Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Temmuz '10

 
Kategori
Yurtiçi Tatil
 

Bodrum Bodrum !

Bodrum Bodrum !
 

 

Düşünüyorum da hayatım boyunca -marjinal tarzına gıcık olduğum- Bodrum'a kaç kez geldim? Hani son yıllarda milletin yazlık uçak biletlerini aylar öncesinden aldığı, İstanbulluların her cuma akşamı kaçıp pazartesi sabahı döndüğü; şu taştan pınarların beach'lerde kararma yarışı yaptığı Bodrum'dan bahsediyorum. 1980, 1982, 1985, 2005 ve şimdi olmak üzere 5 kez gelmişim ve itiraf ediyorum: Ben Bodrum'a insanların (jet sosyete hariç) neden sevdalandığını şimdi anladım! Sıfır nem, bunaltmayan sıcak ve gün boyu esen hafif rüzgar; sivrisineksiz, klimasız geceler. Ama bir de tıkış tıkış sokakları, bitmeyen geceleri var! Bunu düşünecek olursak, mutlak huzura ihtiyaç duyduğum ve dolu dizgin yeni kitabım Aşkın C Şıkkı'nı yazdığım şu günlerde neden Bodrum'a geldiğimi anlayabilmiş değilim! Yeni yıla Ben Olmanın Sonsuzluğunda'yı yetiştirmemi beklerken, Aşkın C Şıkkı ile yüzleşen yayınevimin gazabından kaçtım belki de. Allah'tan, otelim zengin züppe beach'lerinin uzağında, hercai ruhumla örtüşen sessizlikte ve okaliptus ağaçları arasına gizlenmiş bir tesisti.

Neyse, bu blog'un konusu Bodrum ya da kaldığım otel değil, yine bana çarpan insan manzaraları!

Hep de ağaçlar arasında pinekleyip yazmak olur mu bir akşam üstü de Bodrum'a ineyim dedim. Aman tanrım! Ne kadar da değişmiş! Bembeyaz beton yığını adeta! Koy tamamen marina olmuş ve denizin dibi de kirlilikten görünmüyor! Artık böyle kirli denizleri Haliç'le de kıyaslamıyorum çünkü Haliç yıllardır pırıl pırıl.

300 yıllık Kızılhisarlı Mustafa Paşa Camii önünden Barlar Sokağı'na girmek üzereyken yakalandım!

"Beyefendi, iyi akşamlar, iyi tatiller; bir iki dakikanızı alabilir miyim?"

En fazla 18-20 yaşlarında bir delikanlıydı, elinde bir dosya tutuyordu. Etrafındaki 10 metre yarıçapındaki alanda da adeta genetik kopyaları başka beyefendiler, hanımefendiler yakalıyordu!

"Beyefendi, Bodrum'u seviyor musunuz? Size 2 gece 3 gün tatil hediye etmek istiyoruz da!"

"Neden, çok mu sevdiniz beni?"

"İyi bir abiye benziyorsunuz da. Yarın 12:00 ile 14:00 arasındaki toplantımıza katılırsanız bu tatil sizin. Toplantıdan sonra da tesisimizin tüm imkanlarından ücretsiz yararlanabileceksiniz. Benim elimde 5 davetiye var ve bunları sadece geleceği kesin insanlara vermem lazım yoksa müdürümden fırça yiyorum. Siz sanki benim için bonus'a benziyorsunuz ve ben de size bir davetiye vermek istiyorum. Ama mutlaka gelirsiniz, di mi abi? Bu arada isminizi ve telefon numaranızı da kaydedeyim. Abi, nerede kalıyorsunuz?" derken elime davetiyeyi tutuşturdu.

"Daha gelirim demedim ki! Neyse, ismim Kemal Ateşeveren."

Ciddi bulmadığım ya da ilgimi çekmeyen yaklaşımlara tavrım böyledir, hele ki Ata'yı hiç söylemem! Ama çocuğa telefon numaramı nedense doğru verdim. Ne pazarladığını anlayamamıştım gerçi. Otelime yakın bir adresti davetiyede yazan.

"Tamam Kemal Abi. Ama gelcen di mi, biz de bu işten ekmek parası kazanıyoruz."

"Ekmek kaç kuruş ki? Talebe misin sen?"

"Evet abi, Gazi Üniversitesi'nde. Abi, benim ismim Şerafettin. Ha abi, bir de benim diğer arkadaşlardan yaklaşan olursa sana, hemen benim verdiğim davetiyeyi göster."

"Peki, olur. Ya Şerafettin, nedir bu Durgua Residence? Ev mi, otel mi, tatil köyü mü?"

