Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Şubat '08

 
Kategori
Tarih
 

Bu hayat hikayesi hepimizin....

Bu hayat hikayesi hepimizin....
 

hayat


İnsan olmanın en önemli özelliklerinden biri de “mücadele”dir. Mücadele insanoğlunun hayatında her alanda çağlar boyunca olmuştur ve olacaktır da... Önceleri insan sadece hayatta kalabilmek için mücadele vermiştir. Açlık ve yabani hayvanları tek problem zannetmiştir. Ateşi bulması ve kesici aletlerle silahlar yapmasıyla insanoğlunun mücadelesi güç ve yeni bir boyut kazanmıştır. Yerleşik hayata geçince de zamanla mücadelenin sınırları da genişlemiştir. Yeni keşiflerle, yapılan icatlarla insanoğlunun istekleri sürekli artmaya başlamıştır. Yaşam standartlarını yükseltmek, daha çok toprağa ve insana hükmetmek adına devletlerarası mücadeleler başlamıştır. Doğanın kanunuymuşçasına güçlü olan devletler daima güçsüz olanları yok etmişlerdir. Güç ise teknolojide, her türlü ilimde başarılı olmak yeniliklere açık olmak demektir. Bu gücü elinde bulunduran devletler genele hükmetme hakkını da kendilerinde görmüşlerdir. Öyle ki sömürgecilik faaliyetleriyle her devlet kendi ülkesinin ihtiyaçlarını, hükmettiği ülkelerden toparlamıştır. Sömürgesi altına aldığı ülkelerin insanlarını sanki bir eşya ya da hayvanmış gibi kendi hizmetlerinde kullanmışlardır. Çünkü teknolojileri için hammadde ve insan gücü gerekliydi. Sömürülen devletlerin tek suçu ise her alanda geri olmaları ve çağın gereklerine uygun gelişmeler gösterememeleridir. Örneğin Afrika topraklarında sömürgecilik yapıldıysa ve hala orada yaşayan insanların geneli açlıktan ölüyorsa bunun tek nedeni hayat mücadelesinde yol gösterici tek ışık olan ilim ve fenden daha doğrusu medeniyetten uzak olmalarıdır. Tarihin her sahnesinde bu böyledir. Yok, olmaya mahkûm olan devletler, ilim ve fenne önem vermeyen, sadece hayatta kalabilmek için mücadele verenlerdir. Ancak tarih de öyle bir sayfa vardır ki istisnalar içinde olan, o da Türk Milletinin “Kurtuluş Savaşı”dır. O dönemlerde teknolojik açıdan çok gerilerdeydik. Hasta adam muamelesi yapılan Osmanlı Devletini son darbeyle öldürmek ve parçalara ayırmak için tüm devletler ve teknolojileri seferber olmuşlardı. Sadece unuttukları bir ayrıntı vardı ki o da büyük önder, eşsiz bir kumandan Mustafa Kemal’in varlığı ile Türk milletinin azim ve kararlılığıydı. Tüm devletler birlik olup paylaştıkları yerlerin haritalarını bile çıkarmışlardı. Hasta adamın içinde bulunduğu durumu çok iyi biliyorlardı. Ortalıkta ne onlara karşı çıkabilecek bir ordu ne teknoloji vardı. Zaten halk açtı, çıplaktı ve hayat mücadelesi veriyordu. İşlerinin kolay olacağını düşünerek denizden, havadan ve karadan saldırdılar. Olaylar böyle gelişince Mustafa Kemal Anadolu ya geçip Türk milletini büyük bir maharet ve kararlılıkla organize etmiştir. Milletimiz yokluk içinde büyük bir zafere işte böyle kanlarıyla imza atmışlardır. