Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Aralık '08

 
Kategori
İzmir
 

Bostanlı Balıkçı Barınağı'ndan yazmıştım...

Bostanlı Balıkçı Barınağı'ndan yazmıştım...
 

...................Bayramlaşma mekanım.....................


Tam iki sene önce kaleme aldığım bir bayram yazısını okuduğumda bugün; yeniden sizlerle paylaşmak ihtiyacı duydum, o günkü duygularımı. Ve mahzende yıllanmış bir şarabın içine işleyen mucizevi kokularımı hissettim yazdıklarımda. Umarım gönül damağınızda; kekremsi ve hüzünlü tatlar bırakır o gün içimden dökülüverenler...


"İŞTE GELDİK GİDİYORUZ

Birkaç gün sonra, o en kırılgan ve üşüyen saatlerde, her bayram olduğu gibi yine arabamı, denizin sahille bayramlaştığı, öpüşüp, koklaştığı o deniz kenarının, bana, acı bayram şekerini ikram eden yerine çekeceğim. Yine motoru durdurup, camları hafif aralayıp, yıllardır bana hep aynı sarkıyı terennüm eden dalgaların sesini dinleyeceğim.


Her bayram sabahı, hiç atlamadan gelip, hemen önümde oynaşan kırmızı ayaklı flamingolarla merhabalaşıp, martı çığlıklarından besteler yapacağım yine. Yine her bayram sabahı olduğu gibi arabamın radyosundan rasgele bir istasyon seçip, rasgele bir sarkıyı kendime armağan edecek, şarkılardan fal tutmanın ve rasgele sevinmenin garip ve anlamsız hazzını yaşayacağım.


Eve giderken, her bayram aynı kaldırım köşesinde nergis satan çiçekçiden iki demet nergis alıp birini eşime, diğerini de eşimin eşsiz hediyesi oğluma vereceğim. Onlar bana sarılıp gülecekler, ben gözyaslarımı saklayıp ağlayacağım. Sevincin, mutluluğun ve huzurun nişanesi gözyaslarım içime akacak ama kimseler göremeyecek.

Uzaklardaki annemi ve babamı arayıp, telefondaki kırık ve yarım seslerindeki burukluğu hissedeceğim. Onlar ağlayacak orada ben güleceğim. Ben ağlayacağım burada onlar gülecekler. Karşılıklı birbirimizi kandırıyormuş gibi yapacağız. Uzaktan kumandalı bayramlaşmamızı çok uzatmayacağız, yürek yangınlarımızı yele, gönül burukluklarımızı ele vermemek için.


Çok eskilerden bir Cem Karaca sarkısı vardı, nakarat sözleri şöyle idi:


"İşte geldik gidiyoruz,

Bilinmez bir diyara.

Eskiden karpuz idik,

Şimdi döndük biz hıyara."


Her bayram öncesi, yılbaşlarında, doğumgünlerimde bu tip melankolik rüzgarlara sinemi açmışlığım çok fazladır. Zamanın hızına yetişememenin verdiği umarsız telaş, kaybolanların bir türlü doldurulamayan esrik aforizmaları, dönüp duran, yanıp yakılan, kader denilen çemberin, dipsiz kuyuların karanlığına nispet eden sarmal yoldaşlığı ne de çok üşütür yüreğimi böyle zamanlarda.


Kah Dostoyevski'nin Raskolnikof'unda bulur kendimi, kaybederim kendimde beni. Kah Cohelho'nun Santiago'su olur uzaklarda ararım hazinemi. Kimi zaman evsiz-yurtsuz bir seyyah olurum vakitsiz ve mekansız, kimi zamansa Piyer Loti'de, dünya durdukça duracak ölü başında bir taş.


