Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Eylül '11

 
Kategori
Mizah
 

Boşvermişim Dünyaya

Boşvermişim Dünyaya
 

Hemen herkesin yerinde olmak istediği birileri vardır. Benim "bırakmışlar" dışında bir listem yok. Basbayağı bırakmış olmak isterdim. 

Onlar ki, genişliklerin Adem'leri ve Havva'larıdırlar. Diğerleri için kural olan bir çok şey, onlar için o kadar da geçerli değildir öncelikle. 

Görür görmez tanırız onları. Ya da şöyle söyleyeyim; her kim ki ev halini sokakta yaşamaktadır, o bir bırakmıştır. 

Protesttir bir kere onlar. Sürüye uymazlar. Misal, göl kenarındasınızdır, yemekler yenmektedir, manzara falan derken bir bakarsınız ki birisi ne yaptı etti, topladı paçasını, soktu ayağını suya. Onun yerine utanacak olursunuz ama yüzündeki biraz dervişane biraz çocuksu neşeyi görüp anında vazgeçersiniz. Sizin kendisi hakkında ne düşündüğünüz, suyla oynayan ayaklarındaki keyif karşısında bir hiçtir onun için. 

Mekanda genişlik, bırakmışın en tabii haklarından birini teşkil eder. Diyelim, bir bekleme salonu olsun mekan... ki bütün kasılmışlar, bu mekandan nedense çok tırsarlar, "aman biriyle göz göze gelirim" endişesiyle dergi mergi okumaya verirler kendilerini. Bırakmış ise bekleme salonu gerginliğinden tamamen habersizdir. Oturur oturmaz herkesi iyice bir süzer bir kere, bir yerden sonra ilgisizlikten canı sıkılır, kocaman esner, gerinir, ayakkabısının arkasına basar, koltukta kaykılır, gözüne çarpan ilk kişiye olmadı sekretere, temizlik görevlisine laf atar. Diyelim, kimseyi sohbete ikna edemedi, küçücük salonda tur atmaya koyulur, bu arada duvardaki tabloyu inceler, televizyonun kanalını değiştirir. Onun için evle sokak arasında bir ayırım yoktur çünkü. 

Bekleme salonu gibi birbirine yabancı insanların birlikte bulunduğu ya da bulunmak zorunda kaldığı her mekan, bırakmışın oturma odasıdır diyebiliriz . 

Bunun dışında, özgündür onlar. Hemen herkesin aynı şekilde kullandığı nesnelere yaklaşımları farklıdır. Bankta çömelmek, kaldırımda oturmak, sokak çeşmesinde ayak yıkamak, market poşetini başa geçirmek, hatta AVM lerde şekerleme yapmak gibi ilk etapta akla dahi gelmeyecek haller sadece onlar içindir. 

Bazen kalabalığın içinden biri ister istemez ilgimizi çeker. Belli etmemeye çalışarak hakkında yargılarda bulunmaya koyuluruz. Saçının yarısı yeşil, yarısı mavi biriyle karşılaştık diyelim, bir sürü soru gelir aklımıza. Utanmıyor mu? ailesi ne diyor? falan filan... Bırakmış ise o kadar içe atma taraftarı değildir, ilginç bulduğu kişiye hınzır gülüşler atacak, onun kendisine bakmasını sağlayacak ve hazır ortamı rahatlatmışken soruyu patlatacaktır: "Film mi çekiyosunuz... Saçınız?" Doğal bir anketördür kendisi. 

Durum değerlendirme ve yaşam öğüdü verme damarları tutar bazen. Bunu herkes yapıyor diyebilirsiniz, tek fark, bırakmış bunu oldukça yüksek sesle ve tanımadığı kişiler için de yapabilir. İki sevgili ulu orta kavga ediyorlar diyelim, öncelikle, kim hırpalanıyorsa, bırakmış onun yanındadır, her an, duruma bakıp bakıp, " Ooop delikanlı, sen bununla verem olursun verem" diye bağırası gelebilir. İnsan sarrafıdır kendisi. 

Dert dökme konusunda ise uzmandır diyebilirim. Sıkıntısını anlatması için karşısındakinin şu ya da bu olması hiç önemli değildir. Hatta kişinin karşısında olmasına bile gerek yoktur. Sesini duyacak uzaklıkta olsun yeter. Diyelim, sıcak bir yaz günü, otobüse bindi, daha basamakta gözüne takılan ilk kişiye yekten " yanıyor mübarek" diyiverir. Bu arada, nice kasılmışın kırk yıl gözyaşları içinde sakladığı en mahrem üzüntüler, en hüzünlü sırlar, bırakmış için leblebi, kuru üzümdür. Yeter ki dinleyen olsun, neler anlatmaz ki. 

Genelde kasılmışlar bilmiyor görünmekten haz etmezler. Birşey bilmediklerinde susmanın iyi bir çare olduğunu bilirler. Bırakmış ise tam aksine, bilmediği şeyi beyan etmeyi kendine görev bilir. Yolculuk... Herkes görkemli bir binaya bakıyor diyelim, sadece bırakmıştan şöyle bir ses duyulabilir : "Uuuf yaaa. Saray mı bu şimdi? Allah Allah, kim yapmış acaba?" Ne olmuş?Merak etti, söylüyor. 

Ya da kahve makinesi önünde olsun. Elinde bozuk para, gözünde yardım talebiyle sağına soluna bakan da açık yürekli bir bırakmıştır. Bilmiyor, soracak, öğrenecek. Öğretene bol bol teşekkür edecek. 

Aşk acısı çeken bırakmış görmedim şimdiye kadar. Uykusuz geceler, meyhanelerde ağlamalar onlar için değildir. Hiçbir zaman hemencik aşık olmadıkları için, sevgili tarafından üzülmeleri o kadar kolay olmaz. Aşk da emeksiz yemek tanımazlar. 

Ben en çok "Bu ne?" huylarını severim. Rank diye sorarlar. Sık yaşanan birşeydir. Mesela şık bir lokantadasınız, lokantanın köşesinde bir yerde de bilgisayar gibi birşey olsun. Ne olur? Herkes çaktırmadan ona doğru bakar ve birbirlerine fısıltıyla "bu ne acaba?" falan der. Desin dursunlar, eğer ortamda bir bırakmış yoksa büyük olasılık, meraklarıyla başbaşa kalacaklardır. 

Bırakmış, böyle bir durumda "kardeşini" ya da "yeğenini" yani garsonu yanına çağıracak, hiç de çekinmeden, parmağını cihaza doğru uzata uzata soracağını soracak, durumu öğrenecektir. Yaptığında bir sorun yoktur düşününce, birşeyin ne olduğunu bilmeyince "Bu ne?" demekte ne tuhaflık olabilir ki? 

En çok ta düşünceli hallerine gülerim. O hallerinde bile kamuya açıktırlar. Daldıkça dalarlar, düşündükleri şeylere göre kaşları çatılır falan. Alt yazıya bile gerek kalmaz. 

Bulundukları her ortamı ısıtan ve renge boğan "salmış bırakmışlara" herşeye rağmen teşekkür borçluyuz, ne garip değil mi? 

 
Toplam blog
: 44
: 412
Kayıt tarihi
: 13.01.11
 
 

Merhabalar ben bir kamu kuruluşunda görev yapmaktayım, yazmayı okumak kadar seviyorum. Ağırlıkla ger..