Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Aralık '11

 
Kategori
Futbol
 

Böylesine çirkin değildi futbol o zamanlar !

Böylesine çirkin değildi futbol o zamanlar !
 

Diyorum ya bloglarımda hep, farklı bir çocukluk ve gençlik dönemi geçirdim. Heyecanlarım, tutkularım farklıydı yaşıtlarımdan. Arkadaşlığımdan da pek keyif almazlardı. F4 Phantom'un kaç librelik motoru olduğunu, kurbağaların sindirim sistemini ya da atomaltı parçacıklarını konuşmaktansa kızları ya da futbolu konuşmayı tercih ederlerdi. İtiraf etmeliyim ki ben şu futbolu hiç sevemedim! Ama milli maçlar farklı. Ben de turkuaz renkli formayı giyip sokaklara fırlayanlardanım. Yani ben o heyecanı, coşkuyu yaşamayı seviyorum, futbol bahane! Mevzubahis olan Türkiye çünkü. Bu yaşıma kadar belki 10 kez maça gitmişimdir. O da oğlumu götürmek için. Komik olan ise insanlar beni oğlunu maça getirmiş bir futbolsever sanırlar ve maçla ilgili sorular sorarlardı:) Ben kıvranırken cevapları Alp verirdi. Bunun üzerine de beni tebrik eder, tam bir fanatik evlat yetiştirdiğim için sırtımı sıvazlarlardı:) Takım da tutmadım hiç; ama lise dönemine başladığımda derslerle kızları beraber idare edebilecek vasıflara kavuşmuştum:) Bugüne bakacak olursak; genetik yapımız bize bir sürpriz yaptı ve bu durum oğlumda tersine döndü. Alp şu anda Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde yüksek ihtisasını yapıyor. Kız arkadaşlarını hayatının merkezine hiç oturtmadı, dünyası onların etrafında dönmedi. Başını kitaplardan kaldırmadığı için de arkadaşları onunla arkadaşlık etmekten pek keyif almadı; ama o müthiş bir Beşiktaş fanatiği oldu. Dersleriyle futbolu beraber idare edebildi. Bakalım, belki torunlarım hepsini bir arada yapabilecekleri daha sosyal bir yaşam sürerler.

Neden futbolu sevmediğimin arkasında yatan nedenlerden en büyüğü, söylenmesi bile zor rakamların salt top oynamak için ödeniyor olmasıydı. Öyle ya, mükemmel bir eğitimi master'la güçlendirmiş, en az bir lisanı ana dili gibi konuşan gençlerimizin işsiz gezdiği bir dünyadayız! Öylesine ürkütücü hayat yani. Çocuklar daha üniversitenin ilk yıllarında, "Mezun olacağız da ne olacak, iş mi var sanki." demeye başlıyorlar. Gencecik insanlar gelecekten umutlarını kesiyorlar. O umutsuz dünyalarının penceresinden de gördükleri; top oynayan yaşıtlarının hayata onlardan birkaç ışık yılı önde başladığı oluyor. Tatlı bir kıskançlık söz konusu sizin anlayacağınız. Yalnız şunu da itiraf etmeliyim ki futbolcular da bizim çocuklarımız ve birçoğu da üniversite mezunu. Benim itirazım futbolcu olmalarına değil, onlara ödenen paralara! O garip bedeller belki 100 kişiyi mutlu ederken, milyonları hayattan soğutuyor. "Sabahtan akşama kadar kütüphaneden, dershaneden çıkmayacağıma keşke futbol antremanı yapsaydım, şimdi Maradona'ydım." diye hayıflanıyorlar. Kulüplerimiz Liverpool kadar transfer bütçesi ayırabilmiş olmakla övünüyor. Yabancı futbolcular Avrupa'da alamayacakları rakamlarla Türkiye'ye geliyorlar. Üfürme rüzgârla okyanusta yelkenli gezintisi bu! Oysa bütün kulüpler anlaşsa ve hiçbir futbolcuya 100.000 liradan fazla ödenmese, oynamayacaklar mıydı? Saha kenarında bir kaşı yukarıda, diğeri aşağıda; bir eli belinde, diğeri havada, nereden geldiği belirlenemeyen terler döken şovmen direktörlere de 50.000 liradan fazla ödenmese o gösteriyi yapmayacaklar mıydı? Futbolu Show Business olmaktan çıkarıp spor tanımına tekrar sokabilseydik, dış transferlere de milyon eurolar dökmeden kendi çocuklarımızla oynasaydık, seyircisiz mi kalırdı stadlar?

