- Kategori
- Mizah
Blogus Brothers (Final)
Efendim tarihi eser kaçakçıları bendeniz ve de bizim Ümit Çulduz'a tarihi eser kaçırtmak için Fulya'yı kaçırmışlardı. Ya işi yapacaktık ya da Fulya ölecekti. Mafyanın başı sırıttı.
"Siz var işi yapmak yoksa kız ölmek."
Ben Ümit'e baktım.
"Kızı bırakın Ümit beyi alın. O daha güzel ölür" dedim.
Ümit ayağımı tekmeledi. Adam sırıttı.
"Size 24 saat veriyorum. Bence bu vakti burada harcamamak. Topkayı Sarayı'ndan elması çalacaksınız."
"Vallahi Fulya için değil elmas Topkapı Sarayı'nı komple çalarım" dedim.
...
Odadan çıktık Ümit'le...
Hemen kavgaya tutuştuk.
"Bak bizim yüzümüzden kızın başı da derde girdi." dedi Ümit Çulduz.
"Ne bileyim ben ya Fulya'yı kaçıracaklarını."
"Ne halt edeceğiz şimdi?"
"Ne halt edeceğimiz var mı? Topkapı Sarayı'nı soyacağız. Adamlara elması verip Fulya'yı kurtaracağız sonra da adamları soyacağız saraya elması geri götüreceğiz."
...
Lobiye inmiştik ki Ayça'yı gördüm... Öylece kalakaldım... Durdum. Ümit de durdu. Beni tokatlıyor...
"Kemal... Ne oldu?"
"Ben..."
"Eee. Aklını mı yitirdin diyeceğim ama olmayan birşey yitirilmez."
"O kız?"
"Kim?"
"Ayça..."
Ayça asansör kapısına yürürken pakaladım.
"Ayça merhaba..."
"Siz de kimsiniz?"
"Kemal ben... Hani birlikte dünyayı kurtarmıştık... Ayça..."
"Ne Ayça'sı. neler saçmalıyorsunuz siz? Ben Hale... karıştırdınız galiba..."
...
Ümit beni kolumdan çekerek sürükledi.
"Yürü be..."
"Ayça bu. Eminim... O... O.... Beni öpmüştü."
"Bak zamanında Fulya'yı kurtaramazsak ben seni öyle bir öpeceğim ki..."
...
Atladık arabaya Topkapı Sarayı'na gittik. Sarayın önünde kuş uçurulmuyor. Bırakın saraydan elmas çalmayı sarayın bahçesinden ot çalamazsın ot. Saatlerce sarayın etrafında dolaştıktan sonra tünel kazarak saraya girmeye karar verdik.
...
Ümit ve ben kazma kürek can havliyle kazdık tüneli. Ve çıktık... Yalnız yanlış yere çıktık. Çıktığımız yer saray yakınındaki bir tuvaletti. Efendim afedersiniz tuvaletin tam klozetine çıktık. Efendim yine afedersiniz oldukça şişman bir vatandaşımız o an defni hacet etmekteydi. Efendim yine afedersiniz kelimenin tam anlamıyla Ümit ve bendenizin ağzına mıçılmıştı.
...
Ümit ve ben yaşadığımız bu tatsız, gerçekten de tatsız olayı yaşadığımız sürece kimseye anlatmamaya karar verdik. Ben tabii kararlı bir insan olmadığım için anlattım size. Paylaşmak istedim. Şair, "Yalnızlık paylaşılmaz" demiş ama bu paylaşılabilir. Gerçi paylaşırken de insanın midesi bulanır. (İğrenç bir adam oldum ben ya.)
...
Ümit ile yaşadığımız tatsız olayın etkisiyle ağlamaya başladık. Bu duyguyu ilk defa tatmıştık. Yani ilk defa biri bizim ağzımıza etmişti. Deneyimsizdik. Ağlarken kapaylı çarşıda taklit elmeslar satan bir seyyar satıcı gördük ki ikimizde yediğimiz maddeyi unutup sevinçle havaya sıçradık. Oteldeki lavuğa sahte elmas götürecektik.
...
Efendim sahte elmasla birlikte otele gittik. Adam sırıttı. Aaaa o da ne. Bizim Ayça adamın yanında.
"Tanıştırayım" dedi adam.
"Hale... Bize yardım ediyor. Kendisi arkeolog" dedi. (Bu arada farkındayım adamın şivesi bir anda düzeldi. Vallahi bunu ben de çözemedim bana sormayın)
"Vay be Ayça" dedim. "Hale ha. Ne hale gelmişsin sen böyle. Hain seni. Sana diğer macerada seyrettirdiğim film yüzüne gözüne dursun."
...
Neyse efendim adam bize dikkatle baktı.
"Ya sizin yüzünüzde böyle değişik bir ifade var. Anlayamadım."
"Ben senin ağzına dedim bir...." Ümit tuttu beni...
"Neyse çıkarın elması" dedi adam.
