- Kategori
- Ekonomi - Finans
Bu ekonomik kriz başka tür bir kriz mi?
Ekonomi de "hava" gibi mi? Yağdı, yağacak! Ya da birdenbire açacak!
Türkiye 2008 yılının ikinci yarısı başı itibariyle, hem büyük bir siyasi çalkantının içinden geçmekte hem de büyük bir ekonomik krizin eşiğinde bulunmaktadır. Bu öyle bir süreçtir ki; IMF bile, Türkiye gibi büyük cari açıklar veren ve bu açıklarını özel sektörün artan oranda dış borçlanması ve özelleştirme gibi yöntemlerle, sıcak para hareketleriyle karşılayan ekonomilerin özellikle kırılgan bir konumda olduğunu vurgulamak zorunda kalmıştır. (1) Bir başka deyişle, dünya iktisadi sisteminin merkezinde (ABD) şiddetlenen mali bunalım, Türkiye'de özellikle son on yıldır uygulanan iktisadi politikaların ekonomik yapıda yol açtığı zaafların da iyice açığa çıkmasına neden olabilecek niteliktedir. Nitekim Türkiye’de özellikle neo-liberal, küresel iktisat politikalarının tekniklerini ve iç gerçeklerini daha iyi bilebilecek iktisatçılardan, Türkiye ekonomisinin yine sıkıntıda olduğu, küresel krizin bu rahatsızlığı daha da artıracağı ve dışarıdan kaynaklanan şokları bundan böyle daha doğrudan hissedeceği şeklinde uyarı mesajlarının artması dikkat çekicidir. (2)
Daha gerilere gidersek;
1970’den bu yana uluslararası finansal sistemin gelişimi, bizler gibi ana sistemin çevre ekonomilerinde; uluslararası mali sermayenin serbestçe hareket etmesine, kamu varlıklarının hesapsızca ve aceleyle elden çıkarılmasına, yabancılaştırmaya ve iktisadi kararların büyük ölçüde küresel sermayenin karar verici mercilerince kabul görerek uygulanmasına yol açmıştır. Bu dönüşüm, sonuçlarından bire bir etkilenecek olan kitlelere; reform, yenilenme ve küreselleşme olarak sunulmuş ve kısmi de olsa mutabakatları sağlanmaya çalışılmıştır. Gelişmekte olan ülkelerdeki kimi kanaat önderleri (3) bu sürecin ülkelerinin halkı tarafından kabul edilmesinde yaşamsal bir işlev üstlenmiş olup; bu işlevlerine devam etmektedirler.
Bu evrimin hikâyesi 1944’de Bretton Woods’da yapılan uluslararası konferansla başlar. Bu konferansta savaş sonrası dünya ekonominin finansal mimarisi kuruldu.
1970’li yılların başlarında ise Avrupa ve Japonya ekonomileri yeniden inşa edilmiş; ABD’nin ekonomik üstünlüğü gerilemeye ve dünyada da bir kapasite fazlası sorunu oluşmaya başlamış, bir aşırı üretim krizi kapıya dayanmıştır.
Daha önce istikrarlı bir uluslararası finansal ortamın yerleşmesini amaçlayan ABD sermayesi bu durum karşısında tamamen farklı üç talep geliştirmiştir: Bunlar;
—Sermaye birikimindeki yavaşlama (veya hızlanma) koşullarında ABD ekonomisinde kredi ve para hacminde genişleme (veya daralma) kararlarında tam özerklik. ( Bu talep, iktisaden başat bir devletin, ulusal politikalarının uluslararası yansımalarına ilişkin herhangi bir sorumluluk üstlenmemesi anlamına gelir).
—Kârlılığın aşındığı ulusal coğrafyanın dışına çıkmada, hareket alanlarını genişletmede, tüm engellerin kaldırılması.
—Kârların gerilediği sanayi alanından finansal alana, üretim alanından dolaşım alanına geçişin serbestçe sağlanması.
Bu durumu izleyen son çeyrek yüzyıl boyunca finansal sistem bu taleplerin altında evrimleşmiştir.
