Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Şubat '07

 
Kategori
Mizah
 

Böcükus fobiamus

Böcükus fobiamus
 

...yani böcek fobisi. Diğer bir deyişle böcek korkusu. 'Böcükus fobiamus'u ben uydurdum elbette :)

Böceklerle ilgili başımdan bir çok olay geçtiğinden midir, ne zaman bir böcekle karşılaşsam kanımın donduğunu hissederim, kulaklarımda ani bir uğuldama gerçekleşir, ve ellerim birdenbire buz keser ama çığlık atmam (her fırsatta ciyaklayan / cırlayan bayanlardan değilimdir).

Gerçekten o kadar çok olay oldu ki, hangi birinden başlasam bilemiyorum. Hatta kronolojik sıraya bile sokamıyorum. En iyisi, aklıma geldikçe yazıvereyim işte, aman ne kasıyorum ki...

Küçüktüm ufacıktım, muhterem bir komşumuzdan dolayı apartmanımızı karafatmaların sardığı dönemlerdi; gecenin bir yarısı su içmek için bizim alt kata indim, tam buz gibi suyu kafama dikmişken, bacağımda soğuk bir gıdıklanma hissederek ürperdim. Tabi su olduğu gibi fışkırdı ağzımdan. Neyse ki annem görmemişti, yoksa bu fışkırtma olayından dolayı canıma okurdu. Meğer o gıdıklanma, bacağımdan yukarı doğru tırmanmakta olan iğrenç bir karafatmadan kaynaklanıyormuş! Aman Allah'ım, uzun süre kendime gelememiştim.

Sonra 6. veya 7. sınıftaydım, kantinden kutu kola almıştım ama ders zili çalana kadar bitiremediğim için pencerenin önündeki çıkıntıya koymuştum kutuyu. 40 dakikalık dersin ardından, hoca sınıftan çıkınca elimle uzanıp kolayı alarak birkaç yudum içmiştim ki; gözümün önünde, çok da yakınlarımda (yani kola kutusunun üstünde) kıpırdanmalar olduğunu farkettim. Bir de ne göreyim! Onlarca karınca, ders boyunca kola kutusundan tırmanıp üzerinde bir 'merkez üssü' kurmuşlar! Tabi o koladan içmiş bulundum ve bir kısım şanslı karınca mideme iniverdi! O anda verdiğim tepkiden dolayı sınıf başkanı tahtaya ismimi yazdığı için kendisini hiç affetmediğimi ve asla da affetmeyeceğimi cümle aleme buradan duyurmak isterim.

İstanbul'da en son ikamet ettiğimiz ev giriş katıydı ve odamın balkonu, bahçeyle aynı hizadaydı. Balkon kapısı birkaç dakikalığına da olsa açık kalınca, odamda her türlü böcekle tanışma fırsatı buldum, mümkün olduğunca uzaktan tabi. Ta ki o dehşet verici güne kadar: Okuldan gelir gelmez dinlenme amacıyla yatağa balıklama atladım ve şekerleme yapayım dedim. Bir süre uyumaya çalıştım, sonra sol yanıma döneyim dedim; döndüm de. Ancak, sola dönmemle yataktan fırlamam bir oldu; meğer tüylü iğrenç bir kırkayakla aynı yastıkta yatıyormuşum! Düşünsenize, ya arkama dönmeseydim? Kırkayak kim bilir neler yapardı bana. Ayy üstelik dişi miydi erkek miydi hala bilmiyorum! Ve sanırım bilmek de istemiyorum...