"Abi sen gel hele yarın, anlatacaklar sana."

"Peki Şerafettin."

2 saat sonra aynı noktaya geldiğimde, Şerafettin hâlâ davetiye dağıtıyordu! Ne bereketli beşti!

Valla, dünyanın neresinde olursam olayım; akşam en geç 23:00'te yatar, sabah 05:00'te kalkarım:) Kaldığım otelin sabahlarının muhteşemliğini anlatamam. Şezlonga uzanıyor, ufka dalıyordum; Hiç düşünceler biter mi. 07:00'de de kahvaltımı yapıyor, 08:00'de denizle kucaklaşıyordum. Kahvaltıya ve denize ilk giren ünvanını kimseye kaptırmamakta kararlıydım.

Ertesi sabah, denizdeyken aranmışım! Tanımadığım numaraları geri aramam; ama aynı numara az sonra tekrar aradı.

"Kemal Abi, günaydın. Ben Şerafettin. Geliyorsun, di mi abi? Masan hazır da haber vereyim dedim."

Hoppaalaaa! Anlaşılan, bizim Şerafettin rüyasında beni görmüştü ve onuruma nefis bir öğle yemeği düzenlemişti. Şöyle nefis Kabak Çiçeği Dolması. Acı Ot Kavurması, Hardal Otu salatası; yanına da ızgara çipura filan. Eh artık, bir duble de yaş üzüm rakısı hüplerdim!

"Tamam Şerafettin. Otelime çok yakınsınız zaten, öğlen uğrarım."

Bir Satış&Pazarlama adamı olarak genç meslektaşımı desteklemeye karar vermiştim. Saat 13:00 gibi, otelimin hemen birkaç yüz metre ötesindeki tesise gittim. Girişte güvenlik kulübesi vardı; ama içinde kimse yoktu. İlerledim, kapısında Satış Ofisi yazan binaya girdim, Şerafettin'i sordum. Önce tanımadılar, sonra "Haaa, aşağıya inin, sahildeki tanıtım ofisinde." dediler! Sürmüş sürüştürmüş, takmış-takıştırmış kızcağızın dediği yöne baktım, hilafsız 45 derece eğim vardı ve en az iki yüz metreydi! Tamam, yuvarlanarak inerdim de ayağımda şıpıdık terliklerle yukarı nasıl çıkacaktım, daha doğrusu tırmanacaktım! Yuvarlanmaktan vazgeçtim; ama düz inmek de imkansızdı! Sakın gülmeyin, yan yan yürüyerek indim! Etraftan gülenlere de hiç aldırış etmedim. Yüksek eğimli yokuşların inişinde deneyin, göreceksiniz; öne kapaklanmadan çok rahat iniliyor! İnerken de tesisi inceledim. 3 katlı villa-apartlardan oluşmuştu. Aşağıya indiğimde yüksek volümlü bir müzik karşıladı beni. Üzeri şezlong dolu 3 iskelenin misafiri boldu ve bir de havuz göze çarpıyordu. Müziğin geldiği yere yöneldim. Etrafı açık, içinde masa ve sandalyeler olan kafe gibi bir yerdi. 3-5 masada da oturanlar vardı. Birden Şerafettin'i gördüm.

"Heey, Şerafettin!"

Bana doğru geldi, tokalaştık.

"Abi, neydi senin isim?"

"Nasıl yani? E, bu sabah aradın ya beni, dün akşam da davetiye verdin hani! Davetiye verdiği 5 kişiyi bir gecede unutur mu insan?"

Yüzünde akşamki neşe yoktu! Görevini yapmış, beni tesise getirmişti ya benimle işi bitmişti!

"Abi ne içersin?"

"Cam bardakta çay."

"Bardakta çay içen mi kaldı!" gibi bir şeyler mırıldanarak, yandaki binaya doğru uzaklaştı bizim Şerafettin! Belli ki seramik fincanları yığmışlar, benim gibi bir "bardakçı"yı beklemiyorlardı!

Masalar halinde öbekleşilen mekanda boş masalardan birine davet edildim. Bana ayrılan muhteşem masa o olmalıydı! İki kenarından verzalit'i kalkmış, tek bacağı da topaldı! Üzerinde de Kabak Çiçeği Dolması filan yoktu!

"Hoş geldiniz efendim, ben Semih." diyerek biri oturdu karşıma.

Hiç tanımaz mıyım, gözlerinde; "Bak şimdi seni nasıl tufaya getireceğim?" bakışı vardı yirmili yaşlarındaki satış çömezinin!