"Önce kızı bırak" dedim ben."
Fulya'yı getirdiler. Çözdüler...
"Verin elması alın kızı" dedi adam...
Ümit elması uzattı. Adam aldı. Baktı. Sırıttı.
"Ayvaaaaaaa.... Ya Ümit ya Kemal ayvaaaa. El muhabbet helal size ben şükretmek..."
Herife bakın ya ne karaktersizmiş. Maceraya Rus olarak başladı bir ara düzeldi şimdi de Arap olmuştu. Adamın belli ki bir kişilik sorunu vardı. Çok kişilikli bir adamdı bu kişiliksiz herif.
"Ayva yaaa" dedim. "Bırak kızı. Ayva senin olsun..."
Tam o sırada lavuk,
"Su ne pas lavu juanna" dedi... Fransızca konuşmaya başlamıştı. Ayça tercüme etti.
"Önce elması kontrol edeceğim" dedi.
"Ya ne kontrolü. Biz bu ayıyla muhatap olurken hiç insan mı diye kontrol ettik mi?"
Lavuk cebinden bir büyüteç çıkardı. Elmasa baktı.
"Sencor moymon dın tero krades tecu..." diye İspanyolca bağırdı...
Bir anda adamlar bizi yakaladılar... Adam bağırıyor.
"Heyyyyy mokotu kur tu feynan.... Hiii jö ko poto maka..."
Şimdi de Japonca konuşuyor lavuk...
Adamlar ikimizi duvarın dibine koydular. Silahlar çıktı. Anaaaa herifler bizi kurşuna dizecek... Ümit bağırıyor.
"Kemal bir şey de şu adama. Durdur şunları."
Bağırdım.
"Meyyi teyke fer ser memerreme hen rer perlette"
Ümit titriyor.
"Nece bu ne dedin?"
"Salladım abi ortaya karışık konuştum herif karışık ya..."
Harbiden anladı adam...
"Bir düşüneyim. İlginç" dedi. Sonra bağırdı.
"Vurun..."
Tam adamlar bizi vuracak ki Ayça çekti silahı...
"Kımıldamayın..."
Ayça bir anda herifleri teslim aldı. Hepimiz kurtulduk...
...
Efendim meğerse Ayça gizli ajanmış. Bu herifleri yakalamak için oraya gelmiş...
...
Mutlu bir şekilde... Ümit, Fulya, Ayça ve bendeniz çıktık otelden. Ayça merakla...
"Saraya gittiğinizde ne oldu. Yediğiniz içtiğiniz sizin olsun anlatsanıza..."
İkimizde bağırdık...
"Sormayıııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııınnnn!"
The End
"Siz var işi yapmak yoksa kız ölmek."
Ben Ümit'e baktım.
"Kızı bırakın Ümit beyi alın. O daha güzel ölür" dedim.
Ümit ayağımı tekmeledi. Adam sırıttı.
"Size 24 saat veriyorum. Bence bu vakti burada harcamamak. Topkayı Sarayı'ndan elması çalacaksınız."
"Vallahi Fulya için değil elmas Topkapı Sarayı'nı komple çalarım" dedim.
...
Odadan çıktık Ümit'le...
Hemen kavgaya tutuştuk.
"Bak bizim yüzümüzden kızın başı da derde girdi." dedi Ümit Çulduz.
"Ne bileyim ben ya Fulya'yı kaçıracaklarını."
"Ne halt edeceğiz şimdi?"
"Ne halt edeceğimiz var mı? Topkapı Sarayı'nı soyacağız. Adamlara elması verip Fulya'yı kurtaracağız sonra da adamları soyacağız saraya elması geri götüreceğiz."
...
Lobiye inmiştik ki Ayça'yı gördüm... Öylece kalakaldım... Durdum. Ümit de durdu. Beni tokatlıyor...
"Kemal... Ne oldu?"
"Ben..."
"Eee. Aklını mı yitirdin diyeceğim ama olmayan birşey yitirilmez."
"O kız?"
"Kim?"
"Ayça..."
Ayça asansör kapısına yürürken pakaladım.
"Ayça merhaba..."
"Siz de kimsiniz?"
"Kemal ben... Hani birlikte dünyayı kurtarmıştık... Ayça..."
"Ne Ayça'sı. neler saçmalıyorsunuz siz? Ben Hale... karıştırdınız galiba..."
...
Ümit beni kolumdan çekerek sürükledi.
"Yürü be..."
"Ayça bu. Eminim... O... O.... Beni öpmüştü."
"Bak zamanında Fulya'yı kurtaramazsak ben seni öyle bir öpeceğim ki..."
...
Atladık arabaya Topkapı Sarayı'na gittik. Sarayın önünde kuş uçurulmuyor. Bırakın saraydan elmas çalmayı sarayın bahçesinden ot çalamazsın ot. Saatlerce sarayın etrafında dolaştıktan sonra tünel kazarak saraya girmeye karar verdik.
