Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Mart '11

 
Kategori
Siyaset
 

Bölünme korkusu…

Bölünme korkusu…
 

Türkiye’de yaşayan insanların tamamının ne düşündüğünü bilmek mümkün değildir. Ancak Türklerin en büyük korkusu, yurtlarının bölünüp parçalanması, tarihin birçok döneminde olduğu gibi çeşitli entrikalarla tutsak edilmeleridir.

Entrika diyoruz, çünkü savaş ile Türk’ü yenmenin imkânı yok gibidir. En azından tarihte pek rastlamıyoruz. Ama entrikalar, hileler, iç karıştırmalar, Türklerin devletlerinin kolayca yıkılmasına sebep olmuştur.

Ders alınmadığı için tarih ne yazık ki bir daha tekerrür etmek niyetindedir.

Mustafa Kemal yıkılan Osmanlının asıl unsuru olan ama Osmanlı tarafından bile dışlanan Türkler ile Anadolu’nun bağrında adeta küllerinden doğarcasına Türkiye Cumhuriyetini kurmuş, bu da Türklerin savaş ile yenilemeyeceği gerçeğini emperyalist beyinlere bir kez daha hatırlatmıştır. Yüzyıllar sonra ilk defa Türkler egemen bir devlet olarak tarih sahnesindeki yerini almıştır. Doğal olarak da entrikacılar, bölücüler o andan itibaren yeni iç entrikaların nasıl devreye sokulacağı üzerine kafa patlatmaya başlamış, ellerinden gelebilecek her şeyi yapacaklarını da kanıtlamışlardır. Dersim isyanları çok net örneklerden biridir. Gerek o günlerin şartları, gerek Atatürk’ün ülkenin başında olması, gerek ikinci paylaşım savaşı emperyalistlerin emellerini bir müddet için ertelemiş ama güçlendiklerinde pis oyunlarına devam etmelerini önleyememiştir.

1950 ile beraber iki çalışma eş zamanlı olarak devreye sokulmuştur. Bunları, Türkleri cahil bırakıp, dini duygularını ön plana çıkarıp, milli duygulardan yoksun biat kültüründe köleler haline getirmek, Türk kökenli olmayan unsurları sürekli kaşıyıp Türklere iç düşman yaratmak olarak iki genel başlık altında toplayabiliriz. Ülkemize bu gün dikkatlice baktığımızda hiç de başarısız bir çalışma olmadığını görüyoruz.

Türkiye’de çıkarları gereği mevcut iktidara oy veren zengin ve yandaş takımını bir tarafa koyarsak, insanların giderek yoksullaşmasına, hayatlarının zorlaşmasına rağmen %47 gibi ciddi bir oy ile iktidarı desteklemeleri en hafif tabir ile biat içersinde oylarını birilerinin belirlediği partiye sorgusuz sualsiz verdiğini gösteriyor. Giderek yoksullaşan insanlara neden oyunu seni yoksullaştıran partilere veriyorsun sorusuna alınan yanıtlar maalesef iddiamızı güçlendiriyor. Günümüz iktidarı da biat kültürünün getirdiği sadaka kültürünü yerleştirip demokratik talepleri sadaka almanın ezikliği altında boğmaya çalışıyor. O kesimden aldığı güç ile de diğerlerinin üzerine acımasızca saldırıyor. Bu iddia ile ilgili her gün birçok olay yaşıyoruz. Kaldı ki oy verenlerin büyük çoğunluğunun Müslümanlığı bile gerçekten anladığı şüphelidir. Değilse, birkaç yıl evveline kadar mali imkânsızlık nedeniyle eşin dostun yardımı ile çocuklarını okutan birinin aradan çok kısa bir zaman geçtiğinde gemiler villalar alabilecek duruma gelmesinin normal olmadığını bilmesi ve oyunu verirken o kişinin Müslüman adaletinden ne kadar nasiplendiğini hesaplaması gerekirdi.

1950 den beri devrede olan ve sürekli geliştirilip ilerletilen planın artık sona geldiği endişesindeyiz. Başbakanın durup dururken Türkiye’de bilmem kaç ayrı azınlık var diyerek başlattığı son perde bütün hızı ile devam ediyor.

Bu cümleden olmak üzere var oldukları günden beri hiçbir zaman bir devlet kurma talebi olmamış, içinde bulundukları toplumla kaynaşıp barış içinde yaşamayı seçen Kürt kökenli yurttaşları düşman haline getirme çabaları hızla devam ediyor. Öyle ki en çoğu Kürt kökenliler olmak üzere 40 000 den fazla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının canından olmasına sebep olan PKK, Kürtlerin yasal temsilcisi haline getirilmiştir. Silivri’de konuşuyor diye hiçbir kimseyi öldürmemiş, ispat edilmiş hiçbir suçu olmayanlar hücrelere atılırken, terörist başına yapılan muamele kaygılarımızın ne kadar yerinde olduğunu gösteriyor. İmralı’daki köşkünden örgütünü yönetmesine izin verilen bebek katili hükümetle bir müzakere içinde olduklarını söyleyerek, “Mart konusunda asıl değerlendirmeyi önümüzdeki günlerde yapacağım. Olumlu bir gelişme olursa, seçime kadar mevcut eylemsizlik durumu devam eder. Olumlu gelişme olmazsa ‘Yokum’ derim. Gelişme sağlanmazsa KCK sistemi devreye girer. Kürtlerin durumuyla ilgili tüm boyutları hayata geçirir. Bunlar yedi boyuttur; sosyal, siyasi (demokratik özerklik), kültürel, hukuki, ekonomik, diplomatik ve demokratik öz savunma boyutlarıdır. Karayılan’ın açıklaması da o yönde, topyekun direniş geliştireceklerini belirtiyor. Sağlık durumum fazla bu işi yürütmeme uygun değil zaten. AKP’ye karşı da 2002’den beri çok sabırlı oldum. AKP bugüne kadar sorunu çözmedi.” Diye işi artık tehdit boyutuna bile vardırabiliyor. Bu, tek başına bile Türklerin başına kimlerin ne çoraplar örmeye çalıştığının bir göstergesidir. Tarihe baktığımızda, çok daha çalkantılı dönemler geçiren Kürt halkı her zaman tercihini birlikte yaşamaktan yana göstermiştir. Ucunda bir çıkar hissettiği konularda referanduma gitmekten çekinmeyen iktidar neden dürüst bir referandum yapıp Kürtlere ne istediklerini sormuyor. Böyle bir referandumun bölücülerin hevesini kursağına sokması büyük olasılıktır.

Bölünmek, parçalanmak, emperyalistler tarafından yutulmak, köle edilmek demektir. Bu durumun ne kadar kötü olduğunu anlamak için Yugoslavya gerçeğine bakmak yeterlidir. Üstelik böyle bir durum bu ülkede yaşayıp kendini başka şey hissedenler içinde vahim sonuçlar doğuracaktır. Bu itibarla Haziran ayında -eğer seçim yapılırsa- sandığa giderken bir defalık da olsa biraz zahmete girip düşünmek gerekiyor.

İzmir 2011-03-14 

 
Toplam blog
: 1508
: 1688
Kayıt tarihi
: 16.07.08
 
 

Yetmişiki yaşında iki çocuk ve iki torun sahibi bir erkeğim.. Lise mezunuyum. Uzun yıllar esnaflı..