Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ekim '09

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Bosna'da Zaman-5 ve Son (Travnik-Başçarşı ve Hayat Tüneli)

Bosna'da Zaman-5 ve Son (Travnik-Başçarşı ve Hayat Tüneli)
 

net'ten


Ahmic’den hüzünle ayrılıp Travnik’e doğru yol alıyoruz. İsmi “otluk” anlamına gelen Travnik, Osmanlı devlet adamlarının ve vezirlerinin yetiştirildiği medreselere sahip. Travnik'te 19 Osmanlı vezirinin türbesi var. Bu nedenle Travnik’e vezirler şehri de denmektedir. Şehrin nüfusu 70 bin. Tam bir Karadeniz tabiatıyla iç içeyiz. Dağın yamaçlarında birbirinden güzel evler. Evlerin çatıları şiddetli kıştan ve kardan dolayı çok dik yapılmış. Bizim Erzurum’dan daha karlı ve soğuk kış yaşayan başka bir şehir olmamasına rağmen, evlerin çatıları düşük eğimli. Malzemeden mi kâr etmek mi, bir alışkanlık mı, bilmem ama, bizim çatıların birçoğunda tek kale maç yapmak mümkün.

ELÇİ İBRAHİM PAŞA MEDRESESİ Travnik’’in girişinde önce, 1805’te yapılmış Elçi İbrahim Paşa Medresesi’ni ziyaret ediyoruz. Bir İslam medresesi... Bu medrese savaşta bile eğitimine ara vermemiş. Aynı anda 100’ü kız 100’ü erkek 200 öğrenci eğitim görebiliyor. Medresenin geniş avlusu, bizim Çifte Minareli Medrese gibi avlunun kenarlarında derslikler var. Osmanlılar döneminde medresede ders veren âlimlerin yazdığı el yazması kitaplar teşhir ediliyor. Kızların eğitim gördüğü medrese ziyarete açık değil. Avlunun duvarlarında burada eğitim almış öğrencilerin fotoğrafları var. Biz de Cuma namazı için abdestimizi burada alıyoruz.

SULTAN FATİH’İN SU İÇTİĞİ KAYNAK.. Medreseden şehrin içine doğru ilerleyince Elçi İbrahim Paşa Kalesi sizi karşılıyor. Bu kalenin dibinden Fatih Sultan Mehmet’in de su içtiği Göksu ırmağı doğmakta. Göksunun çıkış noktasına varıp biz de Sultan Fatih’in su içtiği noktadan su içiyoruz. Hemen 50 metre aşağıda suyun üzerinde bir değirmen dolabı dönmekte… Yosun tutmuş dolap beni Yunus’a götürüyor: “Benim adım dertli dolap Suyum akar yalap yalap Böyle emreylemiş Çalap Derdim vardır, inilerim.”

BİR FOTOĞRAF KARESİNE 7 CAMİ SIĞDIRMAK MÜMKÜN MÜ? Travnik`te camilerinin sıklığını anlatmak için “Bir fotoğraf karesine 7 cami minaresini sığdırabilirsiniz!” diyorlar. Gerçekten de şehir bir Osmanlı albümü gibi, sayısız türbe ve camiye sahip. Birçok camide ve türbede Fatih Sultan Mehmet’in insan hakları beyannamesi olacak nitelikte fermanı var. Ferman kısaca, her dinden ve milletten insanın şehirde güvenli ve huzur içinde yaşamaları gerektiğini ilan etmekte.

ALACA CAMİSİNDE CUMA NAMAZI Travnik caddelerinde kısa bir gezintinin ardından Cuma namazını 16. yy’da Nazır Hasan Paşa’nın yaptırdığı Alaca Cami’de kılmaya niyetleniyoruz. Altında dükkânlar, yanında küçük bir derenin ve güzel bir çeşmenin bulunduğu caminin ilk yapıldığı günden günümüze kadar orijinalliğini koruyan minaresi taş duvardan yapılmıştır. Ayrıca caminin güzel görünmesi için iç ve dış duvarları çiçek figürleriyle süslenmiştir. Bundan dolayı da camii o günden sonra Alacalı Cami olarak anılmaya başlamıştır.

