Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Aralık '10

 
Kategori
Sağlıklı Yaşam
 

Body Worlds Ölü Vücutlar Sergisi'nin düşündürdükleri...

Body Worlds Ölü Vücutlar  Sergisi'nin düşündürdükleri...
 

Kuyrukta iki saatten fazla bekledikten sonra girebildik sergiye geçen Pazar günü.. Fındıklı Antrepo 3’ de epeydir ORİJİNAL VÜCUT DÜNYASI adıyla sergilenen ölü vücutlardan söz ediyorum. BODY WORLDS diye geçiyor. Elimize tutuşturulan pilli elektronik rehberler sayesinde gelişigüzel bastığımız üç haneli rakamlardan gelen bilgileri dinleyerek epeyce bir oyalandık kuyrukta. Sergiyle ilgili broşür yoktu. Katalogları ise sanki girişten uzak bir yerde satılıyormuşçasına hatalı yönlendirilmemiz sonucunda, sergiyi gezdikten sonra ancak çıkışta edinebildik. İyi ki de almışım diyorum.

Sergiyi görmek için, İstanbul’a komşu kentlerden hatta Ankara’dan bile gelen gruplar vardı. Gruplar ayrı bir kuyrukta olmasına karşın epeyce uzun ve sıkıntılı bekleyişler yaşadılar. Otobüslerinin kalkma saatinin geldiğini ve çocukları sergiyi gezmeden geri götürmek zorunda kalacaklarını söyleyen grup başkanı öğretmenler sadece konuştuklarıyla kaldılar, gördüğümüz kadarıyla. Oysa en azından daha güler yüzlü ve azarlamadan yapılacak yaklaşımlarla durum daha uygarca açıklanabilirdi bu gruplara diye düşündük.

Ölü Vücutlar sergisini iç organların hastalıklarını veya sağlıklı yapısını sergileyen bir anatomik sergi olarak hayal etmişim. Girer girmez tek bir hücrenin döllenmesi yoluyla oluşan embriyonik gelişme süreçleri ve fetus oluşumunu izledik. Yedi aylık bebeciğin minikliği karşısında,  yaşayanların ne kadar şanslı olduklarını düşündüm, erken doğup da yaşayanların Sergilenen fetuslar zaten dünyaya gelemeden ya da geldikten kısa bir süre sonra gidenler olunca hüzün vericiydi.

Sonra böbrektir, karaciğerdir, damardır derken serginin bu şekilde devam edeceğini sanıyordum. Benim merak ettiğim ve belki de gitme nedenim SİGARA içen kurbanın ciğerleriydi en çok. Sağlıklı ciğer temizken, rengi grileşmiş ya da siyahlaşmış sağlıksız akciğerlerin üzerindeki katran ayan beyan ortadaydı. Aralarındaki bu farkları görmek kadar bu denli önemli bir yaşamsal bir organımız olan akciğerlerimizin boyutu beni hayrete düşürdü desem yeridir. Açıldığında yanlış anımsamıyorsam üç odalı bir apartman dairesi kadar yüzeyi olan ve koca koca bedenlerimize oksijen sağlayan ciğerlerimizin hayalimde canlandırdığımdan daha da küçük olduğunu görünce korkularım arttı.

O zaman yani sigara bu denli kötü yapıyorsa organları, yer yüzünde neden hala sigara üretimine devam edildiği, ayrı bir soru olarak önemini korumaya devam ediyor benim açımdan. Yani küresel kapitalizmin sorgulanması.

Esas hüzünlü şokları, kalabalık biraz dağılmaya başlayınca yaşadım, Ölü vücutlar, çevresinde kümeleşen insanlar azaldığında, salonun kasvetli karası içinde, olanca heybeti, canlılığı ve şaşırtıcılığıyla çıkıverdiler karşımıza. Hani neredeyse bunlar ölü vücutlar olamazlar, olsa olsa çok iyi bir yontu sanatçısının heykel çalışmalarıdır diyesim geldi. Ölmüş insan vücutlarının çeşitli kimyasal süreçlerden geçirildikten sonra, kanlı bile olsalar, kokusuz ve adeta plastikleşmiş birer estetik nesneye dönüştürülmüş olarak orada, kaidelerin üzerinde duruyor olması içimde çok tuhaf açıklamasını şu anda gücümün yetmediği karmakarışık duygular uyandırdı.

Oysa bir sanat galerisinde değil bir mezarlıktaydık aslında. Yapılan işlemlerle bedenler plastinasyon teknolojisi yoluyla birer estetik evet vurgulayarak söyliyeyim, çok estetik birer heykele dönüştürülmüştü. Çok emek yoğun bir işlem olmalı. O ölülerin kimler olduğunu düşündüm. Hepsinden de ölmeden önce izin alındığı hatta ölü bedenlerinin sergilenirken alacağı figürü dahi seçtikleri konusunda elektronik rehber yardımıyla bir anons duyduğumu anımsıyorum.

Bedenlerin çoğu çok mükemmel görünüyordu, bir gram yağ yok denecek kadar mükemmel kaslarla donanmıştı; ama mesela bazılarının akciğerleri bayrak kırmızısıydı. Kan mı oturmuştu, yoksa normalde de durumu öyle midir akciğerlerin diye düşündüğümüzde o kadar kanlı olamayacaklarına karar verdik. Belki de bu ciğerin sahibi bir kazada kaybetmişti canını. Tek olarak sergilenen sağlıklı akciğerler ise fildişi beyazıydı. Kullanılan yöntemlerin farklı olmasından mı?

