Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Ocak '12

 
Kategori
Sosyoloji
 

Bozgunculuk üstüne

Ş. Odabaşı 1959 doğumlu bir öğretmen. Milliyet Blog alanında gezinirken arada bir okurum kendisini. O da benim gibi günübirlik konularda yazmayı seviyor. Konulara bir öğretmen olarak yaklaşması anlatımını daha bir güzelleştiriyor. Onun anıları kadar doğal çevre üzerine yazmış olduğu yazılar da oldukça önemli. 

 
Sayın Odabaşı: ‘Şiir yazarım. Yazdığım bir çok şiirin bestesini de yaptım. Onur AKIN, Sevgi Penceresi adlı şiirimi besteleyip,  Seni Aşka Yazmalı  albümünde okumuştur. Mahalli gazetelerde, internet sitelerinde güncel yazılar yazarım. Doğa ve çevre en çok üzerinde durduğum konulardır. Günlük olarak ülkemizde ve dünyada meydana gelen olaylarla ilgili konularda da yazmaya çalışırım. Bağlama ve kaval çalarım. Saz çalıp türkü okumayı severim. Çanakkale'de bir ilköğretim okulunda idareci olarak çalışmaktayım’ diyor kendisini tanıtırken. 
 
Şiirlerindeki anlatım gücü ise hiç de yabana atılacak gibi değil. Özellikle konumuz açısından Şerefsiz Şeref adlı şiirini buraya almak istiyorum önce:
 
Yüzümü” satılığa çıkardım.
“Yüzsüzler” sıraya girdi.
“Şerefimi” satılığa çıkardım.
“Şerefsizler” sıraya girdi.
Yüzümü yüze,
Şerefimi bine sattım.
Ben “şerefsiz Şeref”
“Yüzsüz yüzsüz” geziyorum.
Herkesin yüzüne uyduruyorum yüzümü.
Herkesin sözüne sözümü.
Nabza göre şerbet.
Üç kuruşa beş muhabbet.
Geçinip gidiyorum.'
 
Sayın Odabaşı yazarken hayatından bazı örnekler vermeyi ve kimi anılarını anlatmayı seviyor. Çevresinden başlayıp uzaklara uzanabiliyor böylece. Aşırılığa da düşmüyor böylece. Son yazısı Kepez’de yıl başı gecesi tanıştığı DJ Sercan’ın yaklaşık bir saat kadar sonra beyin kanaması sonucu ölmesi onu çok etkilemiş her ölüm gibi. Benzeri bir duygu yükünü Batman’da öğretmenliği sırasında da yaşamış.
 
Ölüm karşısında duyarlı olmamak; özellikle genç ölenler için dertlemmemek mümkün değil. Bu bakımdan DJ Sercan için yazmış olduğu denemesinde Sayın Odabaşı yılbaşı gecesi aramızdan ayrılan nice canlar için de üzgün. O gece İstanbul’da yaşanan trafik azalarından biri de onu çok etkilemiş: Yılbaşı için çiçek satan karı koca evlerine dönerken, bir çöp kamyonunun çarpmasıyla ayrılırken hayattan, bir kız çocuğu geceyi bölmedi mi çığlıklarla, diye soruyor.
 
‘Ben çok acılar gördüm.
Çok ölümler gördüm.’ diyen Sayın Odabaşı’nın ‘terör olayları’ içinde yer alan nice ‘ölümler ‘ile çirkin ‘ayrımcılıklar’ için de sessiz kalması beklenemezdi. Bu amaçla yazmış olduğu Kürt Osman başlıklı yazısı bu bakımdan içinde nice dersler saklıyor bence:
 
‘Okul yolunda bir arkadaşım arkamdan seslendi. 
“Heyyy Kürt Osman” 
Arkama baktım. Sınıf arkadaşım, bana bakıp sesleniyor. 
“Aloooo sana sesleniyorum. Kürt Osman!” 
Sağıma soluma baktım. 
Benden başka kimse yok. 
“Bana mı diyorsun?” 
“Evet, sana söylüyorum.” 
“Ne kürdü o öyle, diye başladığı denemesinde çok önemli anılarına da değindikten sonra bir şiir dokur gibi şunları ekliyor:
 
‘Batman’da 10 yıl çalıştım. 
Kuyruklu insanlar görmedim. 
Kızılbaşlı insanlar görmedim. 
Aleviliğin bir inanç olduğunu öğrendim. 
İnsanlığın formülü bir damla kanda gizli. 
Ayrışmalar boş. 
İnsanları ayırmak, kavgaya tutuşturmak birilerinin ekmeğine yağ sürmekte. 
Bu gün yine giderim Batman’a.’
Ardından koşmamız gereken en büyük fazilet. 
"İnsanlık." 
İnsana saygı. 
İnsana hakkını verme. 
İnsana insan gibi davranma. 
Gerisi boş bence. 
Boş işlerle uğraşıp birbirimizi yiyoruz. 
Birileri de bize gülüyor. 
Hem de sinsi sinsi gülüyor’
Sayın Odabaşı’nın Haziran ayı başında yazmış olduğu içi ‘insanlık dersi’ dolu bu yazısını bugün okur okumaz:
 