Önce ABD Dolarının hacmini ve dolaşımını sınırlayan altına bağlı sistem değişerek, değişse ve salınsa bile, belli bir sabit değere bağlı olan Dolar-altın ilişkisi kopmuştur. Sonra da ABD sermayesinin finansal veya sınaî alanlarda uluslararasılaşmasının, diğer piyasalara ulaşmasının önünü açacak yöntemler devreye girmeye başlamıştır. Böylece Bretton Woods Rejimi’nden D-WSR’ye geçilmiştir. Bu “rejim”, 1982 Borç Krizi’nden sonra “Washington Mutabakatı”, Asya krizinden sonra ise, 1999 Köln Zirvesinde tasarlanan “Yeni Uluslararası Finansal Mimari” ve onun üzerinde oluşan Bretton Woods-II olarak da adlandırılacak aşamalar içinden geçmiştir. Bretton Woods-II olarak da adlandırılan sistem de, bir süre sonra yarattığı küresel dengesizlikler ve mali köpüklerin etkisiyle çökme noktasına gelmiştir.
Yakın geçmişe ve günümüze bakınca;
Mali piyasaların köpükleşmesine gelince; kredi türevleri hacmi 1990’da 3.5 trilyon dolarla, toplam dünya hasılasının sadece yüzde 27’sine eşit bir büyüklüktedir. Bu değer, 2007’de 380 trilyon dolarla dünya hasılasının tam 7.8 katına, günümüzdeyse 590 trilyon USD'lık bir büyüklüğe ulaşmıştır! Bu aşırı riskli büyüklük, “olağanüstü” bir durumla karşı karşıya bulunulduğunun kanıtıdır.
Bu tablo karşısında, uluslararası ödemeler sisteminin güvenliğinden sorumlu olan Bretton Woods ikizlerinin (IMF ve DB) sistemin güvenliğini sağlayacak politika araçlarına sahip olup olmadıkları tartışılır duruma gelmiştir. Halen dünya ekonomisinin “merkez”i dış ödemeler bilançosunda bir bütün olarak açık, “çevre” ekonomileri ise fazla verir konuma gelmişlerdir. Bu gelişme, geçmiş yarım yüzyıllık merkez-çevre kaynak akımlarını tersine çevrilmiş, geçmiş yıllarda geleneksel olarak “ acil ödemeler dengesi ihtiyaçlarının finansmanı ” görevini yüklenen IMF’de bu amacını ve işlevini yitirme noktasına yaklaşmıştır. Cari işlemler açığı veren az sayıda ülke ise, likidite seli altında kalmış uluslararası piyasalardan kolayca dış mali kaynak sağlayabilir durumdadırlar. (4)
Ancak hâlihazırda gelişen son kriz de bir kez daha göstermiştir ki; Bretton Woods ikizleri, IMF ve Dünya Bankası, uluslararası mali sistemin güvenliği için gerekli finansmanı yaratma ve yönlendirme gücüne ve politika araçlarına artık tam ve etkin olarak sahip değildir.(5) Ulusal ekonomilerin, ellerindeki iktisat politikası araçlarını giderek yitirdiği, uluslararası sermaye hareketlerinin küresel gayri safi hasılaya oranının 2000 yılına göre ikiye, 1990’lı yılların başlarına göre üçe katlandığı günümüzde, er veya geç beklenen “küresel uyum” veya “düzeltme”nin, uluslararası sistemde, günümüzde artık başat ve ana yönlendirici bir sahibi yok gibidir! Bu gerçek 2007’nin son çeyreğinde oluşmaya başlayan küresel mali bunalım koşullarında açıkça ortaya çıkmış olup devam etmektedir.
Özetle, uluslararası ekonomi 1980 sonrası yapılandırılmış olan finansal sistemin yarattığı kuralsızlık, karmaşıklık ve şeffaflığın yok edilmiş olduğu büyük bir belirsizlik ortamında bulunmaktadır. Bu finansal sistemin oluşumuna katkıda bulunanlar bile bunu itiraf edip artık “piyasalara tam olarak güvenilemeyeceğini” açıkça söylemektedirler. (6)
IMF ve uluslararası finans çevreleri ise, istikrarsızlığa yol açan politikaların kısa vadede değişmesi için bir gereksinim olmadığını, dengesizlikleri düzeltmek için aceleyle uygulanmaya kalkışılacak politikaların uluslararası finans piyasalarında istikrarsızlığa yol açabileceğini ileri sürmektedirler. IMF yetkililerinin son beş yılda birlikte gerçekleşen yüksek büyüme hızları ile küresel dengesizliklerin “ orta vadede ” yol açması kaçınılmaz görülen böyle bir “ düzeltme ”nin, özellikle Türkiye gibi rekor düzeyde cari açıklar veren çevre ülkeleri için ne gibi sonuçlar verebileceğini tahmin etmekten kaçındıkları görülmektedir. (7)
Bu belirsizliklerin ve köpükleşmenin içinde potansiyel bir istikrarsızlığın eşiğinde ve bıçak sırtında seyreden uluslararası finansal sisteme düzensiz biçimde eklemlenen çevre ekonomilerinin yakın bir gelecekte çok ciddi risklerle karşı karşıya kalacakları hususunda yaygın görüş birliği vardır. Çevre ekonomilerinin kırılganlık öğelerinin gözaltında tutulması ve dikkatle izlenmesi bu nedenle büyük önem taşımaktadır. Bu bağlamda dünya ekonomisinin “ <ı>uyum ” veya “ <ı>düzeltme ” süreçleri Türkiye’ye; faiz oranlarında ani bir yükselme ve uluslararası sermaye hareketlerinde hızlı bir daralma, döviz kurlarında büyük çalkantılar ve maliye-para politikaları uyumsuzlukları olmak üzere üç kanaldan yayılabilir. Türkiye ekonomisi, her üç gelişmeden de en şiddetli etkilenmesi beklenen, “ gelişmekte olan ülke ” kategorisindeki ilk iki ülkeden birisidir.