Yazın bizim evde en sık yapılan yemeklerden biri barbunyadır. Hani şu pembeli-beyazlı kabukları olanlardan. Balkonda barbunya ayıklıyordum bir gün; birkaç tane ayıklamıştım ki, orada, poşetin içinde kımıldanan beyaz bir şey gördüm ve, aniden o kulak uğuldaması ve kanımın donmasıyla, ayıkladığım barbunyaları koyduğum kabı havaya fırlatmam bir oldu. Kendime geldiğimde etrafa bakındım gören birileri var mı diye. Neyse ki cadı yeğenimden başka gören olmamıştı (cadı diyorum, çünkü olayı haftalarca herkese anlatıp rezil etti beni). Sonra, soğukkanlılıkla topladım yerdeki barbunyaları ve başka kurt çıkmaz umuduyla yeniden başladım ayıklamaya. Birkaç dakika sonra, önümdeki kabı yeniden havaya fırlatmıştım bile! Üstelik bu kez daha bir doluydu, toplamam uzun sürdü yani. Sonra da aynı olayı üçüncü kez yaşayınca pes ederek annemin önüne koydum barbunyaları ayıklaması için (en baştan yapmalıydım bunu aslında).

Bir de, çok kıvırcık bir şeyim ben asında. Kıpkıvırcık hem de. Öyle ki, bir gün kafamda hafif bir kaşıntı hissedip elimi saçlarımın arasında gezdirdiğimde, parmağımda müthiş bir sancı hissettim. Meğer uçan bir tür böcek, nereden geldiyse girmiş, saçlarımın arasından çıkmak için çırpınmaktaymış! Elim değince de sokuverdi meret. Parmağım öyle şişti ki, anlatamam. O gün bu gündür dualar ediyorum saçıma bir şey gelmesin diye. Yoksa onu (aslında kendimi) kurtarmak için saçlarımı kestirmek zorunda kalabilirim.

Başka örneklerim de var. Mesela çok sıcak bir gün, koltukta oturmuş, annemin o harikulade poğaçalardan birini aşırıp kemiriyordum ve hiç beklemediğim bir anda bacağıma kocaman bir iğnenin battığını hissederek ayağa fırladım. Ayağa aniden fırlayınca da, başımın etafında yıldızlar dönmüştü dakikalarca. Arı işte, ne zaman ne yapacağı belli mi olur? Tabi o anı aslında şu an hatırlamıyorum, sanırım şokun etkisiyle kendimi kaybetmişim; sadece ablam sık sık elaleme anlatırken, benim dakikalar boyunca "Yıldızlar! Yıldızlar!" diye sayıkladığımı söyler durur...

Kestaneyi de pek severim. Ne hikmetse, kestaneleri çizme görevi hep bana verilir (içleri fesat olup da anlamı başka yöne çekenlere duyurulur: bu cümlemin argodaki o pis deyimle ilgisi yoktur). Hep bana çizdirirler, çünkü onlara eğlenecek bolca malzeme çıkıyor ya ondan. Yani, önce poşetten alacağım kestaneyi uzaktan şöööyle bir süzerim, tehlike teşkil edecek bir durum yoksa elime alıp evirir çeviririm ve de delik melik yoksa enlemesine çizerim. Tabi çok uzun sürer bu işlem, ve dolayısıyla kestaneler piştiğinde ev halkının yarısı uykuya dalmış olduğundan, hepsi bana kalır (iyi taktik aslında). Ama çok stresli bir iş doğrusu, yani 1 kg kestaneyle uğraşırken o lanet kulak uğuldamasını defalarca yaşarım! Şu iğrenç, kıvrık, beyaz kurtçuklar yüzünden elbette.

Şimdi böceklerden bolca bahsettim ya, bu gece çok büyük ihtimalle sabaha kadar rüyamda böceklerle dolu kabuslar göreceğime adım (ve rumuzum) gibi eminim. Ne yapayım, böceklerin her türlüsünden nefret ediyorum. Kanatlı-kanatsız, siyah-beyaz, dişi-erkek, zehirli-zehirsiz, iğneli-iğnesiz, ne çeşit haşere varsa hepsine karşı tiksinti, iğrenti (bunu ben türettim - 'iğrenç'ten geliyor) ve korku duyuyorum. Elimde değil, çok sinsi yaratıklar ve ne zaman nereden çıkacakları ve ne yapacakları belli olmuyor ki!

 
Toplam blog
: 152
: 1957
Kayıt tarihi
: 19.08.06
 
 

Ortada bir problem görüyorsak bu bizim de problemimizdir. Ve eğer 'birisi'nin bu konuda bir şeyle..