Kafatasım böyle zamanlarda beynime küçük gelir. Önce, ince ince vurmaya başlar sınırlarına, sonra çatırtılarını hissederim kemiklerimin. Tam yarıp çıkacakken, fışkırtıp sularını, kan ve irinlerini beynim; aniden başlarım küçülmeye, büzüşmeye, annesiz ve babasız, ıslanmıs, kaldırım taşında gözü yaşlı, ufak bir kız gibi. Küçülür, ufalır, sıkışır beynim kafatasımın en ücra köşelerine. Ses vermez, komut vermez, istemez, hissetmez olur. Dalar gözlerim makbere dönmüş odamın en kuytu ve karanlık noktasına.


Bir el dokunsun isterim omuzlarıma, oradan da yürek çarpıntılarıma. Kansın, kansın, kana kana içsin sevgiyi, sevdayı, özlemeyi insana dair ne varsa herşeyi. Ölgün bir ışık sızar kalın ve kapalı perdelerimin dışından içeri. Bir el uzanır bana. Kendinden emin bir el. Sıcak, bakımlı, yumuşacık ve diri. Uzatmak isterim titrek ellerimi. Ama kalkmaz olur, tutmaz olur ellerim. Karabasanlar çöker, yumruklar sıkılır boğazlarımda, hıçkırıkların ardı arkası kesilmez olur ve nefessiz kalırım oracıkta.


Bayramlar, oksijen çadırlarıdır bizim gibilerin. Ağlamaya alışık gözlerin ve titremeye mahkum yüreklerin şarkısıdır bayramlar. Senede iki defa gelir, ağlatır, titretir, hüzünlerden hüzün beğendirir, burkar giderler içimizi. Nefes aldırırlar gönül ciğerlerimize. Bayramlar sevinç günleridir. Ama aynı zamanda olmayanların, olamayanların, gelmeyenlerin, gelemeyenlerin, gitmeyenlerin ve gidemeyenlerin kalp ağrıları hep bayramlarda azar. Kanar yürekleri bayramlarda sevemeyenlerin, sevişemeyenlerin, göremeyenlerin, görüşemeyenlerin.


Bu evrenin, belki de şahit olduğu en kallavi paradoks bayramlardır. Bir şarkı "bugün bayram erken kalkın çocuklar" diye şakırken; diğer bir sarkı "bayram gelmiş neyime, kan damlar yüreğime" diye sızar damarlarından.


Birkaç gün sonra bayram. Bayram sabahı erken saatlerde, birçok inanan, belki de yılda sadece iki defa bayram namazlarında camiye giden insanlarımız, dolduracaklar ibadethaneleri. İste bayramların, tabiri caizse bitirici vuruşlarını yüzlerimize bir tokat gibi aşkettikleri en kırılgan saatleri bu namaz sonralarıdır.


Birkaç gün sonra, o en kırılgan ve üşüyen saatlerde, her bayram olduğu gibi yine arabamı, denizin sahille bayramlaştığı, öpüşüp, koklaştığı o deniz kenarının, bana, acı bayram şekerini ikram eden yerine çekeceğim. Yine motoru durdurup, camları hafif aralayıp, yıllardır bana hep aynı şarkıyı terennüm eden dalgaların sesini dinleyeceğim. Her bayram sabahı, hiç atlamadan gelip, hemen önümde oynaşan kırmızı ayaklı flamingolarla merhabalaşıp, martı çığlıklarından besteler yapacağım yine.


Eve giderken, her bayram aynı kaldırım köşesinde nergis satan çiçekçiden iki demet nergis alıp birini eşime, diğerini de eşimin eşsiz hediyesi oğluma vereceğim. Onlar bana sarılıp gülecekler, ben gözyaslarımı saklayıp ağlayacağım.


İşte bir bayram sabahı daha böyle geçecek. Yüreğime nakşolan öncekiler gibi tıpkı."



@Geçen sene bugün "Uçuk": http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=80282

@İki sene önce bugün "Kral'ın Sivil Ülkesi: İsveç": http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=16836



Not: Görsel öge www.panoramio.com adlı siteden alınmıştır.

 
Toplam blog
: 898
: 3759
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

İzmir'de yaşıyorum.    Çok uzun yıllar öncesinden başlayıp, hiç ara vermeden bugünlere kada..