Evet, dünyamız üzerindeki yapılar, alışkanlıklarımız, bilgilerimiz ve estetik görüşümüz dahi hızla değiştiriliyor. Bu karşı konması olanaksız olan bir dönüşüm. Bir an düşündüm yoksa gelecekte heykel sanatı içinde ölü vücutlar da mı yer alacak diye. Çünkü orada sergilenen bazı vücutlardan o şekilde boylamasına kesitler alınmış ki, sanki bir gövdeden iki baş çıkar gibi bir görünüm almış bedenler. Çok etkilendim, çok duygulandım. Konuşmakta dahi zorlandım bir süre. Yer altında olunca üzülmüyor muyuz, ona da üzülüyoruz kuşkusuz ve unutamadığımız ve sevgiyle saygıyla andığımız nice kayıplarımız var. Burada üzüntüm etik temelli de değil. Yaşamın aslında bir bıçak sırtında yürümek kadar ince, kırılgan olduğunu bir başka boyutuyla, anatomik kesitler ve ölü vücutlardan yayılan o sonsuz enerjinin ışığı altında hissedebilmek.

Böylesi bir serginin yapılmasına da karşı değilim. Tıp öğrencileri için, bu anatomik kesit alma ve plastinasyon işleminin sonucunda, çok önemli modeller çıkmış olmalı ortaya. Bedenleri ilgi ile inceleyen tıp öğrencilerinin konuşmalarından çıkarıyorum bu sonucu. Her yaşta öğrenme ve düşünme süreçlerini savsaklamayanlar için müthiş bir sergiydi..17 Aralıkta sona erecekmiş.


O kıpkırmızı liflerden oluşan organik maddenin, kasların ve organların bu şekilde bir estetik nesneye dönüştürülmesinin getireceği yeni kulvarlar düştü aklıma.

Belki de ölümden sonra vücudunun bu işlemden geçirilmesini isteyen yığınla insan çıkacak. Tıpkı aya seyahat için girilen kuyruklar gibi, burada da hiç de ucuz olmadığını sandığım bu iş bir bacasız sanayiye bile dönüşecek.

Bu yıl ilk kez gördüğüm Hatay ve özellikle Adana müzesinin bahçesindeki mermer ya da taş bloğun dikdörtgen şeklinde kesilmesi ile oluşturulan , tüm yüzeyleri perdahlanarak, düzeltilmesiyle ve üzerine işlenen betim ve yazıtlarla, bir anlamda ölümsüzleşmeyi simgeleyen, bu nedenle de mezar kültürünün önemli öğelerinden biri olan mezar sitellerini * anımsadım. İlk örneklerine Miken çağında rastlana bu mezarların plastik sanatın bir kolu olması İÖ 7. yüzyılın sonlarına doğru, Paros stelinde işlenen erkek betimiyle mümkün olmuştur diyor Mustafa Şahin’in Miletpolis Kökenli Figürlü Mezar Stelleri Ve Adak Levhaları adlı Türk Tarih Kurumu yayını araştırma kitabında.

Bir zamanlar steller üzerindeki betimler ve yazıtlarla ölümsüzlüğü arayan insanın, şimdi kendi bedeni yoluyla buna kavuşmaya çalışması, hem değişim hızının devasa büyüklüğü hem de varılan noktanın yönü anlamında beni ürpertti desem yanlış olmaz. .

Binlerce yıldır ölümsüzlük kasesini arayan insanlar sonuçta yeryüzünde cansız da olsa kalma yoluna kavuşmuş olacaklar, ölü bedenlerin plastinasyonu yoluyla. Ya da kalabileceklerini düşünecekler ama hiçbir şey sonsuz değil…

Serginin sahibi olan Gunther von Hagens bir tıp doktoru. Öyle anlaşılıyor ki yaşamını bu işe adamış sonunda kendi bulduğu plastinasyon adlı sözcükle ifade edilen kimyasal dönüştürme işleminin patentini alabilmiş olması da çalışmasının “ şaşırtıcı derecede iyi ve bir “buluş becerisi” olduğunu açıkça ortaya koymakta..

"Plastinasyon üzerinde çalışarak geçirdiğim 20 yıl boyunca bir dizi , bireysel icat yaptım," diyor Von Hagens. Kullandığım icat süreci , icadın dört olağan evresine karşı gelir diyerek açıklıyor süreçleri de. Bu tümceleri katalogda daha geniş açıklamalarıyla okumak olası.

Bu evreleri de kısaltarak, sadece başlıklarıyla verecek olursak, birincisi sorunu farkına varma, ikincisi sorunu analiz etmek; sorunu çözme ve çözümü uygulama diye açıklıyor doktor Von Hogens.


Evet belki biz de sorunu fark ediyoruz, yaşamımızın her alanında bu böyle. Ama sonrası gelmesi gereken süreçleri işletemiyoruz. Godo ’yu bekler gibi bekliyoruz , gelip birilerinin çömzüm üretmesi için bekliyoruz.


ezgiumut  2010 12 15

 
Toplam blog
: 566
: 1338
Kayıt tarihi
: 11.07.06
 
 

Edebiyatla ilgileniyorum. Ayrıca amatörce belgesel film çalışmaları yapıyorum ve kültürel etkinlikle..