ABD konut piyasasından dünya piyasasına yayılan son kriz ;
“Menkulleştirme” (securitization) süreci, başlangıçta ve teoride, riski olduğunca dağıtarak azaltmayı amaçlarken, zaman içinde ve gerçekte, dünyanın geri kalanını adeta dolandırma mekanizmasına dönüşen bir buluşla ilgiliydi. Bu yeni buluş sayesinde kredi riski, veren açısından ortadan kalkmış gibi oluyor, ama aynı anda potansiyel olarak bir global sistem riski aracına dönüşüyordu. Menkulleştirme, özetle şöyle çalışıyordu: Banka, alacaklarını bir sepette topluyor ve bu sepeti bir fon olarak değerlendirip, “kendi iç modeliyle” fiyatlayıp parça parça satıyor böylece bilânçosundan çıkarıyordu(8). Teminatlandırılmış kredi paketi (Collateral Debt Obligations, CDO) denilen bu mali araç yoluyla, bankalar için o ana kadar “ver ve tut” olarak işleyen kredi mekanizması, “ver ve sonra sat kurtul” konumuna gelerek hem yasal hem de mali etkileri açısından büyük bir dönüşüme uğruyordu.
Bu buluşun birincisi konut kredileri/ipotekler (küçük, fakat çok sayıda), ikincisi de kaldıraçlı şirket alımları (az sayıda, ancak çok büyük meblağlı krediler) gibi iki alanda yaygınlaşması mali piyasalarda muazzam karmaşık ve şeffaf olmayan bir yapı yaratmıştır. Bu nedenle, bugün köpük patlayınca hem zararların hacmini saptamak, hem de “cesetlerin kimin bahçesinde gömülü olduğunu“ bilmek, kriz başladıktan bu yana bir yıl geçmesine karşın hâlâ olanak dâhilinde görülmemektedir!
Menkulleştirme, konut kredileri piyasasında riski göz önüne almadan her isteyene verilmeye başlayan NINJA (no income, no job, no asset ) kredilerine yol açmıştır. Konut finansman şirketleri artık her isteyene kredi verebiliyorlardı; çünkü verdikleri kredileri ipotek temelli bonolara çevirerek menkulleştiriyor, bankalara satıyorlardı. Bankalar da bunları CDO’lara temel alarak yeniden satıyor, herkes gül gibi geçinip gidiyordu. Bu arada sigorta şirketleri bu paketleri sigorta ederek AAA reytingine (En güvenilir menkul kıymet derecelendirme notudur) ulaşmalarına olanak sağlıyor, dünyanın öbür tarafındaki bir banka, belediye, emeklilik fonu, hatta okul fonu gibi yatırımcı kurumlar da bu "AAA" güvenceli kâğıtları almakta küresel piyasa mantığı açısından hiçbir endişe duymuyorlardı. Gerçekte ise, 2006’dan bu yana bu kâğıtların temelini gittikçe büyüyen tutar ve oranlarda, ilk mali zorlukta temerrüde düşecek olan NINJA ipotekler oluşturmaya başlamıştı bile.
Bu gelişmeler sonucunda kredi köpüğü ve konut piyasası köpüğünün delinmeye başladığı ABD’de ve küresel ekonominin hemen her yerinde, hane halkı gelirlerinin hızla daralacağı anlaşılmaktadır. İlk aşamada, ellerinde biriken varlıkları ipotek yoluyla çözerek cari tüketimlerini destekleyen ABD hane halkları, konut fiyatlarında yaşanan genelde yüzde 10, (kimi bölgelerde ise daha yüksek oranlardaki) gerilemelerin etkisiyle bu olanaktan giderek yoksun kalmaktadır. Borsalardaki yüzde 20’ye ulaşan gerilemeler, borsadaki servet etkisinin artık gücünü yitirdiğini göstermektedir. ABD’de işsizlik verileri, geçen 20 yılda gelirlerinde belirgin bir artış olmayan alt ve orta sınıfların ortalama gelirlerinde önemli kayıpların yaşandığına işaret etmektedir. Petrol ve gıda fiyatlarındaki artışlar, ABD Doları’nın gerilemesine bağlı olarak artan dışalım fiyatları da hane halkının tüketim kapasitesini olumsuz yönde etkilemektedir. Nihayet kredi piyasasında oluşan bu kaygı verici gelişmeler, gidişatın tüketici kredilerini de olumsuz etkilemeye başladığını göstermektedir. Böylece, kredi kartı tüketici kredileri ve taksitli satışların finansman maliyetlerinin de ABD Merkez Bankası’nın tüm çabalarına karşın, nispeten yüksek kalmaya devam edeceği anlaşılmaktadır.
ABD Hükümeti'nin krize karşı önlem olarak hazırlayıp sunduğu ve Senatosu'ndan çıkıp uygulamaya geçen 150 milyar USD'lık, tüketici gelirlerini artırmaya yönelik destek paketinin etkisinin de sınırlı olacağı, sadece " büyük fırtınanın "biraz daha gecikmesini sağlayabileceği tahmin edilmektedir.
Kriz, şimdilik her sektörde, aniden, yaygın ve derin bir etki yaratmamakta, belirli ( dışa açık ) sektörlerde, zaman içinde etkisi artabilen bir yapıda seyretmekte ve bu açıdan öncekilerden farklı ve geçici olduğu yanılsaması doğurmaktadır. Bu durumun oluşmasında;
- Bilinen destek-kurtarma yöntemleri yanısıra yeni mali teknikler yoluyla da uygulanan destekler (Örneğin, Merkez Bankaları arasında ilk kez yapılan uluslararası repo uygulamaları),
- Ağır cezai yükümlülükler içeren, orta-uzun vadeli yerel ya da uluslararası birçok alım-satım-taahhüt sözleşmelerine dayalı işlerin devam ediyor olması ( Bu tür sözleşmeye dayalı işler, özellikle reel piyasalarda, zararına da olsa hala sürdürülmektedir),
- Ayrıca sıcak para çıkışlarında, asgari kar realizasyonlarına yönelik kur-faiz dengeleri ile bono-tahvil vade bitimlerinin bekleniyor olması,kanımızca önemli etkenler arasındadır.
Dünya ekonomisi bir durgunluğa girerken, kaynakça da verdiklerimiz dışında, küresel piyasalara yönelik güncel vurguları kim yapıyor diye baktığımızda da da karşımıza, T. Boon Pickens , Saros gibi ünlü spekülatörler, Financial Times’ın aktardığına göre Goldman Sachs, Merrill Lynch, Barclays Capital, Deustche Bank, Morgan Stanley,Societe General gibi dev finans kurumları geliyor. Bu kurumların ortak bir özellikleri ise, ABD konut piyasasında başlayan mali krizde, son derecede karmaşık ve riskli yatırım araçlarıyla oynarken büyük zararlarla karşılaşmış olmalarıdır. İkinci özellikleriyse; başta Goldman Sachs olmak üzere, petrol ve emtia piyasalarında oynuyor olmalarıdır. Kısacası dünya çapında faal olan bu dev mali kuruluşlar, menkul kıymetlere dayalı olarak üretilen kredi piyasalarında yarattıkları köpük patlayınca, oluşan kayıplarını şimdi emtia piyasalarında da bir köpük yaratarak gidermeye çalışmaktadırlar. Bu nedenle, türev piyasalarının hacmi ( kredi köpüğü ) kredi krizi yaşanırken daralacağına artmaya devam ederek, 2007 yılında 380 trilyon ABD Doları iken, bu yılbaşında 510 trilyon dolara, şimdilerde ise tam 590 trilyon dolara ulaşmış durumdadır(9).
