Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Mart '16

 
Kategori
Dünya Kadınlar Günü
 

Boğazda bir güzel Kadın Sergisi, Aşiyan'da Pembe bir Mezar, Emekçi Kadınlar Günü

Boğazda bir güzel Kadın Sergisi, Aşiyan'da Pembe bir Mezar, Emekçi Kadınlar Günü
 

Altı mart kadınlar gününün arifesinde başladık güne. Güzel bir İstanbul sabahı. Neşe ile yapılan kahvaltının sonrasında sergiye gitmek üzere yola koyulduk. Gazeteci arkadaşımız Necati Mumay öncülük edecekti bizlere, haberleştik Beşiktaş İskelesinde buluşacaktık. Yavaş yavaş iskeleye yürüdüm. Aman Allah’ım bu ne kalabalık, yer gök insan seli sanki, insan selinin yanında yollara sığmayan araba kalabalığı. Duraktayım diyen Necati Bey yol bulup da yanımıza gelemiyor. Durakta benimle bekleyen bir bayan daha var. Kırmızı paltolu, siyah şik şapkası ile hoş bir bayan göz ucu ile bakıyorum ama tanıdık değil, diye düşündüğüm bir anda Nacati bey de yanıma geliyor. Bir ses, döndüğümüzde Ben de buradayım diye seslenen durakta beklerken göz ucu ile baktığım bayandı seslenen. Tanışma merasiminin ardından, otobüse atlıyoruz. Zor bir gün, yollar kalabalık, arabalar yola kolyenin incileri gibi dizilmişler nefes alınacak yer yok. Sohbet ederek yol alıyoruz.
 
Ülkü hanım da ressam. Açık olan sergisini anlatıyor. Bir kaza geçirmiş ayağından çok zoru var, kızıyor. Sergiyi hazırlayan Nihal Güres Hanıma, keşke hafta içi olsaydı, bu trafik bu kadar yoğun olmazdı diye serzenişte bulunuyor. Ben susuyorum. Necati Bey bizden uzakta o bu serzenişleri duymuyor bende sessizce dinliyorum. Yol almak mümkün değil kağnı arabası gibi, dur kalkla ilerliyoruz. sonunda kırk beş dakikada Orta Köy'e gelebildik. Şehre dönerken indik. Taksi ile gidelim dedik. Ama bütün taksilerde dolu. Bir türlü taksi bulamıyoruz sinirler gerildikçe, gerilmiş. Hele ressam Ülkü hanım her dakika biraz daha sinirleniyor. Atladı yolun ortasına taksi, taksi diye bağırmaya başladı. Derken bir taksi buldu sevinçle, atladık taksiye. biraz normal gittik derken yol yine tıkandı. Necati Beyle ben sessizce oturuyoruz. Ülkü hanım şoförü konuşmaya tutarak bizi yolda bırakmaması gerektiğini anlatırken bir yirmi, yirmi beş dakikada vardık, nihayet Sinan Bey vapuru göründü. Neşe içinde bağırdık çocuklar gibi, yol kenarındaki zincirlerden atlayarak ulaştık.
 
Nihayet sergideyiz, sergidekileri gözden geçirirken yanıma baktım ki arkadaşlar etrafımızı sardılar. Eş dost muhabbet içinde sergiyi gezmeye başladık. Tanıdıklarla muhabbet ediyor, bir tarafdan da Necati Bey beni yeni arkadaşlarla tanıştırıyor, sohbet giderek artıyordu bu arada bol bol resim de çekiniyorduk. Her şey çok güzeldi. Neşe içinde zaman akıp gidiyordu. Bir aralık yukarı güverteye çıktık hep birlikte. Biraz da burada resim çekinelim diye. Yeni arkadaşlarla tanıştık. Yazar olduğumu öğrendiklerinde ismini bilmediğim bir beyefendi buranın özelliğini biliyor musunuz dedi, bilmediğimi burada yaşamadığımı söyledim. O da bana burada bir çok şairimizin mezarı var, şu karşıda ki Pembe mezar ‘’Orhan Veli’nin mezarı.
 
14 Kasım’da Aşiyan’a gider. Mezarının başında şiirler okuyan lise öğrencileri gelir. Pembe mezarına yaklaşın ve ‘rakı şişesinde balık olmak isteyen’ bu şaire bir şiir de siz okuyun. Rumelihisarı’nı kuşatan bulutların arasından süzülen yağmur taneleri Aşiyan’ın sonsuz güzelliğine karışır. Tevfik Fikret’in, Tezer Özlü’nün, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Attila İlhan’ın ve Orhan Veli’nin uyuduğu bu şiir cennetinde kısa süreli de olsa misafir olmak size iyi geldi. Ne çok şeyi atlamışız. Güverteden İstanbul'u izlemek İnsan kendini rüyada sanıyor.
‘’Sarıyer'e kadar uzanan, ince, kıvrımlı ve hayat dolu bir yol; sahil yolu. Bilhassa, Kuruçeşme’den Baltalimanı’na uzanan sahil yolu, bize hem eskiyi hem de yeniyi yansıtacak, başka kültürlerle yoğrulmuş ve kendi kültürü içinde bambaşka hayatları, denizin maviliği ve eşsiz boğaz manzarasıyla gözler önüne seriyor… Mamafih Aşiyan kimi zaman hiç farkedemediğimiz bir şekilde sınır çizgilerini geçtiğimiz, ölüm kadar sessiz ama güzel yamaçlarda güneşlenmekte. 
 