E benim güzel oğlum, annen senin altını sarıp attalara götürürken ben satıştan dönüyordum demedim tabii."

"Beyefendi, lütfen şu formu doldurup, imzalar mısınız ?"

Forma baktım, ilk soru: İki saat esirimiz olacağınızı biliyorsunuz, değil mi?

2 gün tatil hediye edecekler ya, illa ki ensenden yakalayacaklar!

İkinci soru: Aylık geliriniz ne kadar?

Üçüncü soru: Bodrum'u pek mi seversiniz?

Ve aynı saçmalıkta sorular devam ediyordu. Hayatta en sinir olduğum şey özenle kullandığım vaktimin boşa heba edilmesidir!

"Arkadaşım, genç Şerafettin'e söz verdiğim için geldim; ama ben sizin burada ne yaptığınızı hâlâ anlayabilmiş değilim! Bu evleri mi pazarlıyorsunuz? Baştan söyleyeyim, ne ev almaya niyetim var ne de size verecek 2 saatim."

"Bana 3-5 tane boş kağıt verir misiniz?" dedi arkadaşlarına dönerek. Hemen getirdiler ve siyah keçe kalemle yazmaya hazırlandı. Demek ki o da benim gibi yazarak anlatmayı seviyordu. Söz uçar, yazı kalır dı ya!

"Tamam efendim, bakalım kısa sürede size tesislerimizi lâyıkıyla anlatabilecek miyim? RCI sistemini duydunuz mu? Bizden 5 yıl için, yılda 1 haftalık dönem alıyorsunuz ve iki-üç odalı evlerimizde kalıyorsunuz; ama isterseniz 100 Euro bedel ödeyerek başka bir ülkedeki tesisten de yararlanabiliyorsunuz. Bir de yılda 180 Euro bakım ücreti var. Normal satış fiyatımız 6.200 Euro; ama sadece ve sadece bugüne özel, siz değerli insanlara 50% indirimli 3.100 Euro."

Bu söylediklerini kendinden geçmişçesine yazarak anlatıyordu! Birden yine arkadaşlarına döndü, "bana bir hesap makinesi verir misiniz?" dedi. Neden hepsini bir kerede istemezse! Ne hesabı olduğunu bilmediğim uzun hesaplamalardan sonra yine bana döndü. Bir eli hesap makinesinin üzerindeydi, diğeri de kalem tutuyordu. Savaşa hazır bir silahşör gibiydi.

"Sahi hangi kartınız var? Zartbank'a 138, Zurtbank'a 238 taksit yapıyoruz da." dedi!

"Şimdi anladım. Siz devre-mülk satıyorsunuz; ama farkınız, 15 gün yerine 1 hafta ve süresiz yerine de 5 yıl olması! Valla güzel iş. 3.100+180 = 3.280 Euro = 6.500 lira ve bu sadece yatak bedeli. Nerde bunun ulaşımı, yemek masrafları? Onları da eklersem, gelecek 8-10 bin liraya. Bak, ben yandaki 5 yıldız tesiste, ultra her şey dahil, gecesi 170 liraya kalıyorum. 1 haftası 1.190 lira ve 5 yıl gelsem 5.950 lira eder. Neden sizden böyle bir devre alayım ki? Ama ben 2-3 çocuklu bir aile olsam, tamam o zaman efektif olabilir. Çünkü evler 2 odalı ve herhalde 4-5 de yatak vardır. Yani arkadaşım, sizin bu sisteminiz 1-2 kişi için uygun bir tatil şekli değil."

"Öyle düşünmeyin abi, biz size evinizdeki huzuru sunuyoruz; her şey para mı? Yine de ben size evlerimizi göstermek istiyorum."

Yukarıdaki cümle ezberlenmiş jargonuydu. Anlamam gereken ise;

"Öyle çok düşünenleri, ince hesap yapanları sevmeyiz biz. Yarım saat içinde beyin yıkayıp, evleri kakaladık kakaladık. Şimdi sana bir de denize karşı göz boyadığımız cicili-bicili örnek evimizi göstereyim; bak ben seni nasıl yola getiriyorum."du!

Çıktık dışarı. Bu arada yokuş yine gözüme çarptı ve "ne işim var burada"dan başlayarak "nasıl çıkacağım bu sıcakta yukarı?" düşüncesine kadar nicesi uçuşmaya başladı zihnimde!

"Evli miyiz abi?"

"Bekarlara satmıyor musunuz?"

"Yok abi, ondan değil; çoluk-çocuk artarsınız diye dedim."