Trabzonspor'un 1975-1985 arasındaki esişini hatırlıyorum. 6 kez Lig Şampiyonu olmuş, birçok kez Türkiye Kupası'nı, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık Kupalarını kaldırmış bir Anadolu takımıydı. Tüm futbolcular Trabzon'un kendi evlatlarıydı. Şenol, Necmi, Dozer Cemil, Ali Kemal, geçen dönem Gençlik ve Spor Bakanı Faruk Nafiz Özak unutulur mu! Takımı bir sezon Trabzonlu Ahmet Suat Özyazıcı, bir sezon da Trabzonlu Özkan Sümer çalıştırır; ama şampiyonluk hırsı hiç değişmezdi. Futbol, para hırsının olmadığı bir spor dalıydı o günlerde. Bugün ise 20 yaşındaki çocuklara ödenen milyonlarca euro bedeller sonucu oluşan fahiş bilet fiyatları, insanların birbirine ana avrat küfür etmesi, kavga etmesi, yaralaması, döner bıçakları, fişekler, sinir sisteminin bozulması, seslerin kısılması futbolu sevmeme hâlâ engel olan nedenler. Bu bir spor değil ki adeta harbe gidiş! Acı bir tebessümle cevabını hep merak ettiğim bir konu da şuydu; madem ki bu futbol ayakta seyrediliyordu, stadlara o güzelim koltuklar neden konuyordu? Cevabını öğrenmem zor olmamıştı. Yakmak ya da söküp sahaya atmak içindi !

Son dönemdeki şike olayları da çürümüşlüğün en acı örneğiydi. Adamın şike yaptığı ses kayıtlarıyla, görüntülerle kanıtlanmış hâlâ ben masumum diyordu! Garibanların zorla denkleştirdiği bilet paralarını şikeye harcayan o yöneticileri de yine aynı taraftar sloganlarla destekliyordu!

"En büyük başkan bizim başkan!"

Vah garibim vahh!! Eminim ki sen de başkanın pek umrundasındır! Sen geç torna tezgahının başına da başkanın şike parasını, futbolcuların manken parasını kazanmak için ter dök!! Sen çalışacaksın, onlar yiyecek! İçinizde bir tane onurlu babayiğit yok mu şunlara asırlık kulübün adına kara çaldın, sen bu şanlı kulübe de fedakâr taraftara da layık değilsin; sen yolcusun, kulüp hancı  diyebilsin! Anlaşılan o ki yok !!

"En büyük başkan... Sen bizim her şeyimizsin..."

Sizlere otuz yıl kadar önce küçük bir Anadolu şehrinde tesadüfen izlediğim bir maçtan kısa bir anekdot aktarmak istiyorum. Yanlış hatırlamıyorsam takımlardan biri Burdurspor'du ve bugün bile, "İyi ki izlemişim.” diyorum.

Taraftar takımına tezahürat yapıyor: "Pembe-Mavi hadi garii. Pembe-Mavi hadi garii.”

Az sonra şaibeli bir gol oluyor ve golü yiyen takımın taraftarı ayağa kalkıyor! Şimdi olsa, hakemden başlayarak, futbolcuları ve antrenörleri de içine alan, anaya-babaya kadar uzanan küfürler birbiri ardına sıralanır, değil mi? Seyircinin sahaya inmesini, hakemi boğazlamasını, sahaya şişe, bozuk para atmasını beklersiniz, değil mi? Hayır, o yıllarda tepkiler de bugünkü gibi değil !

“Saymeyoz saymeyoz !!”

Golü atan takımın taraftarı da karşılık veriyor.

“Sayceniz sayceniz !!”

Bir nesil nasıl değişiyor görüyor musunuz! Şimdi gözlerinizi kapatın ve günümüz derbi maçlarından birinde şöyle tezahüratlar hayal edin;

"Kara Kartal hadi garii. Sarı-Kırmızı hadi garii. Sarı-Laci hadi garii."

Futbolcuların birbirlerini boğazlamadığını, tekme atmadığını, kucaklaştığını hayal edin. Takım değiştiren bir futbolcuyu eski seyircisinin ıslıklamadığını, alkışladığını hayal edin. Hakemlere i... ile başlayan tezahüratların yapılmadığını, "Yaşa var ol, saymeyoz." dendiğini hayal edin. Maçların yine TRT'den ücretsiz yayınlandığını hayal edin!

Zor mu? Bence de zor. Hatta imkansız! Çünkü futbol artık bir spor değil, endüstri. Ve o endüstri kendi kendini yiyen neslini yarattı !!

Ben, “Ahh, bu dünyaya erken gelmişim.” diye hayıflananlardan asla olmadım. Keşke daha da önce gelseydim. Belki cep telefonlarının, internet'in, led tivilerin olmadığı günlerdi ama bayramların bayram gibi yaşandığı, çocukların misket oynayıp, topaç çevirdiği; en önemlisi, insanların birbirine saygı duyduğu, küfür etmenin çok ayıp sayıldığı ve tek dolandırıcının da Sülün Osman olduğu yıllardı. 

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..