Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Nisan '16

 
Kategori
Deneme
 

Bozkırın kırgınlığı

Bozkırın kırgınlığı
 

Resim: Hatip Konukçu


Anadolu’nun: aşk ile üflenen o renkli billur camların kırılganlığında, alabildiğine hassas, tarihi dokusu hayli zengin, kalplerde yaşayan şairin de kıyasladığı gibi “Havva Ana’nın daha dünkü çocuk sayıldığı” toprakların yaşlı yüreğinden bi yol söz etmeye görün, akıllara ilk gelendir bozkır. Uçsuz-bucaksız, bir o kadar da yorucu, tekdüze olup, git git bitmezdir o. Art arda düzlük, dere ve tepedir. Gözlerinizi kırpıştırıp, olmadı, elinizi kaşınız hizasında siper edip, gerekli gölgeliği edinmenizle birlikte ve ardından daha da kolay görmenin getirisi ile bir de derinlemesine bakmayı denediğinizde, alabildiğine tarım alanları, bir tutam buraya, bir tutam oraya, bir diğeri şuraya, öbekler halinde ev ev serpiştirilmiş köyler ve kasabalardır İç Anadolu’da bozkır. Nuh`a buralardan da salıncaklar, hamaklar ve beşikler verilmiştir ve bilinen o ki; bozkırda da fukaralıktan bir hayli utanılır, hem de ele güne karşı çıplak. 
Pek çok il, ilçe ve köy iri veya ufak olmalarına hiç bakmaksızın bir halaya tutuşmuş gibidir, Muhteşem görünümlü halayın başında sırası gelmişse, adil bir şekilde kimi zaman Ankara, kimi zaman Sivas veya Konya’dır. Olmadı, Çankırı, Yozgat, Bala, Polatlı, Tepeköy, Küçük Camili, Haymana’nın Bumsuz Köyü veya Kaman ilçesinin Hirfanlı Köyü’dür ışıltılı al mendili sallayan.
 
Bir de upuzun, safir taşları ile bezeli maviş maviş göz kamaştırarak ışıldayan, Kızılırmak adlı bir gerdanlığı vardır bozkırın. Büyük bir coşku ile akan mavi sularında bol kılçıklı sazan ve kefal cinsi balıkların dans ettiği, bozkırın uzaklara olan özlemini giderebilmesi için kavalyesi İç Anadolu’yu koluna taktığı gibi Karadeniz ile buluşturur bu ırmak. Baharın gelmesi ile birlikte, bütün düzlüklerde ve yükseltilerde gökkuşağının olanca renklerinde binlerce çeşit kır çiçeği, renk yelpazesi güneşle buluşup, yeryüzünü her defasında kalbinin atışları ile büyük bir heyecan duyan allı pullu bir geline dönüştürür. Yayılan mis amber kokuları ciğerlerinin derinliklerine çeken her canlı o an mest olur ve başı döner. Ateş böcekleri çıkardıkları kıvılcımlar ile ışıklar saçarken, cır cır böcekleri bestekarlarının kaleme aldığı bütün eserleri, kimi zaman koro halinde, kimi zaman da sololar halinde, büyük bir titizlikle notalarını okuyup, muhteşem konserlerini icra ederler. Bin bir renkli tüyleri ile keklikler bir kuytudan diğer birine kendilerine has ötüşleri ve paytak yürüyüşleri ile ilerlerler.
 