Aklına sağlık Odabaşı, dedim birden bire. Sonra onunla konuşuyormuşcasına aşağıdaki yorumlarımı eklemeye başladım. Öncelikle belirteyim ki bütün insanlık için indirilmiş olan KUR'AN diyor ki:
‘Kim bir kimseyi bir kimseye veya yeryüzünde bozgunculuğa karşılık olmadan öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu diriltirse (ölümden kurtarırsa) bütün insanları diriltmiş gibi olur . And olsun ki, onlara belgelerle peygamberlerimiz geldi, sonra buna rağmen, onların çoğu yeryüzünde taşkınlık edenler oldu.' 
 
İnşallah bir gün ne pahasına olursa olsun TERÖR de AYRIMCILIK da biter...
Ancak bu sorunlarımız bildiğiniz gibi bazı ‘manilerimiz’ yüzünden bugüne kadar çözülemedi.
Kamuoyuna göre ‘Hükümetler bu meseleyi kendi çıkarları için’ çözmediler!
Kimilerine göre ise ‘Amerika istemediği için terör örgütü ortadan kaldırılamadı!’
Bu konuda ‘dahili ve harici’ pek çok neden sıralansa bile ‘sorun’ yine de ‘insan’ adlı varlığın ‘insan sevgisi’ ile buluşamamasından kaynaklanıyor. Dünya ‘çıkar dünyası’ olmuş çıkmış, açıkçası! 
 
Kimileri ne kadar acıdır ki ‘birilerinin sırtından para kazanmak için’ en umulmadık yollarda başvurmaktan utanmıyor. Bu uğurda Türk ölmüş, Kürt ölmüş, Ermeni ölmüş, Arap ölmüş umurunda değildir onların. Onların 'tuzu kuru'. Onlar 'mutlu'. 'Hacı yatmazlar gibi' her dönemin adamıdır onlar.
 
Bu açıdan kim olur ise olsun  ‘olan - ölen’ yurttaşlarımıza oluyor. İçinden bir türlü çıkılamayan bu çatışmanın müsebbipleri bugün hayatta olduğu halde sorunun çözümlenememesinin arkasında sanırım her bir kesimin değişik beklentileri var.
 
İşte bu yüzden içinde ‘ayrımcılık’ ve ‘bölücülük’ de bulunan  Terör Sorunu bir türlü çözülemiyor. Bu sorunun çözümünü zorlaştıran ‘teröristler’ kadar onların şakşakçıları durumunda olan kimi ‘siyasi uzantılar’ ile ‘kalemşorluk’ da yapan kimi aydın geçinen  iki yüzlüler de var aramızda. 
 
Günümüzden 2070 yıl önce yaşamış olan Romalı devlet adamı, bilgin, hatip ve yazar Marcus Tullius Cicero (MÖ 106 - MÖ 43) da bu tür kişiler ile çok karşılaşmış kendi çağında. Bugünkü Osmaniye sınırları içindeki bazı talancılar için bir yıl (M.Ö.51’de) o çağlarda Roma İmparatorluğu'na bağlı Doğu Kilikya’daki Hieropolis - Castabala - Flaviapolis çevresinde valilik yapar. Çevredeki talancıları, başıbozukları kendisinden yaklaşık 2500 yıl önce Hitit İmparatorluğu'nun Kizzuvatna (Çukurova) Bölgesine egemen Geç Hitit Devleti  Komutanı Asatavadiya gibi yola getirir. Yerine yöre halkından Tarkondimotos adlı bir komutanı oturtarak Roma’ya döner. 
 
İşte Romalı CICERO'nun 2070 yıl önce yazdığı gibi Roma’da olduğu kadar Ovalık Kilikya’da da karşılaştığı işbirlikçilerin benzeri nice ‘bozguncu’ var aramızda. Birlikte okuyalım: 
'Bir ulus kendi içindeki aptal ve hatta muhteris olanlarla baş edebilir. Fakat içerisindeki satılmış ve hainlerle yaşayabilmesi olanaksızdır. Sınırları zorlayan düşman, silah ve alametlerini açıkta taşıdığı için daha az tehlikelidir. Fakat bir HAİN ; hain gibi görünmez, kurbanları ile aynı aksanda konuşur, onların çehresine bürünür ve onların argümanlarını kullanarak ulusun politik yapısına nüfuz eder, bütün kapılardan serbestçe geçer...' (Bu çeviri alıntıdır)
 
Bana göre ne zaman ki biz bu tür ‘iki yüzlü hainler’ olarak da niteleyebileceğimiz bozguncuları uygarlaştırabilir ve kardeş kanı dökmek uğrunda ortaya koydukları çirkin siyaseti alt edebilirsek huzura kavuşuruz. Çok acı da olsa son gelişmeler ışığında inanıyorum ki o günler pek de uzak değildir.
 
 
 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..