Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Ekim '07

 
Kategori
Sivil Toplum
 

Boykot edilecek şirket listeleri

Boykot edilecek şirket listeleri
 

Geçenlerde elime bir kez daha“laik” kişilerce hazırlanmış, alışveriş yapılmaması gereken, kârlarını şeriat düzeninin bu ülkede yerleşmesi için kullandığı iddia edilen şirketler listesi ulaştı.

Bu tip bir liste ile ilk olarak 28 Şubat döneminde karşılaşmıştım. Refah Partisinin muhafazakâr bir tabandan destek almasının yanında, ciddi bir sermaye grubu tarafından da desteklendiğinin fark edilmesi ile, gerek bazı resmi kanallardan gerekse de sivil toplum yapılanmaları tarafından listeler ayan beyan ortaya serildi ve toplumdan bu şirketleri piyasadan silmesi istendi.

Benzer mantıkla hazırlanan listelerde zaman zaman muhafazakâr kesimlerin ellerinde dolaşır. Filistin’de Müslüman kardeşlerimizi katleden kurşunları finanse eden firma isimleri camii kapılarında dağıtılır.

Bu listeleme, kapısını işaretleyerek hedef haline getirme çabalarının çokta sonuçsuz kaldığı söylenemez. Şeriatçı şirketler listesinde yer alanların, 28 Şubattan bir sene sonrasına denk gelen Cumhuriyetin 75. kuruluş yılı etkinliklerine sponsor olmak için nasıl kuyruğa girdiklerini, kendilerini en büyük Atatürk dostu ve Cumhuriyetsever olarak lanse etmeye çalıştıklarını hatırlıyorum. Ya da aksi yöndeki listede yer alan firmaların, yabancı menşeli olsalar da ne kadar bizden birisi olduklarını, bizi bizden çok düşündüklerini ifade etmeye çalıştıkları reklâm ve kampanyalar zaman zaman hala gündeme geliyor.

Ama piyasa öyle bir şey ki, onu ne kadar siyaseten şekillendirmeye çalışsanız da, pazar ekonomisi kendi kozlarını kullanarak saldırıları bertaraf etmeye beceriyor. Neticeye baktığımızda bu ülkede yatırımları ve pazar payları artan firma isimleri ile, listelerde ürünleri alınmaması tavsiye edilen firma isimleri fazlası ile çakışıyor.

Siyasetin ekonomiye bulaştırmaya çalıştığı çamura, ekonomi çamurunda sevimli ve faydalı bir şey olduğu söylemini hayata geçirerek karşı koyuyor. Algı, yaşamdan daha çok beslenen, insanla daha fazla temas eden ekonominin lehine işliyor. Bu insanı kandırmaya meyilli bir algı olsa bile.

Peki, bu ülke yeşil sermaye ve emperyalist sermayenin boyunduruğu altına girdi ise, bu ülkenin gerçek sahiplerinin kendi sermayesi nerede? Neden laikliği benimseyen insanlar ekonomide ağırlık koyacak bir düzeye gelemiyor, kendi sivil kanadını oluşturamıyor, siyaseti yönlendiremiyor?

Aslında oldukça korumacı bir annenin, çocuklarının başına gelebilecek her türlü kötülüğe engel olabilmek için, onun her girişimine ket vurması bu duruma iyi bir örnek. Bizim devletimiz uzun süre bir milli bir sermaye oluşturma çabasında olsa da, söz konusu girişimcileri bir şekilde kendine mahkûm bırakmaktan vazgeçmedi. Eh, yoksul bir ülkede herkeste sermaye sahibi olamayacağına göre, devlet geri kalan toplumu, ya milli sermayenin vicdanına terk etti ya da kendi bünyesinin korumacı kanatları altında aldı. Onlar için tarla da ırgat, kentte amale, devlette memur olmak dışında alternatif sunmadı. Bir girişimcinin bir yatırım yapması için devletle en uzun süre didiştiği, en fazla imzaya gereksinim duyulan, başlangıç sermayesinin oldukça önemli bir kısmı bürokratik giderlere ayrıldığı, yatırıma ve işletmeye yönelik vergi düzeyinin bu kadar yüksek olduğu başka bir ülke yoktur herhalde.

Ancak devlette bağları baştan itibaren kopuk olan muhafazakâr kesimin, devletten beslenme şansı kalmayınca ya da zaman zaman iktidara gelen siyasal temsilcileri aracılığı ile dolaylı olarak gördüğü, kredi, teşvik destekleri ve kendi ayak oyunları, köylü kurnazlığı girişimlerinin görmezden gelinmesi ile önce tarım ürünleri tüccarlığı ile başlayan macerası, sonrasında yavaş yavaş merdiven altı imalathanelerine, ardından da 24 Ocak kararları ve Özal gibi bir liderin desteği ile yüksek kapasiteli sanayi tesislerine sahip olması ile devam etti.

80’den sonra, Sovyetler Birliğini bile tarih sahnesinden silen neoliberal dalganın devletin yetkilerini sermayeye devreden anlayışının Türkiye’ye de hâkim olmaya başlaması, devletin “laik tebaası” için sonun başlangıcı oldu. Bir yandan tüm güvence kaynakları olan devlet yavaş yavaş yetkilerini kaybederken, bir yandan da hiç anlamadıkları özel sektör mantığı ve piyasa denilen sistemin gittikçe sertleşen, daha fazla sermaye, daha fazla rekabetçi güç talep eden yapısı nedeni ile ekonomik bir güç olma şansına erişemediler. Sistemin içinde yalnızca tüketici sınıfı olarak yer alabildiler.

Ağları zorlayıp yırtan ve piyasada yer edinmeye başlayan, eski toplumcu, devletçi, laik insanlar/gruplarsa, yavaş yavaş piyasanın kuralları ile haşır neşir olmaya başladılar. Ekonominin bir şekilde siyasetin sert ve köşeli teorilerini alt eden ve insanların gördüklerini farklı şekilde algılamalarını sağlayan yapısı, bu yeni “laik” girişimcileri de etkiledi ve “dönek” yaftasını elde etmekte gecikmediler.

Sonuçta Tüsiad ile Müsiad’ın, üyelerinin köken ve kültür farklılıklarına karşın, ülke siyasetine ve ekonomisine dair ortak taleplerde bulunmasının nedeni de bu olsa gerek.

Yine birilerinin aslında ülke de İstanbul Sermayesi ile Anadolu sermayesi arasında bir çatışma olduğu iddialarına karşın, Tüsiad’ın inatla AKP’nin siyasi hedefleri ile çakışan taleplerde ısrarlı olması, ortak hareket paydalarının piyasa ekonomisi olmasından kaynaklanıyor. Bu ülkede, laikliğe inanan, solcu olan ve demokrat olduğunu iddia eden insanlarda, piyasanın üretici kanadında etkin oldukça, toplumla çelişen köşeli teorilerinden kurtulmaya başlayacaklarını düşünüyorum.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..