Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Haziran '07

 
Kategori
Psikoloji
 

Boşlukta yitmek, yitirmek 1

Boşlukta yitmek, yitirmek 1
 

"Hiç" dedi kendi kendine. Kelimenin derinliğini düşünmeden, dilinde kısa bir süre dolaştırıp bıraktı boşluğa. Can sıkıntısı fena sarmıştı bu kez içini. Kaçacak yer bulmadığından sadece oturup beklemeyi seçti. Tam oraya, O'nu gördüğüm yere, kapının önüne. Girmek ya da çıkmakta kararsız, yüzünü herhangi bir yere çevirmekten bile üşengeç ve kanı çekilmiş gibiydi.

Erken uyandığı nadir günlerden biriydi. Ama uyanmak gerçekten uyanmak olmayabilirdi her zaman. O yine de biraz da kendinden vazgeçip yarı uykulu yarı uyanık dolaştı bir süre. Tatlı bir telaşı yoktu elinde, ya da güzel heyecanları, sadece gece geç saatte yediği poğaçanın kırıntıları vardı. Uzun süreli aylaklık hareketsiz bırakmıştı O'nu. Diğer hareketsizliklere benzemeyen bir hareketsizlikti bu. Bir ağaç gibi hareketsizdi. Durduğu yerde filiz veren, yaprak döken, dal uzatan, meyve sunan bir ağacın hareketsizliğine benziyordu hareketsizliği. Uzun zamandır bir yöne eğiliyordu dalları, O'na doğru uzuyordu. Ama nedenini bilmeden. Bir dalın neden uzadığını bilmemesi gibi.

Uzanıp yatağına, duvardaki lekeyi izledi sonra. Gözbebeklerini birbirine yaklaştırıp lekenin seyrini izledi . Düşünmesini gerektirmeyecek şeyler yapmak istiyordu. Duvardaki lekeyi izlemek, sokağı seyretmek, yüzmek, tıkınmak ve sevişmek istiyordu örneğin. Bunun yanında, dağınık salonu görmek istemiyordu. Kimseyi duymak, dinlemek de istemiyordu. Yaşamının tüm sarmaşıklarını budama işine girmek istiyordu sadece. Düşünmeden bunu yapmak. Kesmek, budamak ve bütün bunları sertçe, hoyratça yapmak istiyordu. Diğer herşey gibi bedeninin de değersiz, anlamsız olduğunu kendisine ispatlamak ister gibi, kanamaktan korkmadan acımasızca vurmak istiyordu kesebilen herşeyle. Balta, satır, orak, tırpan, bir çift göz, söz. Ne bulursa onunla saldırıyordu sarılmış kuşatılmış bedenine. Kendini kurtarmak için kendini öldürüyordu.

Ben o sırada erken saat bir sokak satıcısıyla laflıyordum ayaküstü. Günlük sıkıntıları iyi geliyordu bana. Anlattıkça içimi daha önce görmediğim bir huzur kaplıyordu. Acılarımı kendi bedeninde gerçekliyordu erken saat sokak satıcısı. Hiç alışık olmadığım bir vücut, bir ağız benim yerime konuşuyordu. Derin bir jilet kesisini hatırlatıyordu bana gözleri. Biraz daha açsan sanki kafatasını hem de taa içini görebilecekmişsin gibiydi. Kemiğe dayanmış jilet kesisini diker gibi arada bir kapatıyordu gözlerini. Düşünür gibiydi ama düşünmesini gerektirecek bir durum yoktu. Mutlu ve sakindi erken saat sokak satıcısı. Bu haliyle beni anlatamazdı. Yine de yaklaşmıştı. Ben de biraz davul tozu aldım çabasının hatırına.

Ayaklarım hükümdar, başım köle gibiydi. Nereye giderse ayaklarım ona uygun hayaller kuruyordu zihnim. Yoksa şiirdeki gibi miydi?

İnciyi isteyen dalgıç olacak
Varı yoğu dosta verip dalacak
Canı avucunda, nefesi göğsünde
Ayağı baş olacak, başı ayak. *

Elimde birşey yoktu, dalmaya gücüm bile. İnciden de vazgeçip sese yürüdüm koşar adım. Kurt uluması gibi, koklaşacak birini arayan bir yaban ördeğinin sesi gibi, su sesi gibi bir ses. Her zaman duyamayacağınız türden bir ses. - en son ne zaman dikkat ettiniz bir suyun sesine? (salt suyun, musluğun değil) - O yürüyüşün sonunda buldum O'nu. "Ne oldu?" dedim. Sanki yıllardır tanıyormuş gibi, sanki hep gelmemi bekliyormuş gibi baktı. Ve "hiç" dedi kendi kendine. Kelimenin derinliğini düşünmeden. Düşünmek istemediğinden oturuyordu o kapı önünde. Artık görmek istemediğinden avuçlarının arasındaydı yüzü. Artık konuşmak anlamsız olduğu için kısaydı cevapları.

Çocukluğunu kaybettiği kapı önündeydi. Kalabalığın yerini bir uğultunun aldığı, yaralarının kabuklarının kendiliğinden koptuğu yerdeydi. Çok soğuktu merdivenin taşları. Taşa oturmama uyarısı çalınınca zihninde ellerini de koydu soğuk taşlara, sırf inadına. Oyundan ayrılmak zorunda değildi artık yemek saati geldiği veya hava karardığı için. Ama oyun bitmişti. Hava kararırken biri çağırsın, bir ses yemek saatini hatırlatsın diye bekliyordu en derininde. Bilmek anlamını yitirmişti. O akşam uzayan dallarını kesmeyi çok istemişti. Mahçup, başı eğik gülümsemesini arıyordu. Her söz, her gülüş gibi O da zaman denen boşluğa karışmıştı. Boşlukta yitip, boşlukta yitirmişti.

* Ömer Hayyam- Rubailer

 
Toplam blog
: 23
: 579
Kayıt tarihi
: 19.04.07
 
 

30'a yakın yaştayım. Denize yakın yerde büyüdüm. Şiire yakınım, sabahın erken saatlerine uzağım. İst..