"E tabi, sizden devre-tatil alırsam zaten hemen çocuk sahibi olmak lazım. İkinci sezona bir tane yetiştiririm. Bir yıl ara veririz, sonra bir de ikiz patlattık mı, son iki sezon bize ucuza gelir!"

"Yakışır abime, sonra bir 5 yıl daha uzatırsın."

"Yaşasın valla, hayat bu işte!"

Aklı sıra benimle kafa buluyor çömez!

"İşte ben de yazın buralarda sürünüyorum abi. Annem-babam da Dışişleri'nde görevli."

"Aa, sahi mi, isimleri ne?"

"..... 6 senedir görmüyorum abi. Beni teyzem büyütmüş. Benimkiler hayırsız yani."

"Ee, o hayırsızların isimleri yok mu?"

Bu arada, hemen ön sıradaki bloklardan birinin ikinci katına çıktık. "Boşver, adlarını anmak istemiyorum abi. Bak abi, burada ebeveyn odası, şurada da senin ikizlerin odası var. Buzdolabın, ocağın, LCD TV'n, koltuk takımın, her şeyin hazır. Yengemi alıp gelicen, ya da Bodrum'da yedek yenge çok!" derken pis pis gülüyor!

Balkona çıktım, gerçekten de manzara nefisti. Tabii ki bana gösterdiği ev mostraydı!

"Neden başını tutuyorsun arkadaşım?"

"Abi bende beyin tümörü var da, ara sıra böyle tutmak iyi geliyor."

"Tümörü mü?"

"Yok, başımı."

"Selim mi ?"

"Hangi Selim abi?"

"III.Selim! Şu III.Mustafa'dan olan!"

"Tanımıyorum valla abi. Muğlaspor'da filan mı?"

"Kardeşim, beynindeki tümör selim mi, yani iyi huylu mu?"

"Haa, bana pek sıkıntısı yok abi. Benimki iyi çıktı. Doktorlar bir ara alırız dedi. Ha abi, bir de komşuların süper."

"Nerede oturacağım belli mi ki ?"

"Abi, site komşuların diyorum yani. Ünlü popçu Rahime Bağrıaçık'la ünlü futbolcu Abuzittin Çakarca da buradan devre aldılar."

"3.100 Euro bayağı zorlamıştır onları!"

"Ne diyorsun abi, bir de onlarınki 6.200 Euro. Yani, senin gibi şanslı da değillerdi."

"Yaşasınn yani."

"Dedim ya, sen bugünün şanslılarındansın abi."

"İskelelerdeki doluluğa bakılacak olursa epey müşteriniz var. Yalnız, iskelenin önünde giriş 15 lira yazıyordu, yüzmek için bir de para mı vereceğiz ?"

"Yok abi, hiç öyle şey olur mu? Burada kalanlara bedava."

"Ohh rahatladım; ama peki, kime paralı?"

"Dışarıdan gelenlere."

"Benim siteme dışarıdan gelenler mi var?"

"Var; ama seçiyoruz abi! Çoğunlukla yabancılar geliyor. Eli yüzü düzgün aileleri alıyoruz sadece. Bekarlar giremez. Maksat, farklı insanlarla sizleri kaynaştırmak!"

"Ne insani bir düşünce! Hep farklı ırkları tanımak istemişimdir! Eli-yüzü düzgün derken; tırnak, saç-sakal, hijyen kontrolü filan da mı yapıyorsunuz?"

"Üst kapıdaki güvenlikçi Murteza Amca bu işlerde çok iyidir abi, her bir şeye bakıyor. Bizden önce de Şenyaylar Motel'de çalışmış. Sen huzurla girebilirsin denizine. Yamuk tipler olmaz, merak etme abi."

Halt etmişsin sen! Ara ki bulasın Murteza'yı !

"Ya Bodrum'dan çıtır yengeciğin gelirse?"

"Vayy, abime bakın! Burası senin mekanın abi. Yengemiz de beach'e para ödemez, merak etme. Söyle Allah aşkına Kemal Abi, nasıl buldun tesislerimizi?"

"Kelimenin tam anlamıyla bayıldım (da nasıl ayılacağım ve o yokuşu bu terliklerle nasıl tırmanacağım?)"

"Ve abi, ben seni öyle çok sevdim ki bir kıyağım daha olacak sana. Hani 3.100 Euro demiştim ya, o 100 Euro da benim maaşımdan kesilsin razıyım, söyleyeceğim patrona ve senin fiyatın 3.000 Euro olsun!"

"Bak, ağlatacaksın abini şimdi Semih'cim. Bunu öz kardeşim yapmaz. Gel sana bir sarılayım kardeşim. Aman dur, sarılırken tümörüne de dikkat edeyim."

