Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ocak '10

 
Kategori
Güncel
 

Böl ve yönet politikası

Böl ve yönet politikası
 

Kurtuluş mücadelesinin askeri başarı ile bitmesi Türk devletinin sorunlarını doğaldır ki bitirmemiştir. Askeri mücadele yerini siyasi, ekonomik, kültürel ve aydınlanma çalışmalarına bırakmıştır.

Bu dönemde Atatürkçü kadro yeni bir ulus, yeni bir devlet yaratmış ve yeni bir vatanın sınırlarını çizmiştir.

Askeri kadro çağdaşlaşma için gerekli olan siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmeler için yeterli birikime sahip olmadığı için yerini bu aşamada aydınlara bırakmıştır.

1923’lü yıllarda genç Cumhuriyet içinde yapılandırılmaya çalışılan devrimler karşısında en büyük direnci Osmanlı yönetimine dönüş özlemi içinde olan gerici, tutucu, köktendinci gruplar oluşturmakta idi.

Ümmet denilen toplumu aydınlatmayı, akılcı, mantıklı ve bilime dayanan görüşleri benimsemeyi sürdürmüşlerdir. Hanedan düzeni yerine halkçılığı, ümmetçi anlayışa karşı Türk ulusu bilincini, Halifeliği lağvederek şeriat yerine laikliği, devletçilik anlayışı ile yarı feodal ekonomik ilişkiler yerine ulusal ekonomi anlayışını getirmişler ve eşitlik, adalet, insan haklarına saygı çerçevesinde cumhuriyeti kurmuşlardır.

Bu yeni düzen karşısında ilk aşamada önemli bir tepki olmamıştır. Türk milleti, Osmanlı Devleti’nde ki 18 ayrı etnik grupla birlikte ümmet düzeni içinde bir ulus olarak doğarken, bu gruplar Cumhuriyetin ilk yıllarında gerçekleşen devrimlere uyum sağlamışlardır.

Yapılan değişikliklere karşı çıkanlar olmamış mıdır? Elbette olmuştur.

Özellikle Anadolu’da 900 yıldan fazla Türklerle birlikte yaşayan, özellikle Güneydoğu’da yerleşik olan ve Irak ve İran’da yaşayan Kürtlerle diyalog halinde olan, feodal ilişkilerinin bozulmasından endişe eden Kürtler olmuştur.

Emperyalizmin yüzyıllardır sürdürdüğü “böl ve yönet” politikası çerçevesinde İngilizler bu dönemde (Sevr antlaşması Doğu Anadolu’da bir Kürdistan Devleti kurulmasını öngörüyordu) Kürtleri Cumhuriyete karşı ayaklandırmak için çalışmışlardır.

Bu amaçla siyasi ve bölücü amaçlara yönelik olan “Kürt teali Cemiyeti’ni” kurdurmuş ve Doğu Anadolu’da Kürtlerin isyan çıkarmalarını teşvik etmişlerdir.

Şeyh Sait, Ağrı, Dersim isyanları tüm bu çabaların ürünüdür.

Kürt ağalarının ve aşiret reislerinin ellerinde bulundurdukları feodal getiriyi Cumhuriyetle birlikte kaybetme düşüncesi bu isyanların çıkarılmasında etkili olan faktörler arasındadır.

1923 yılında Lozan Anlaşması’nın imzalanmasından sonra, Türk ve Rum azınlıklar karşılıklı mübadeleye tabi tutulmuşlar, kalan tüm azınlıklar Türk uyruklu sayılmış ve Kürdistan’dan söz edilmemiştir.

Ancak Kürtlerin daha sonra isyan etmelerinin temel nedenini, İngiltere’nin “Musul sorunu” sırasında, Türkiye ile arasının açılması nedeni ile Kürtlere sağladığı destekte aramak gerekir.

O dönemde İngiltere Dışişleri bakanı Lord Curzon, Türk hükümetinin Güney Doğu sınırlarını ve Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgeyi yeterince denetleyemediğini öne sürerek, Kürtlere yerel bir yönetim sağlanmasını istemişti.

Bu dönemde başlayan Şeyh Sait isyanı ilk aşamada önemsenmemiş bir başkaldırı olarak algılanmıştır. Ancak isyanın bölgede hızla yayılmaya başlaması üzerine sıkıyönetim ilan edilmiştir. Alınan önlemler yetersiz kalınca Türk ordusunda kısmî seferberlik ilan edilmiş ve isyancılar bertaraf edilmiştir.

Şeyh Sait isyanı salt gericilerin ve köktendincilerin bir başkaldırısı değildir. Kürt Teali Cemiyeti’nin bağımsız bir devlet kurma amacı unutulmamalıdır.

Kürtlerin asıl amaçları, cumhuriyet devrimlerine karşı çıkmaktan çok, bağımsız bir devlet kurmak olarak görülmektedir.

Kürtlerin arkasında daima Emperyalist devletler olmuştur.

Kürtlerin isyan çıkarmalarını teşvik etmişlerdir.

Bugün yaşanan gelişmeleri iyi değerlendirmek için tarihi geçmişi ve olayları iyi bilmek ve yorumlamak gerektiği zihinlerden çıkarılmamalıdır.

 
Toplam blog
: 40
: 792
Kayıt tarihi
: 16.02.09
 
 

1958 Gürün doğumluyum. Emekli öğretmenim. Ülkemin ve dünyanın gündemini oluşturan konularda yazılar ..