TRAVNİK’TE TÜRK SEVGİSİ Camide bir cenaze vardı. Öncelikle cenaze sahiplerine caminin avlusunda taziye verdik. Caminin avlusu çocuklarla ve gençlerle dolu... Avluda dini kitaplar satılıyor. Namazı kıldıran Hoca hutbesi, bir gün sonra 14. Yıldönümü anılacak olacak olan Sreblenica Katliamı’yla ilgiliydi. Hocanın kıraatı beni çok etkiledi. Cuma namazı çıkışı ve Travnik sokaklarında çocuklar sizin Türk olduğunuz anlayınca etrafınızı sarıp sizle sohbet etmek istiyorlar. Biz de namazı beraber kıldığımız birkaç çocukla sohbet ettik, çocukların ismi Muhammet, Ahmet, Hamza gibi isimlerdi. Çocukların bazısı da sohbetten sonra bahşiş beklentisinde…

OSMANLI RUHUNU YAŞATAN ŞEHİR Yürüyerek kaleye çıkıyoruz. Kaleye dik bir uçurumun üzerine yapılmış ince taş bir köprüden geçerek ulaşıyoruz. Kaleden bütün Travnik görünüyor. Yemyeşil ve şirin… Cami minarelerini saymakla yorulursunuz. Kalenin içinde küçük bir müze var. Halkın folklorunu yansıtan araç ve gereçler, kıyafetler sergileniyor. Kalede hepimizi kahkahaya boğan tatlı bir olay yaşıyoruz:

TÜRK MUTFAK KÜLTÜRÜ Bahçelerinden sarmaşık güller ve zakkum ağaçlarının sokaklara taştığı evlerin önünden yürüyerek Göksu’nun yanında o dertli dolabın karşısındaki bir lokantada, açık havada köfte ve baklavamızı yiyoruz. Bir müddet sonra şiddetli bir sağanak yağış başlıyor. Neyse ki masalarımızın üzerinde geniş çadır gölgelikler var. Yemeğin ardından her zamanki gibi kıtlama kahvemizi içip otobüsümüze geri dönüyoruz. Travnik’in peyniri ve pastırması meşhur. Travnik ayrıca Nobel ödüllü yazar Andric'in doğduğu şehirdir.

BAŞÇARŞI’DA SANAT İKLİMİ Üçüncü günün öğleden sonrası yine Saraybosna’dayız. Dönüş yaklaştığı için hediyelik ve hatıra eşyalardan alıyoruz. Bakırcılar çarşısı, Başçarşının kendimi en rahat hissettiğim yeri. Esnafın hemen tamamı Müslüman ve mütebessim. Bu çarşıyı gezerken yine şiddetli bir sağanak başlamasın mı? Grubun serbest gezdiği bu saatte eşimle ben bir bakırcı dükkânında mahsur kalıyoruz. Yağmurdan dışarı çıkmak mümkün değil. Bakırcı bize üzülerek dükkânı kapatması gerektiğini ve az ilerdeki kafede oturabikleceğimizi söylüyor. Biz de dükkândan çıkarken “Akşamın hayrola!” diyoruz. O da “Allah razı ola, Allaha emanet!” diyor. Burada “günaydın!” yerine “Sabahın hayrola!” var. “Sabahın hayrola, akşamın hayrola, işin hayrola” dediğinizde alacağınız cevap kafiyeli olarak “Allah razı ola!”dır. Ve ayrılırken de “ Allah’a emanet!”tir.

Bir Boşnak hanımefendinin işlettiği kafeye sığınıyoruz. Kahvemizi yudumlarken kafede bulunan üç hanımefendi benimle eşime bakarak, “birbirinize yakışmışsınız!” türünden mimikler yapıyorlar. On bir yıllık çifti belki de nişanlı sandılar! Başlıyoruz sohbete! Türk olduğumuzu öğrenir öğrenmez, “İstanbul, Bursa, Kastamonu?” diyerek hangi şehirden olduğumuzu öğrenmek istiyorlar. Birkaç gündür aynı soruya “Erzurum” cevabını verdiğimizde pek tanımadıkları için sustuklarından ve ailemizin de Bursa’da oturmasından hareketle bu defa cevabım “Bursa” oluyor. Sonrasını sormayın, gitsin! Çok mutlu oluyorlar ve Türkiye’deki tüm akrabalarını sayıyorlar; tanıdıkları ilçeleri, semtleri… Nilüfer, Çekirge, Kestel… Bir de fotoğraf çekiliyoruz beraber. Sonra çantalarından beyaz tülbentlerini başlarına takarak “hanıma, hanıma!” sözleriyle böyle daha hanım olduklarını, bir de böyle fotoğraf çekilmek istediklerini söylüyorlar.

11 TEMMUZ, SREBRENİCA VE TÜNEL Bu bir yağmur olamaz, adeta gökler ağlıyor. Gökten sicim gibi gözyaşları akıyor. 11 Temmuz, Srebrenica katliamının 14. Yıldönümü… Türkiye’den heyetler gelmiş, herkes Srebrenica’ya akın ediyor. Biz gitmek istiyoruz; ama gidemiyoruz. Çünkü Srebrenica, Sırp bölgesinde kalıyor ve oraya ancak çok önceden özel izin alarak girilebiliyor.