Merdivenleri çıkar ve bambaşka bir dünyaya açılan o kapıdan girersiniz. Sol tarafınızda Istanbul, boğaz, önünüzde estetik bir yapı görürsünüz. Soluklanmak için fevkalade iyidir, boğaza bakan banklarda oturmak. Hafif bir esinti, tarihe ve estetiğe dayararak sırtınızı, mazi düşlere bırakırsınız hayallerinizde. Istanbul güzeldir yine. Sanki o karmaşayı yaşayan Istanbul değilmişcesine sessiz ve sakin… Kayıklar, akşamları mehtap sefasına çıkan insanları düşlersiniz. Gökyüzünde parıldayan yıldızlar, sade bir gün batımı. İnsanların duygularını dile getirmek için bir zamanlar doğanın onlara nasıl yardım ettiğini… Ya da insanların güzellikleri görebildikleri zamanları düşlersiniz. 
 
Ev, güzel sevimli bir bahçeye oturtulmuş, mimari ve sahibi olan Tevfik Fikret tarafından. Insanın maddi manevi ihtiyaçlarının tümünü karşılayacak türden. Manzarasıyla insanın ufkunu genişletecek, denizinin mavisiyle huzuru getirecek, yeşillerinin gölgesinde dinlenip, ferah bulduracak, o güzelim ağaçların arasına oturtulmuş yalıyar kaplı beyaz bir ev. 1906- 1915 yılları arasında Tevfik Fikret’in konakladığı bu ev, Fikret’in vefatıyla 1945 yılında müzeleştirilmesine kadar eşine yoldaşlık etmiştir.
 
Evin bahçeye açılan iki kapısı bulunmakta. Asıl giris kapısı yan taraftan. Içeri yöneldiğinizi gören görevli sizi candan bir gülümsemeyle karşılamakta, şevkle evi gezdirip, bilgilerini aktarmak ve sorularınızı cevaplamak için beklemekte sanki. Belediye tarafından satın alınan bu ev, Servet-i Fünun harekatını başlatan Tevfik Fikret’i ve yoldaşlarını anmak adına müzeye çevrilmiştir. Bu nedenle evin giriş katında, asıl oturma salonu kullanım amaçlı yapılan salonu Abdulhak Hamid Tarhan Salonu olarak anılmakta. Salonda Tarhan’a ait bir çok şahsi eşya bulunmakta. Salonun iç mimarisi oldukça sade, duvarlar ve perdeler beyaz. 
Salonu sol taraftan gezmeye başladığımda Hamit’e ait aile fotoğraflarını görmekteyim. Hamit’in çalışma masası, masanın üzerinde duvarda asılı Şehzade Abdülmecid tarafından yapılmış bir tablo; Göksu. Insanı düşünceli ve bulanık bir gün batımına götüren bir tablo. Hamit’in şahsi eşyalarına bakarken satrançtan oldukça zevk aldığını ve hediye edilen bir çok satranç takımı olduğunu görüyorum. Fakat öyle bir hatırat var ki bir türlü anlam veremediğim… Abdülhak Hamit’e annesi tarafından hediye edilen kestaneler… Hikayesini çok merak ettiğim, ama öğrenemediğim ve hiç bir anlam yükleyemediğim kestaneler. Salonun sağ tarafında Tarhan’a ait elbiseler, biri işlemeli diğer ikisi modern yaşama uydurulmuş takımları. Elbiselere baka dururken aklımdan bin türlü düşünceler geçmekte. O anlara dönüp bu kıyafetlerin değişim gösterdiği bütün kültürlerde var olmak istiyorum.
Hamit’e dair en tuhaf bulduğum köşelerden biri, eşlerinin fotoğraflarının olduğu bölüm. Üç kere evlenen Tarhan’ın en çok ilgimi çeken eşi ise son esi Fransız asıllı Lüsyen Hanım. Odadaki en ilgi çekici tabloda Lüsyen Hanıma ait. Karton üzerine çok hafif kara kalem ve renkli kalemlerle çizilmiş olan Lüsyen Hanım, sanki biraz önce oradaymış ve arkasından bir iz, bir sis bulutu bırakmış hissini veriyor insana. 
 
Evin bahçeye açılan ikinci kapısı bu salondan. Bu kapıdan geçen birçok insanı, kimi zaman ikindi çayına bahçeye çıkarken, belki sevinçli bir haberle içeri giren, belki de en bahtsız geçen günleriyle düşünüyorum. Ne çok hayatların geçtiğini... Ne çok hayatların bu kapıdan akıp geçip gittiğini...
 