"Yok abi, içeride o; bir şey olmaz. Abi sende Zortbank kartı da var mıydı? Eğer varsa, 2 ay taksit atlatma, sonrasında komşu çatlatma ve de inanamazsın, bir de seni hoplatma var!"

"Semih, ben müsaadenle şuraya bir oturayım kardeşim. Hayatımın teklifiyle karşı karşıyayım. Senin gibi pırıl pırıl bir Dışişleri çocuğu, üstelik beyninde tümörle, bu sıcakta ekmek parası için nasıl da uğraş veriyor! Bir de Kemal Abi'si için kendi maaşından kesinti yaptırıyor!"

"Sana canım feda Kemal Abi'm. İnsanın karşısına her zaman senin gibi delikanlı abiler çıkmıyor ki. Abi, sen şimdi bu sene hakkını kullanamayacağın için (daha yazın ortası ve neden kullanamayacaksam! Yani, bu sene gelme ki ben 12 ay paranı kullanmış olayım demeye getiriyor kerata) seneye 2 hafta hakkın oluyor, yani kumbara gibi biriktiriyorsun ve 15 gün önceden rezervasyon yaptırıyorsun. Mesela, Rahime Bağrıaçık'ın yanı olsun dersen, bi güzellik yaparız."

"Gerçekten de bu kıyağı yapar mısın Semih? İyisi mi, sen bana Rahim Abi de!"

"Ne demek Kemal Abi, olur Rahim Abi. Bizler sizin için varız. Hadi abi, büroya gidelim de sözleşmeyi imzalayalım. Hayırlı olsun Kemal Abi'm, pardon ya Rahim Abi'm."

"Seni espritüel çocuk! Ya Semih, bak gördüğün gibi; mayo-tişört-terlik arasına sıkışmış haldeyim. Cüzdanım yanımda değil ki!"

"Önemli değil abi. Mobil POS'u alıp beraber gideriz, otelde ödersin."

"Sen deli misin oğlum. Büyük yengen orada! Burayı, senin malum Bodrum yengecikleri için alıyorum, yani aganigi durumları; anladın mı? Hanım anlarsa canıma okur. Bu, seninle aramızda sır."

"Vaayy! Benim çapkınlar kralı Kemal Abi'm. Ee, nasıl yapcaz abi?"

"Ben şimdi gideyim, akşama Zortbank kartımla geleyim de bitirelim bu işi."

"Çocuğu göndersek, kartı aldırsak? Neyse, tamamdır abi; akşam bekliyorum. İki de tek atarız ha abi, "

"Senin tümöre zararlı değil mi?"

"Dedim ya abi, benimki iyi huylu."

Ayrıldım Semih'ten. Yokuşun başında tekrar arkama dönüp ona baktım.

El sallarken, "Kemal Abi, ücretsiz tatilini vermeyi unuttuk; ama akşam hallederiz." diye bağırıyordu!

"O da abinin sana hediyesi olsun!"

Neye çattığını anlayamadı çocukcağız. Kesin, kafasındaki III.Selim'i de IV.Mustafa korkusu sarmıştı!

Yokuşu düz çıktım. Dilimin dışarı çıkmasına ise izin vermedim.

Girerken görmediğim, Murteza olduğunu düşündüğüm güvenlikçi beni şöyle bir süzdü. Ben bu tek adamı nasıl bıraktım der gibiydi bakışları! Oysa tırnaklarımın kesilmiş, ense tıraşımın itinayla yapılmış olduğunu görse belki de zaten bir ayrıcalık sağlardı! Günün neşesine Murteza'yı dahil etme zamanıydı!

"Dayı be, aşağıda nefis hatunlar vardı. İkisini aynı anda götürmeye kalkınca saç saça-baş başa birbirlerine girdiler, o arada başka erkekler de muhabbete dahil oldu, beach çapında kavga çıktı, zor ayırdılar bizi. Şezlonglar havada uçuştu. Kim bırakıyor bunları aşağı filan da dediler; ama senden de Allah razı olsun yani. Gerçi şimdi sana bunun hesabını kesin sorarlar; ama görmedim filan dersin artık!"

Bir abide, omuzlardan başlayarak çöktü!

Gülmeye hasret yüzümde muzip bir tebessüm, otelime döndüm. Bodrum arkadaşım Aşkın C Şıkkı'nın yazılmamış satırları beni bekliyordu! Kalbimde kabuk tutmamakta ısrarlı yaralar, kendimi zirvenin derin sessizliğine bıraktım.

 

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..