Bozkırın sürgün Kürdü olarak komşu bir Türk köyünden birileri ile karşılaştığınızda size sorduğu ilk soru;
 
“Yeğenim, demek Camili köyündensin. Sizin orada bizim Şiho vardı. Ayşık’ın Şiho diyorlardı. Nasıl hayatta mı kendisi. Çok iyi bir insandı. Arkadaşımdı kendisi. Sizin oradan bizim köye gelin de aldık. Dur bakalım yeğenim, neydi adı. Ha… Hatırladım. Hasko’nun Ruffo diyorlardı babasına. Ama aslan gibi çalışkan, evini çekip çeviren, saygıda kusur etmeyen, ailesi ve geçimi için dişi-tırnağı ile mücadele eden bir gelin. Sonra defineci Hinto vardı. O da sizin oralı mı idi? Türkçesi çok kıttı. Ama misafirperver ve çok da saf bir insandı. Evinin önünde yer altından çıkardığı, iri bir adamın dahi içine girip saklanacağı büyüklükte bir küp vardı. Bir keresinde evine yolumuz düşmüştü. Sağ olsun bizi yere göğe konduramamıştı. Demek sen de Malı Bevlerdensin. Babanın adı ne idi acaba, belkim tanırım kendisini.”
 
Bozkırın dört bir yanında korku içinde zıplayan benekli tavşanların, belki yiyecek bir tek havuçları yoktur, ama her ihtimalde mutludurlar. Tilkiler her zamanki sinsilikleri ile tavuk kümeslerine durmadan dadanırlar. Gecenin zifiri karanlığında Hüsso’nun kıllı kolları, çifte benli şişko karısı dayı kızı Fato’nun beline dizginlenemeyen bir şehvetle sıkıca dolanırken, tavuk ve horozların can havli ile çığlıkları yayılır köyün sessiz derinliklerine. Hüsso apansız kollarını isteksizce geri çeker, ne oluyor diye bir an için sırt üstü uzanır. Gelen seslere kulak kabartır. Loş karanlıkta hızla alıp verdiği nefesini kontrol altına almaya çalışarak yan gözlerle göğsü inip kalkan Fato’ya bakar. Fato hışımla yatağında doğrulur.
 
“Lo sen ne duruyorsun? Git bir bak hele yine o uğursuz tilki mi geldi, ne oldu?” deyip, hevesi kursağında kalan Hüsso’yu paralar. Hüsso aklında “Aman be tilki, zamanı mıydı şimdi. Bir on dakika sonra gelseydin ne olurdu sanki” deyip, sitemini yüreğinin atışları dahilinde sessizce dile getirir. Aşk kokusunun dört bir yanına iyice sindiği odada telaşla giydiği pantolonunun kemerinden ve cebindeki bozuk paraların şıngırtıları yayılır. Devasa genişlikteki bozkırda, o an hayat bulan sevişmelerden biri gün ağarırken yarım kalır.
 
Kürtler müziklerini büyük bir gizlilik içinde sindire sindire dinlerler. Türkçeyi mümkün olduğu kadar kusursuz öğrenmeye çalışsalar da, dillerinin bir yerlerine söküp atamadıkları aksan, bir kene gibi yapışıp, kalır. Söküp atamazlar. Radyolarında ve televizyonlarında büyük bir zevkle dinledikleri, bozkırın ölümsüz ozanı Neşet Ertaş’ın türküleri, bozlaklar yayılır. Türkülerde “yar tatlı dilli, güler yüzlüdür. Mezar arasında harman olmaz. Mühür gözlü sakınılır, kıskanılır. Zahide’ye kurban olunduğu halde, O sevdiğinin belini kırar,” acımasızdır. Ozan “aydos” diye yeri göğü inletir. Hacı Taşan, Ali Ekber Çiçek, Çekiç Ali, Muharrem Ertaş, Aşık Veysel ve diğer değerler zenginleştirir bu bozkır diyarı.
 