Diğer taraftan, yine ABD'de, yıllar önceki banker krizine benzer yeni bir mali kriz dalgası daha gelişmekte. Yeni dalga, Amerika’da İhale Faizli Tahviller veya Mevduat Sertifikaları’nın (Auction Rate Security-ARS) geri ödenememesi nedeniyle çıkıyor. Bu seferki dalganın, mevcut global krizi, önceden tahmin edilenin yüzde 60’ı kadar daha büyüteceği hesap ediliyor. ARS’ler nedeniyle, Amerikan bankacılık sistemi, yaklaşık 330 milyar USD'lık yeni bir zarara daha girmiş durumdadır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki; ABD konut piyasasında başlayıp mali sektörde genişleyen ve reel piyasalara da sıçrayıp- petrol ve diğer emtia fiyatlarının da şimdiye değin bu genişlik ve derinlikte çok ender görülmüş boyutta artırılmasıyla - iyice alevlenen bu iktisadi kriz, bu bilgiler ışığında, yeni bir tür kriz değildir! Kökü, ilk türev ürün piyasalarının oluştuğu 80'li yıllara değin uzanan, bilinen, beklenen, sadece kullanılan mali araçların ve yöntemlerin niteliği ve derinliği farklı yeni bir sürümüdür.
Eli kulağında ve yolda, gelecek! Geldiği gibi de er ya da geç gidecek. Birçoğumuzun birçok şeyini de götürerek, çok azımıza ise birçok şey getirerek! Ta ki bir yenisi gelene kadar...
İ.Ersin KABOĞLU,
27 / Temmuz / 2008, Ankara
Fotoğraf: http://www.meramderem.wordpress.com/
Kaynakça:
(1) IMF, Global Financial Stability Report, Nisan 2008.
(2) Güven Sak, Referans Gazetesi, 21.3.2008 ve 8.4.2008; Mahfi Eğilmez, Radikal, 27.12.2007 tarihli köşe yazıları; Yaman Törüner, Milliyet 21.7.2008 ve 26.7.2008 tarihli köşe yazıları. Ayrıca bkz. Kemal Derviş’in "Enflasyon uyarısı" başlıklı haber, Milliyet, 7.5.2008.
(3) Psikiyatr ve eylemci düşünür-yazar Dr. Franz Fanon, 1970’lerde bu tür insanlar için “ kara deri, beyaz maske ” ifadesini kullanıyordu.
(4) T. C. Dawson, “Sovereign Debt Restructuring and the International Financial Architecture”, 28.1.2003, http://www.imf.org/.
(5) The Crockette Committee, “ Final Report of the Committee to Study Sustainable Long-term Financing of the IMF ”, Komite raporunda, 1981 yılından bu yana süren finansman modelinin artık IMF’nin gereksinimini karşılayamadığı, önümüzdeki dönemde muhtemel kriz koşullarında Fon’un kullanılabilecek yeterli kaynağının olmayabileceği uyarısı yapılıyor. İlginçtir, Rapor IMF’ye finansmanını piyasalardan karşılamayı öneriyor.
(6) “... Ama bugün FED Başkanı B. Bernanke, kendisi dahil hiç kimsenin büyük New York, Londra, Frankfurt ve Tokyo bankalarının konut krizi sonucu iflas etmeyeceklerini tahmin edemez durumda olduklarını söylüyor. Ama borçlanmayı düzenleyecek yeni ve rasyonel regülasyonlar gerekli. Böyle durumlarda (büyük depresyonda önerildiği gibi) Merkez Bankası ve Hazine ‘ son borç veren ’ olmalı ve kendileri de borçlanmamalı. Spekülatif piyasalar kendi kendilerini düzeltemezler. Böyle ortamlarda orta yol izlenmelidir. Piyasa güçlerine fazla serbestlik vermek iyi değildir.” (P. Samuelson; 27 Kasım 2007’deki Herald Tribune'de yayımlanan yazısından).
(7) ”The Multilateral Approach to Global Imbalances” (IMF İcra Direktörü Birinci Yardımcısı John Lipsky’nin Brussels Economic Forum 2007’deki yorumları), IMF, 31 Mayıs 2007.
(8) New York Times (18 Mart 2008) iflastan Fed ve JP Morgan’ın ortak operasyonuyla kurtarılan ABD’nin beşinci büyük yatırım bankası Bear Stearns’ın hesapları incelendiğinde 46 milyar USD’lık ipotek, ipoteğe ve menkul kıymete dayalı varlığın 29 milyar USD’lık kısmı gözlemlenip bulgulanabiliyor, kalan 17 milyar USD'lık bölüm ise değeri daha az gözlenebilecek verileri kullanan kendi iç modellerine veya yöntemlerine dayanılarak tahmin edilmiştir”. Bu yönteme göre “ hesaplanan ” milyarlarca dolarlık varlık değerinin hayali olduğu anlaşılmaktadır.
(9) Money Week, May,23/ 2008.
ı>ı>