Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ekim '12

 
Kategori
Blog
 

Bloglaşmak mı, bloglaşmamak mı ?

Bloglaşmak mı, bloglaşmamak mı ?
 

Blog

 

 İnsan niye  Bloglara girer de, bu işi bir tutku haline getirir.?

Zaten yazma işlemi bir tutkudur. Yazmak isteyen insanı kolay kolay tutamazsınız. O şu veya bu şekilde yazacak ve kendini, düşüncelerini sergileyecektir.

Kendini böyle sergilemesi ve sergilemek istemesi bir bakıma, “Teşhircilik” sayılabilir mi?  Manevi anlamda belki. Çünkü derler ki, “Dünyaya gelen her varlığın satacağı bir varlığı, bir değeri vardır; eninde sonunda onu ortaya çıkarmak durumundadır..”  Bu bazı insanlar için düşünceleri; fikirleri; ileri sürdüğü savlar; açıklamaları.. olabilir mi? Niye olmasın….Bütün insanlar bir şeyler satmak, bazı insanların dikkatini çekmek isterler. Satacağı şeyler bazen somuttur; belli bir maldır ; bazen de soyuttur; düşüncelerdir, hayallerdir…

Blogda bunu yapmaya çalışıyoruz. Yani açıkça , bir bakıma teşhircilik. Ve o çok kıymetli fikirlerimizi ortaya koyuyoruz. Acaba başka neler  yapıyoruz?

Belli ki çoğumuzun pek fazla da dost çevresi yok; veya kafadar insanlara sahip değiliz. Şöyle takılacak, laf atacak dostlar arıyoruz ama çoğu kez de çok çabuk alınıyoruz. Çünkü burada yazan insanlar genellikle ortanın üzerinde yaşlı , onurlu insanlar. En ufak defolu lafa tahammülleri yok. Çok çabuk kızıyorlar. Bu bakımdan Editörler de aşırı  hassas, kimsenin kimseyi kırmaması (bazen bilmeyerek de oluyor) için aşırı dikkatli hareket ediyorlar. Ve kırıcı iletilerin gitmesine izin vermiyorlar. Haklılar…

Başka. Belki de burada eski dostları arıyoruz. Fi tarihinde tanıştığımız; bizi seven, bizim sevdiğimiz dostlarla, arkadaşlarla yeniden karşılaşmayı umut ediyoruz. Ama bu çok güç.

Belki bazen de bizim sevdiğimiz , beğendiğimiz çeşitten bir şiire rastlamak; sürpriz gibi , bizi saran bir yazıyı bulmak bizi mutlu etmiyor mu? Ben sık sık, sürpriz yazılara, şiirlere rastlıyorum. Bu bir maceradır.  Bu beni sevindiriyor..

Diğer yandan , değer verdiğiniz bir arkadaşınızla , belli bir konu üzerinde güzel güzel tartışmak ve onun fikirlerini  almak da Bloglaşmanın en güzel yanlarından biri…

Ya insanın kendini beğendirmeye çalışması… Doğrusu hiç birimiz, ben  “tıklanmaya”  boş veriyorum; ben tıklanma işine hiç bakmam ; benim için önemli olan kendi öz değerlerimdir… Diyemez. Ben inanıyorum ki, herkes bu yazı kaç kez okunmuş diye, defalarca açıp bakıyoruz. Bazen de “Ne güzel yazıydı… Niçin insanlar bunu es geçtiler?” diye kızıyoruz…

Ama çoğu kez kendi fikirlerimize güvenip, sesimizin bütün Türkiye’de ve Dünyada işitildiğini hissederek;   bu sesin, etkili olabilecek bazı dallara takılmasını nasıl istediğimizi biliyorum. “Bu yazı gidecek, gerekli insanlara erişecek; ve insanlar bu yazıdan etkilenip harekete geçecekler…” Bu duygu yok mu içimizde. Bence var. Sen yaz denize at, onu mutlaka birisi bulur okur ve harekete geçer… Bu mudur? Evet, belki…

Fakat konuşmanın ve yazışmanın en önemli rolü nedir?  İLETİŞİM… Hey ! Oralarda birileri var mı? Beni işitiyor musunuz? Beni dinliyor musunuz? Beni okuyor musunuz? Eğer okuyorsanız, siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Aslında , çok fazla bencil olduğumuzdan diğerlerinin düşünceleri  bize biraz  “vız geliyor, tırıs gidiyor…” Önemli olan “Ben”im ,  “benim  düşüncelerim”  ..Başkalarının düşünceleri. Onlar olmuş yada olmamış pek de önemli değil… Ama olsalar da fena olmaz.

Milliyet Blog bir bakıma , bir Oyun  Parkı gibi… Çocuklar nasıl, çocuk bahçesine çıkarlar; “oynayacağız ,”  diye orada kendilerini unuturlar. Biz de burada  70 kişiyiz, biz birbirimizi biliriz hesabı , biraz da el yordamıyla birbirimizi tanımaya çalışıyoruz ve  birbirimiz hakkında hükümler yürütüyoruz.  Ve o öncül düşüncelere göre davranıyoruz, kelimelerimizi ayarlıyoruz. Kolay mı?

Bir de ben perdenin öteki yakasını doğrusu çok merak ediyorum . Sözgelimi , her sabah yazılarımızı , çok dikkatli okuyup , bir değer biçen; ondan sonra “şu yazı biraz daha dursun; belki yazdıklarından pişman olup, geri çeker…” düşüncesiyle bekleme devresine giren Editörümüzü..! Veya Editörlerimizi … saat kaçta gelirler; kaçta Bilgisayarlarının başına otururlar. Gecede nöbetçiler var mıdır? Onlar kaç kişi… Hiç açıklamazlar. Bilgi vermezler. Ne kötü?

Acaba kaç tane editörümüz var... Dikkat ediyorum , hiçbir yazımızı düzeltmek teşebbüsünde bulunmuyorlar. O takdirde büyük kavgaların çıkacağını biliyorlar. Kendi hesabıma keşke, o her zaman yaptığım küçük, sonra gördüğümde “Ne aptalca..” dediğim yazım hatalarımı düzeltseler, ne kadar mutlu olurum… Ama yapmıyorlar.  Kendilerine göre ölçütleri var. Ve herhalde başlarında da bir  “Ser-muharrir” bulunuyor. Baş Editör diyelim… belki de bir iki danışmak için Avukat… neme lazım… Mahkemeye gitmeyelim ,diye… Oysa başka yerlerde Editörlerin görevi “Düzeltmek”dir. Bir adları da  “Düzeltmen” mi? Nedir?

Ben , burada herkesi seviyorum. Her şeyden önce insan oldukları için; onların güzel umutları için; bana gönderdikleri  kısa kısa notlar, yorumlar için. Kimse benim kalbimi kırmadı. Ben de kimsenin kalbini kırmak istemem. Ama bazen o kötülüğü de yapıyorum galiba. Çenem durmuyor… Şöyle yazmışsın, böyle olsaydı daha iyi olurdu…diyorum. Sana ne be adam… Sen kendi işine bak!

Herkese bol yazımlar; bol mutluluklar ve kucak kucak hevesler… Hem Blog nedir ki ? İki kalas , bir heves… (Öyle miydi?) Neyse, anlayan anladı.

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..