...
Ümit ve ben kazma kürek can havliyle kazdık tüneli. Ve çıktık... Yalnız yanlış yere çıktık. Çıktığımız yer saray yakınındaki bir tuvaletti. Efendim afedersiniz tuvaletin tam klozetine çıktık. Efendim yine afedersiniz oldukça şişman bir vatandaşımız o an defni hacet etmekteydi. Efendim yine afedersiniz kelimenin tam anlamıyla Ümit ve bendenizin ağzına mıçılmıştı.
...
Ümit ve ben yaşadığımız bu tatsız, gerçekten de tatsız olayı yaşadığımız sürece kimseye anlatmamaya karar verdik. Ben tabii kararlı bir insan olmadığım için anlattım size. Paylaşmak istedim. Şair, "Yalnızlık paylaşılmaz" demiş ama bu paylaşılabilir. Gerçi paylaşırken de insanın midesi bulanır. (İğrenç bir adam oldum ben ya.)
...
Ümit ile yaşadığımız tatsız olayın etkisiyle ağlamaya başladık. Bu duyguyu ilk defa tatmıştık. Yani ilk defa biri bizim ağzımıza etmişti. Deneyimsizdik. Ağlarken kapaylı çarşıda taklit elmeslar satan bir seyyar satıcı gördük ki ikimizde yediğimiz maddeyi unutup sevinçle havaya sıçradık. Oteldeki lavuğa sahte elmas götürecektik.
...
Efendim sahte elmasla birlikte otele gittik. Adam sırıttı. Aaaa o da ne. Bizim Ayça adamın yanında.
"Tanıştırayım" dedi adam.
"Hale... Bize yardım ediyor. Kendisi arkeolog" dedi. (Bu arada farkındayım adamın şivesi bir anda düzeldi. Vallahi bunu ben de çözemedim bana sormayın)
"Vay be Ayça" dedim. "Hale ha. Ne hale gelmişsin sen böyle. Hain seni. Sana diğer macerada seyrettirdiğim film yüzüne gözüne dursun."
...
Neyse efendim adam bize dikkatle baktı.
"Ya sizin yüzünüzde böyle değişik bir ifade var. Anlayamadım."
"Ben senin ağzına dedim bir...." Ümit tuttu beni...
"Neyse çıkarın elması" dedi adam.
"Önce kızı bırak" dedim ben."
Fulya'yı getirdiler. Çözdüler...
"Verin elması alın kızı" dedi adam...
Ümit elması uzattı. Adam aldı. Baktı. Sırıttı.
"Ayvaaaaaaa.... Ya Ümit ya Kemal ayvaaaa. El muhabbet helal size ben şükretmek..."
Herife bakın ya ne karaktersizmiş. Maceraya Rus olarak başladı bir ara düzeldi şimdi de Arap olmuştu. Adamın belli ki bir kişilik sorunu vardı. Çok kişilikli bir adamdı bu kişiliksiz herif.
"Ayva yaaa" dedim. "Bırak kızı. Ayva senin olsun..."
Tam o sırada lavuk,
"Su ne pas lavu juanna" dedi... Fransızca konuşmaya başlamıştı. Ayça tercüme etti.
"Önce elması kontrol edeceğim" dedi.
"Ya ne kontrolü. Biz bu ayıyla muhatap olurken hiç insan mı diye kontrol ettik mi?"
Lavuk cebinden bir büyüteç çıkardı. Elmasa baktı.
"Sencor moymon dın tero krades tecu..." diye İspanyolca bağırdı...
Bir anda adamlar bizi yakaladılar... Adam bağırıyor.
"Heyyyyy mokotu kur tu feynan.... Hiii jö ko poto maka..."
Şimdi de Japonca konuşuyor lavuk...
Adamlar ikimizi duvarın dibine koydular. Silahlar çıktı. Anaaaa herifler bizi kurşuna dizecek... Ümit bağırıyor.
"Kemal bir şey de şu adama. Durdur şunları."
Bağırdım.
"Meyyi teyke fer ser memerreme hen rer perlette"
Ümit titriyor.
"Nece bu ne dedin?"
"Salladım abi ortaya karışık konuştum herif karışık ya..."
Harbiden anladı adam...
"Bir düşüneyim. İlginç" dedi. Sonra bağırdı.
"Vurun..."
Tam adamlar bizi vuracak ki Ayça çekti silahı...
"Kımıldamayın..."
Ayça bir anda herifleri teslim aldı. Hepimiz kurtulduk...
...
Efendim meğerse Ayça gizli ajanmış. Bu herifleri yakalamak için oraya gelmiş...
...
Mutlu bir şekilde... Ümit, Fulya, Ayça ve bendeniz çıktık otelden. Ayça merakla...
"Saraya gittiğinizde ne oldu. Yediğiniz içtiğiniz sizin olsun anlatsanıza..."
İkimizde bağırdık...
"Sormayıııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııınnnn!"
The End