Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Aralık '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Boyun Posun Devrilsin

Boyun Posun Devrilsin
 

Sol tarafımdan üstelik sol ayağıma basarak kalktığımı ve bu yüzden asabi olduğumu sanıp size beddua ettiğimi düşünmeyin. Konuya nasıl gireceğimi bilemediğimden doğrudan savunma refleksim devreye girdi ve bu satırla başladım…

Konuya geleceğim de önce şu soldan kalkma hikayesine değinmek istiyorum. Sağ elle yemek, sağ ayakla girmek, sağ tarafa yatmak, sağdan saymak gibi sağ tarafa hep önemli şeyler ve kısmen kutsallık atfedilirken sol tarafa kala kala asabiyet kalmış.(Bir de kalp var).

İnsanlar sabahleyin sinirli uyanınca sol taraflarından kalktıklarına kani olmuşlar. Delinin biri kuyuya taş atmış, kırk akıllı da ardından taş atmış. Kuyu taşla dulmuş yahu. Oysaki insan sağından da sinirli uyanıyor.kaç kere şahit oldum. Kendi kendimi tekzib ettiğimi düşünmeyin, işin doğrusu bu. Ben girizgahtaki ifadeyi laf olsun diye yazdım.

Adam sinirli, kadın asabi, çatacak yer arıyorlar, suçu da sol taraflarına atıyorlar. Kardeşim sol tarafına dikenli tel çektir, artık ömr-ü billah soldan kalkamazsın, sinirin de yatışır. Bu kadar basit. Yok ama biz de amaç üzüm yemek değil ki, bağı talan etmek, bağcıyı hapse tıkmak :)

Neyse konumuza döneyim, ilhamım kaçmadan yazayım ki, sonra gelecek diye kapı önünde bekleyip durmayayım…

Bugün üzerinde durmayı düşündüğüm (artık ne kadar durabilirsem, konu oynak ve hareketli, her an beni üzerinden atabilir) mevzu beddua konusudur. Durduk yerde aklıma gelmiş değil tabi. Editörümle laflarken çıkıverdi konu. Zaten öyle oluyor genelde. İlham gelsin diye uğraştın mı gelen giden olmuyor. Uğraşmazsan gelenin gidenin haddi hesabı olmuyor. (Mesela bu bugün yazdığım üçüncü yazı)…

Beddua lafını ilk duyduğumda galiba orta okul sıralarındaydım. Yani sıraların üzerinde değil de, orta okul çağlarındaydım. O zamana kadar bunu duymamış olmam bilmediğim anlamına gelmiyor tabi. Ama biz ona beddua demezdik. Lugatimizde “ilenmek” diye geçerdi. Kulakları çınlasın, Allah selamet versin annem bütün anneler gibi ilenmeyi de pek severdi.

Öyledir, bizim oralarda (genelde köylü) kadınlar vara yoğa ilenirler. Ancak bu ilenme bildiğiniz anlamda beddua değildir. İşin analizine girişince sizler de göreceksiniz ki aslında ilk duyduğunuzda size beddua gibi gelen; söyleniş şekli bire bir beddualara uyan; en sinirli anlarda ağızdan çıktığı için beddua sanılan ilenmelerimiz aslında birer iyi niyet dileği, birer hayır duasıdır.

Malumunuz kırsal yörelerimizde hala kadınlarımız ev-tarla-ahır üçgeninde koşuşturmakta; kaynana-koca-çocuk üçgeninde ömür törpülemekte; konu-komşu-turşu üçgeninde de stres atmaktadır. Saydığımız üçgenlerin iç açılarının da toplamı ne yazık ki bildiğimiz anlamda bir değere karşılık gelmiyor. Ekseriyetle temizlik, hasat, tımar gibi genel işlerin göstergesi sayılan Ulusal Köy Endeksi bağlamından yaklaşınca bas baya birkaç ton angaryadır. Üçgenlerin köşelerinden en tehlikelisi de ahırın bulunduğu köşedir.

Ahır deyip de geçmeyin. Ahırın içindekilerden ziyade dışındakiler önemli. İçindekileri boşverin, onlar zaten ne olduğu belli, ne yapacağı belli olan varlıklar. Esas dışarıdakiler ne idüğü belirsiz. Dolayısıyla üçgenin en önemli iç açısı ahır olmakla birlikte kokusundan dolayı açıların toplamına dahil edilmezler.

Neyse, konuyu dağıtmayayım yine. İşte bu kırsal yerlerde kadınlarımız her işe koştuklarından sosyal sorunlara da eğilmek zorunda kalırlar. Evin içi kadar dışını da kapsayan bir çekim güçleri vardır. Köycell’linin gücü kadınların çekim gücüdür anlayacağınız. Bu güçle sosyal konulara da parmak basan kadınımız (sosyal paylaşım siteleri olmaksızın hem de) zaman zaman üstesinden gelemediği durumlarda stresini atmak maksadıyla ilenmeyi de alışkanlık haline getirir.

