Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Haziran '07

 
Kategori
Psikoloji
 

Boşlukta yitmek, yitirmek 2

Boşlukta yitmek, yitirmek 2
 

Bembeyaz, pamuk gibi kabarmış, kar şekeri bir güzelliğin üstünde yürüyordu. Düşmekten korkmadan, sanki istese uçabilecekmiş gibi. Ama uçmak istemiyordu. Ayaklarının altını gıdıklayan tül dokudan memnundu. Her hücresini yaşanır kılıyor, duygularını isyana teşvik ediyordu bu. Meydanlara dökülmeye hazırdı gözleri, birileri için birileriyle bereber ağlamaya hazırdı. Elleri büyüyor, parmakları uzuyordu. Bir ağacın gövdesini sarıyor, sarmaşıklarla savaşıyordu. Pamuk ayakları O, nu aradığına götürüyordu.

Uyandı. Kapıyı yumrukluyordu biri. Yıllar öncesini hatırladı. Yine böyle kar şekeri bir rüyadan uyanmıştı, yumruk, tekme, tokat sesleriyle. Çekmeceleri ve rüyalarını dağıtmıştı yeşil elbiseli, ayakkabıları onlarınkinden büyük abileri. Annesinin özenle silip temizlediği kilimlerinin üstüne çamurlarını bırakmışlardı abiler. Annesi çok kızardı buna aslında, oyundan geldiğinde kapı önünde nerdeyse banyo yaptırırdı O'na. Çok utanırdı ama annesine karşı gelmek mi? Düşünemezdi bile. Şimdiki sessizliği neyin nesiydi peki? Neden başı öne eğik duruyordu kapının önünde. 12 yaşın bakirliğiyle anlayamazdı bunu. -şimdi bile tam olarak anlayamıyordu-

Gelen kapıcıydı. Çöpleri alacaktı. Kültablasında kalanları döktü, kavunun kabuklarını attı tezgahın üstünden, ve artık her yanı yırtık pırtık masa örtüsünü de poşetin en üstüne koyup kapıcıya verdi. Aldığı çöp bile olsa birinin bugün evinden birşey alması çok kanına dokunuyordu.

O gün gelen abiler sadece çöpleri bıraktılar. O zaman için O'na kocaman gelen bir hayattan arta kalan çöpler. Kıymetli olan herşeyi alıp suyu sıkılmış bir portakal yarısı gibi bıraktılar O'nu çamurlu kilimlerin yanıbaşına. En son öyle bir baktı ki babası, şimdi bile tüm iç organları yanar o bakışı görünce. Ayakları çamurlu abilerin kolları arasında, kaşının üstünden sızan kanla, küfürler arasında götürdüler O'nu. Bir daha dönmeyecek olanı, en kötüsünden bir umut bırakıp götürdüler. Dağılmış çekmece, rüyalar ve baygın annesiyle kalakaldı ne kadar olduğunu kestiremediği bir süre. Sonra kalkıp annesini uyandırıp çayı ocağa koydu ve kilimleri yıkanmak üzere dışarı çıkardı.

Düşünceleri çok derinde yüzerken bir vurgun gibi çalındı kapı. Çalınan düşlerine yanıp kalktı ve açtı. O'ydu işte. Kapıdaydı, tam karşısında, kanlı canlı, yüzünde derin bir endişe ile O'ydu. Upuzun ve ince ama yapılı vücudu, üst dudağının yarısını kapatıp alt dudağına karşı konulmaz bir cazibe katan bıyığıyla, puslu gözleriyle O'ydu. Şaşkınlığı atıp hemen çekildi kapıdan ve içeri aldı O'nu. Girer girmez bir sigara yaktı ve odanın içinde gezinmeye başladı. Bir huzursuzluk vardı bu telaşının altında. Gerçek olmayan birşey, vicdanını gıdıklayan birşey.

- Patron işimi bitirecek. Yazdıklarımdan sonra çok yükseklerden telefon aldığını ve herkesi zor duruma soktuğumu, bunu düzeltmezsem beni mahvedeceğini söyledi.

Endişesine katıldı. - Nasıl? Ne yapacak ki? Ne düzelecek, nasıl düzelecek? Doğru düzgün anlatsana şunu.
- İsim istiyorlar. Bunların gerçekliğini sorguluyorlar. Kelle istiyorlar, ya bizimki ya seçeceğimiz birilerininki.

Dondu o anda herşey. Biraz filiz veren, ucundan yeşermeye başlayan çiçek dondu. Arada esip saçlarını savuran rüzgar dondu. Uyanmasına bahane olan eskicinin sesi dondu. Yüzüne baktığı adamın puslu gözleri dondu. Uyanmıştı ama toprak, su uyanmıştı. Rüzgara kaptırıp gidiyordu gemi. Dümeni, yekeyi bırakmıştı. 3 yıldır sırdaş kıldığı, yoldaşlarını ele vermişti akan suyun hatırına. O gazetesinde yazsın diye. Yazsın ve dertlerini anlatsın diye. Birileri belki okur, duyar ve bir daha kimsenin kilimleri çamurlanmaz diye. Bırak hepsini bir kenara, aşık diye. Ne dese yapacaktı ama bunu neden yaptı? Şimdi bakışlarındaki sahteliği anladı. Pencereler kapandı, kapılar kilitlendi ve iki defa sürgülendi. Masanın başına geçip hiç konuşmadan yazdı. Dudağının arasından sigarayı alıp, koluna girip, yazdıklarını eline sıkıştırıp kapıyı arkasından kapattı. Çayı ocağa koydu ve fotoğrafları yakmak üzere dışarı çıkardı.
Neyin peşinden koşuyordu? Bir limon asidi gibi yakıyordu midesini bu acı. Elinden tutup bayramlara gitmek istiyordu babasıyla. Yumuşak birşeyler duymak, bir ılık süt içmek istiyordu mesela. Yapamayacaksa bunları bir tren rayına uzanıp, gözlerini kapatıp bu mide asidini silip alacak sesi beklemek istiyordu. Sesini silecek bir bez istiyordu, babasının kaşından sızan kanı, giderken bıraktığı bakışı hafızasından silecek bir bez istiyordu. İstedikleri kelleyi vermişti O'nlara. Vücuduna ağır gelen başını koymuştu ortaya. Geç kalmışların, takılıp kalanların, gözleri kanayanların, başkaları için koşanların diyeti için vermişti biriktirdikleriyle artık canını yakan zihnini. Bomboşken şimdi elleri, arıyordu halatını atacak bir iskele. Sarıp yaralarını iyileştirecek bir şifacı, gözlerine bakıp anlayabilecek bir keşiş arıyordu. Gözünün kenarından akan kanı silip geri gelsin istiyordu dönmemecesine giden. O diye sarıldığı yakmışken canını, çıkıp gelip intikamını alsın istiyordu. Babasını arıyordu, tertemiz kilimlerin arasında. Herşey gibi O da işkence gibi bir hayatın dişlileri arasında ezilmişti. Boşlukta yitip, boşlukta yitirmişti...

 
Toplam blog
: 23
: 579
Kayıt tarihi
: 19.04.07
 
 

30'a yakın yaştayım. Denize yakın yerde büyüdüm. Şiire yakınım, sabahın erken saatlerine uzağım. İst..