YASİNLER, FATİHALAR, DUALAR VE AMİNLER… Rehberimizi Ahmet, 14 yıldır, yazın ortası olmasına rağmen her 11 Temmuz’da böyle şiddetli yağmur yağdığını söylüyor. O gün Bosna-Hersek’in hiçbir yerinde müzik yayını yapılmıyor, arabalar korna çalmıyor, kimse eğlenceli bir şarkı mırıldanmıyor, yüksek sesle konuşmuyor. Göklerde ve yerde büyük bir yas havası ve sessizlik var. Srebrenica’da okunan Yasinler, Fatihalar, dualar, Srebrenica’da kopan çığlıklar, yakarışlar sokaklarda, caddelerde, iş merkezlerinde, şehrin her yerinde hoparlörden veriliyor. Bosna’nın her yeri mahşeri yaşıyor.

BOŞNAKLARIN ÖZGÜR DÜNYAYA AÇILAN PENCERESİ Yine hüznü yüreğimize gömerek bu sefer de, 1300 gün kuşatılan, dış dünyayla bağlantısı koparılan Saraybosna’ya hayat vermiş, Sırp mevzileri arasından, uluslararası havaalanının altından Boşnakların özgür dünyaya açılan penceresi olmuş “Tünel”e gidiyoruz. Tünel 800 metre uzunluğunda, bir metre eninde ve 1.60 metre yüksekliğinde. Tünel havaalanın doğusunda küçük bir evin içinden başlatılmış. Bu ev aynı zamanda Bosna-Hersek ordusunun karargâhı olmuş.

BOŞNAKLARIN HÜRRİYET TÜNELİ Büyük bir gizlilik içerisinde yürütülen tünel kazım işlemleri, 4 ay 4 günde tamamlanmış. 24 saat aralıksız devam eden tünel kazma işlemleri 3 vardiya olarak devam etmiş. Tünel kazımı sonrasında Saraybosna, Butmir, İgman ve Bosna Hersek Özerk bölgeler arasında irtibat sağlanmış. İlk gece 12 ton askeri malzeme geçişi sağlanmış. Birçok askeri birliğe takviye asker dağıtımı da buradan yapılmış. Rehberimiz Ahmet’in söylediğine göre bu tünelden geçirilen en önemli yardımlardan biri de keçi. Keçiler az yer; ama bol süt verirler. Keçi demek, ucuz ve bol miktarda süt ve peynir demek!

KAHRAMAN SİDA KOLAR TEYZE.. Büyük komutan, bilge kral Aliya İzzet Begoviç’in savaşı yönettiği demir koltuk da bu evde. Saraybosna’daki evini Bosna Hersek Ordusu’na karargâh olarak vererek Sırplara karşı kazanılan zaferde büyük pay sahibi olan Sida Kolar nine, savaş sonrasında da şehre ziyarete gelen misafirleri evinde ağırlamaya devam ediyor. Biz evdeyken Sida Kolar nine rahatsızdı, uyuyordu.

TÜNEL GÜZERGAHINDAKİ MÜZE EV Yer altı tünelinin geçtiği bu ev, savaşın sona ermesinin ardından müze olarak kullanılmaya başlanmış. Kolar ailesi tarafından restore edilerek müze haline getirilen binada tünel kazmak için kullanılan kazma, kürek, el arabası, içlerine yiyecek taşınan çuvallar, savaş malzemeleri, askeri elbiseler sergileniyor. Ayrıca evin bir odasında gelen ziyaretçilere savaşı anlatan 20 dakikalık film izlettiriliyor.

“ÖLMEDİK YAŞIYORUZ” Bosna-Hersek’te tabiat, çağlayan sular, yemyeşil dağlar bir şarkı söylüyor: Ölmedik, yaşıyoruz. Bosna, diken bahçesinde yeşeren nazenin tomurcuk, gül! Ayrılık vakti geldiğinde yüreğimden bir ırmak akıyor kor dudaklarıma: Bosna’da zaman, bu zaman değil Akrebi dağlardır zamanın burada Kulak ver toprağa, iyice eğil Tohumlar açar kanayan yarada… Uçağımıza ıslak gözlerle mendil sallayan İgman dağları ve Sarayova sabrı, izzeti ve vakarı bize fısıldamakta…

SON...

Geziyle ilgili tüm FOTOĞRAFLAR için tıklayınız:

http://blog.milliyet.com.tr/Bosna_da_Zaman-1__Fotograflarla_Bosna-Hersek_Gezim_/Blog/?BlogNo=203281

 
Toplam blog
: 143
: 2341
Kayıt tarihi
: 22.08.07
 
 

Bu âlem içinde aileme zaman ayırmak, gezmek, okumak, fotoğraf çekmek, resim çizmek ve iş hayatı h..