluyorsunuz. Bütün bir gün killi bacaklar ve kirli sakallara sahipsiniz. Bir erkek olarak sadece bir gün ne yapmak isterdiniz? Bu günü nasil degerlendirirdiniz?

-Önce bi berbere giderdim kıl tüy mevzularını halletmek ve erkekler hakkında konuşmak için. Berberler konuşmayı severler. Ayrıca bu mevzunun saç sakala inmesi baya iyi olurdu doğrusu. Ondan sonra erkekler dünyasını keşfe çıkardım. H.G. Wells’in “Görünmez Adam” kitabındaki gibi bir tür “görünür görünmezliğim olur, türlü ortamlarda onları gözlerdim. Büyük ihtimalle de aralarında kadın savunucusu olacağım için diğer kadınları da kendime hayran ederdim. Ve tabii erkekler de beni kendilerine rakip görmek yerine benden kadınlar hakkında bir şeyler öğrenmeye çalışırlardı.

Hayatinizda size yapilan en etkileyici sürpriz nedir?

Bilmem, bunu gerçekten düşünmedim. Çünkü ben çok küçük şeylerle mutlu olabilen biriyim. Birinin beni düşünmüş olması bile beni mutlu eder ve etmiştir.

Sanatla geçireceginiz günleri hasretle bekliyorsunuz belli ki. Bu günler ne zaman gelecek? "Şu gün isi birakip köseye çekiliyorum" diyebilecek kadar planli biri misiniz? Yoksa bahsettiginiz "rüya" döngüsü hiç bitmeyecek mi?

Evet bir rüyadan yepyeni rüyalar üretebilir onları da gerçekleştirmeye çalışırım. Bu ülkede sadece sanatla geçinmek pek kolay değil. Ama 97 yılından beri aktif olarak sanatsal uğraşının içindeyim ve atölyemde mozaik ve cam füzyon çalışmaları, çeşitli tasarımlar yapıyorum ve yazıdan kopmamak için de şiirler ve düzyazılar yazıyorum, okuyorum, araştırıyorum. Yani zaten birbirine açılan işlerin içinde olmayı seçtim yıllar önce. Benim rüyam, geçinme mecburiyetlerinin yüklerini düşünmeksizin salt sanatsal kaygılarla daha yoğun uğraşılar vermek ve sanatı keşfetmek için daha fazla zaman ve imkanımın olması. Planlı biri sayılmam, uzun vadeli hedeflerim olsa bile değişen koşullara göre esnek plan yapar, hızla hayata geçirmek isterim. Detaylı plan yapmanın yaratıcı tarafımı sınırladığını düşünürüm.

Sanat benim için gerçek bir macera ve keşif alanıdır. Başladığım bir şeyin nereye gittiğini, sürecin sonunda ne çıkacağını ve benim sonunda nasıl biri olacağımı da bilmemeyi tercih eder ve hep merak etmek isterim, bu yüzden de tasarımlarımın çoğu uygulamada değişebilir. Kısaca düşlerimden kendimi üretmeye çalışıyorum ben. Olmasını istediğim ve kafama koyduğum bir şeyi sürekli düşünür ve eylemlerimi hep bu amaca yönlendiririm. Beni amacıma götürecek makul her fırsatı değerlendiririm. Çünkü zaman paradan daha önemli benim için.

Geçen Mart ayında Ankara’da açtığımız “Mosaicci Hayal Atölyesi’nde mozaik, cam füzyon ve cam boncuk kursları veriyor ve bu alana ilgi duyanlara kendi hayallerini gerçekleştirmeleri için yol gösteriyor, teknik olarak onları donatmaya çalışıyoruz. Tasarımlarımıza ve kurslarımıza ilgi duyulması hoşuma gidiyor. Yazın da bu kurslarımızı Kalkan’daki Mosaicci Art Otel’imize gelen konuklarımıza veriyoruz. Bu arada uzun zamandır aklımda olan bir başka hayalim üstünde çalışıyorum. Umarım onu da yakında bitirebilirim. Bu yüzden bir süreliğine üretimden koptum ve sadece bu konuya odaklanıp atölye çalışmalarıma ara verdim diyebilirim. Üzerinde uğraştığım konunun önümüzdeki yıl içinde bitmesini istiyorum ama bu pek çok şeye de bağlı, o yüzden yılbaşından sonra yine aynı anda birden fazla işle uğraşmam gerekecek.


Bu röportaj serisinde beni kırmayıp teklifimi kabul ettiniz ve üstüne üstlük soruları da bayağı bir deşmişsiniz. Aslında bu soruları elimde mikrofon düşünmenize fırsat vermeden canlı yayında sormam daha keyifli olur. Kocaman bir teşekkür ve başarı dilekleriyle...

 
Toplam blog
: 128
: 1989
Kayıt tarihi
: 03.10.06
 
 

Gözlerini kapat ve düşün: bir cümle kaç kişide farklı etki yaratır? Birbirimizi anlamanın gittikçe z..