Bu salondan Edebiyat-ı Celile odasına geçiliyor. Odada Servet-i Fünun yazarlarindan ve dergilerinden alıntılar var. ayrıca bu odada tüm Servet-i Fünun yazarlarının resimlerini görebiliyorsunuz. Osmanlıcayı bilmediğim, hiç öğretilmediği için son derece pişmanlık duyuyorum. Atalarımın neyi nasıl savunduklarını kendimce yorumlayamayacağım için üzülüyor ve aramıza bu sınırı koyan her anlayıştan tiksiniyorum o an.
 
Üst kat tamamen Tevfik Fikret’e ayrılmış olan bolüm. Merdivenden çıkarken bir çok resim var Fikret’in son zamanlarına ait. Gözüme ilişen evin inşaının tamamlandığı yıllara ait olan bir resim. Istanbul ‘un tepelerinin yalın olduğu, doğal estetiğin bozulmadığı o yıllar. Eskiye gitme, eskide var olma isteğim bir kat daha artıyor. Nasıl da cehenneme çevirmişiz bu güzelim şehri, nasıl da yıpratmışız muhteşemliğini ve hala nasıl da direnmekte bunca kötülüğümüze rağmen asaletini korumaya, ayakta kalmaya...
 
Tevfik Fikret’in çalışma odasına giriyoruz. Oda sanki ikiye bölünmüş bir tarafta Fikret’e ait tablolar ve dinlenme köşesi, diğer yanda çalışma masası. Odaya girer girmez karşımda Şehzade Abdülmecid’in, Fikret’in ’Sis’ şiirinden etkilenerek yaptığı sis tablosunu görmekteyim. Sırayla Fikret’e ait tabloları inceliyorum, Fikret’e ait yeni yeni bir dünyayi keşfetmekteyim. Renkleri nasıl kullandığını ve hangi renklere ağırlık verdiğini. Çoğu bulanık ve soğuk. Sonbaharımsı. Beni en çok etkileyen tablosu; Deniz ve Kayıklar. İkindi güneşinin vurduğu kayalarda hüznü ve ayrılığı anımsatmakta. Oraya gitmek istiyorum.
Çalışma masasının üstünde evinin planına çalışırken yaptığı çizimleri görüyorum. Bir insanın hayatını oluşturan en ufak ayrıntıdan en büyüğüne bütün unsurlarını kendisi belirlemesi ne kadar da hoş düşünmeden edemiyorum. 
 
Yatak odasına geçtiğimizde evin en güzel odasına geçtiğinizi pencereden bakınca, karşılaştığınız manzarayla anlıyorsunuz. Kıskanıyorum Tevfik Fikret’i. Her sabah, sabah güneşiyle ve boğazdan gelen esintiyle güne başladığımı hayal ediyorum. Tabi ki eski bir Istanbul’da.
Yatağının basında Tevfik Fikret’in Mihri Hanım tarafından alınan maskı bulunmakta. Ölümünden önce... 
 
Yatak odasındaki beyazn ferahlığını görünce şaşırıyorum. Fikret’in tablolarını gördükten sonra inanamıyorum bu evin beyazlığının orjinal rengi olduğuna. 
Fikret’in vefatıyla eşinin eve bir oda eklettiğini, girişin hemen üst tarafına ve evin odalarını evinin üst tarafındaki Robert Koleji’nin öğrencilerine geçimini sağlamak için kiraya verdiğini öğreniyorum. Üzülüyorum, buna sebeb olan şeylere...''
 
Eve veda ederken son bir kez daha oturup boğazı izlemek düşüncelerimi paylaşmak isteğimi engelleyemiyor ve düşünmeden edemiyorum, Tevfik Fikret’in baba, eş, yazar, şair, mimar ve ressam kimliklerini... yeni yeni tanıdığım bu İstanbul Aşiyan'da geçen bu gün hayatımın unutulmaz anıları içinde yerini alıyor.
Boğaziçi Üniversitesi'nin bahçesinden Aşiyan mezarlığının yokuşuna kadar olan tepe boğazı en iyi gören manzaralardan biridir muhtemelen. Buraların aşıklar için çok iyi bir yürüyüş rotası olduğunu söyleyebiliriz. 
 
Bu günün bir başka anlamı da 8 Mart Kadınlar Günü arifesinde İstanbul baş kaldırdı. Bu kadar kalabalık görülmemişti. Yürüyen kadınlar, devletin, polisin, senin benim analarımız bunlar bu kadar polisi, tomayı neden dikersiniz yollara ne yapacak bu kadınlar hakları olan yürüyüşü yapıyorlar. Ona bile tahammülünüz yok sizin. Bu kadar mı korkuyorsunuz anlamış değiliz. Emekçi kadınların günü, bizlerin günü kutlu olsun.
 
Bir güne neler sığdırdık hiç anlamadan Gün yavaş yavaş batarken. Bizlerde gemiyi tek tek gruplar halinde terk ederken tadı damağımızda kalan güzel bir günün sonunda mutlu bir tebessümle anacağımız anılar kaldı geriye
Gülseren AKDAŞ
 
Toplam blog
: 140
: 595
Kayıt tarihi
: 31.08.10
 
 

18.03.1950 yılında Samsun'un Bafra ilçesinde dünyaya gelmiş. Altı çocuklu bir işçi ailesinin üçün..