Türk ve Kürt köyleri yüzlerce yıldır, yan yana, komşu ve kardeştirler. Bozkır sabahlarında Kürt köylerinde de radyo ve televizyonlarda Yurttan Sesler korosu coşkulu türküler dillendirir. Kürt Hüsso kendisini kaptırır, mırıldanmadan edemez. Muazzez Turing, Özay Gönlüm ve Bedia Akartürk aynı güzellikte kabul görür. Bu köylerde de yare gitmek için “ibibiklerin ötmesi, sütlerin kaymak tutması” beklenir. Birbirine sınır oluşturan aynı toprakların mahsulü buğdaydan yufka ekmeklerini yaparlar. Zaman gelir aynı bulgura kaşık sallanır, birbirlerine sundukları nar kırmızısı çaylar aynı tarzda üflenerek yudumlanır. Teneffüs edilen hava farklı değildir. Yaşanan onca aşk ve sevdanın akabinde, binlerce evlilik yapıldı ve yakın akraba olunup, yüz binlerce çocuk doğdu, doğuyor. Aynı yıldızlar semalarını ıpışıl aydınlatıp, süslüyor. Lakin gelinen noktada Hüsso yine de biraz kırgın gibidir. Bi yol olsun Aram Tigran, Ayşe Şan, Mehmet Arif Cizrawi veya Şıvan Perver’in Kürtçe müziklerinin tek bir sözcüğü yükselmez, kardeşleri olduğunu söyledikleri, yüzlerce yıldır bir arada yaşadıkları Türk köylerindeki insanların dudaklarının arasından, radyo ve televizyonlarından. Tek kelime Kürtçe  kelime öğrenilmez. Bu dilde “sevgi, aşk ve barış” sözcüğü nasıl söylenir diye hiç merak edilmez. Hiç kimse bu yasaklı adeta lanetli bir hal alan dilde, pır pır atan yüreğinin sesine kulak verip, “Seni seviyorum” diyemez. Arkadaşım, kardeşim, komşum dediği insanların isimlerini dahi telaffuzda hayli zorlanırlar. Devlete olan malum küskünlükleri bir tarafa, bir yanları sönük, kırgın, eksik ve duygulu yürekleri hep buruktur hor görülen bu insanların. Bir anlam veremezler, onurları hoyratça kırılır, boyunları bükülür her birinin. Kuyruklarının olup olmadığı her an gündemdedir. Bu konu bir türlü açıklığa kavuşturulmamıştır. Komşuları Türk köylerinin kafasının içinde dönüp dolaşan, varlığını her daim koruyan bir sorudur bu durum.
 
Kaplumbağalar sırtlarında görünmez ağır bir yükü alıp, başka bir istikamete doğru aheste aheste taşır gibidirler. Tarla fareleri deliklerinden çıkıp, dim dik sağa ve sola selam dururlar. Kirpiler sivri iğnelerini sevdiceğine batırmadan, incitmeden ve özenle sakınarak sevişirler. Her kuş kendi dilinde özgürce ötüşür. Uğur böcekleri, bal arıları ve kelebekler ihtişamlı albenileri ile çiçek çiçek dolanıp, nazla kanat çırparlar. Çekirgeler istedikleri kadar sıçrarlar. Kurtlar sürüler halinde avlarının peşinde dolanıp, çarşaf beyazı karlarda yürüyüp izlerini belli ederler. Yaz mevsiminde, hasat öncesi buğday, çavdar ve arpa başakları sahibinin yanık yüzünü gülümseterek, nazlı nazlı sallanırlar. Gelincikler çıkacak olan en hafif bir rüzgardan korku ile sakınıp, kuytularda toprağa kök salarak saklanırlar. Papatyalar boy boy sarı ve beyaz renklerinin kombinasyonunu en güzel bu geniş topraklarda sergilerler. Yöre papatyaları ile bakılan bütün fallar, her defasında “seviyor” ile sonlanır. Kışlar sert ayazlı, kuru soğuk, yazlar oldukça sıcaktır, safir gerdanlıklı uçsuz-bucaksız bozkırda.
 
 
Amsterdam, 22 Mart 2016
 
 
Toplam blog
: 102
: 447
Kayıt tarihi
: 17.12.10
 
 

Sevgili okuyucular; oluşturmaya çalıştığım bu blog vasıtası ile boş zamanlarımı değerlendirip, ço..