Öyle ki kendine bile ilendiği görülür. Kocasına, kaynanasına haydi haydi ilenir zaten… Ama bir kadın için gösterge kendi evladıdır. Evladına da ilenir bu kadınlar. Dedim ya ilenmek sözlük karşılığı olarak beddua olabilir ama burada amaç beddua değildir. Zaten içerik de beddua değildir.

Şimdi konuyu kendimden ve annemden vereceğim örneklerle pekiştirmeye çalışacağım. Örnek verince daha iyi anlaşılıyor :)

Bu arada aklıma gelmişken bir espri yapmam lazım. Sonra unutuyorum ve üzülüyorum :) Çocukken babamın bakkalında çalışırdık. (Çocukken her yerde çalıştım galiba :))) İlçenin pazarı Perşembe (Bu ayrıntı gereksiz) günüydü. Pazarda ufak tefek şeyler satardık. Çocuğuz ya, sık sık kazandığımız parayı sayardık. Aynı zamanda safız. O paranın hepsini kazanç sanıyorduk. Bir gün yine böyle parayı sayarken babam uyardı. “Öyle zırt pırt sayarsanız bereketi kaçar” dedi. Bilge adam, diyor ki para saymayı bırakın da adam gibi satış yapın. Siz satınca zaten kazanacaksınız. Tabi biz onu nerden bileceğiz :)

Az önce yazı kaç kelime olmuş diye ilgili yerden baktım (İlgili yer, Microsoft Office Word programında Araçlar sekmesinde “sözcük sayımı”). Birdenbire aklıma bu anekdot geldi. “Eyvah!” dedim, “kelime saydım, yazının bereketi kaçacak!!”…

Kaçmadı çok şükür. Bakın şimdiden köşeyi doldurdum. Bundan sonrası fazla mal göz çıkarmaz kabilinden olacak :)

Örneğimize geri döneyim. Annemin ilenmek maksadıyla en sık söylediği şey şu idi: “Adı kalasıca”… Bir de “Naha Allah canını almasın” var.

Her ikisini de ilenmek maksadıyla çok sık kullanıyor. Çok sinirli ve sert söylediği için ilkin kötü bir şey söylemiş hissi uyandırıyor ama düşününce hiçbir kötülük yok. Kötülük bir yana taltif ve iyi niyet var.

Adı kalasıca! Yani adın kalsın diyor. Sen ölüp gitsen bile adın bu dünyada kalsın diyor. Altını da bir zahmet sen doldur artık. Kadın adın kalsın deyivermiş. Artık adının iyi kalmasını sağlamak da sana düşüyor :)

Allah canını almasın! Düşünsenize ölmemeniz için dua ediyor. Uzun ömürlü olmana duacı yani. Kadın elinden gelen iyiliği yapıyor işte. Ömrüne ömür katıyor. O ömrü akıllıca harcamak da senin bileceğin iş.

Tabi stratejik hatalarla, yanlış planlarla uzayan ömrünü zindana çevirirsen o senin hatan olur. “Valla bir kadın vardı, o beddua etti” diye mızmızlanma hiç. O zaman Allah sana hayat vermiş, ona da mızmızlanacak mısın?

Benim en sık duyduğum ilenme bu ikisiydi. Bana kaç kere söyledi bilmiyorum. Her halükarda en çok bana ve erkek kardeşime ilenmiştir. Çünkü çocukken onu en çok biz kızdırıyorduk. Hoş o da maşa ile bizi haşlıyordu. O maşa ile vurduğu yerler hiç acımazdı ya, ona hayret ederim. O vurdukça bizi bir gülmek tutardı, kadıncağız daha beter sinirlenirdi, daha çok vururdu. Sonra da bize nasıl kıydığına akıl erdiremediğinden kendini kahreder ağlardı. Bizde de çocukluğun getirdiği bir gaddarlık vardı işte :)

Nereden girdik nereden çıktık… Allah selamet versin, sağlıklı uzun ömür versin. Bütün anneler öyledir. Evladına kıyamaz. Ona vursa bile kendine kızar, vurduğu için.

Beddua da edemezler anneler... İlenirler…

Onların ilenmeleri duadır.
Onların şefkati rahmettir.
“Evladım, yavrum” deyişleri cennet müjdesidir…
Hepsinin ellerinden, eteklerinden öperim…

Sevgi, hürmet ve muhabbetle..

Murat HACIOĞLU

NOT: V-Dergi için yazılmıştır. V-Dergi Son Sayısı için TIKLAYIN

 
Toplam blog
: 656
: 1708
Kayıt tarihi
: 08.12.08
 
 

Allah kimisine “Yürü ya kulum” demiş. Ben onu “Yürü, yaz kulum” anladım. Yürü anca gidersin manas..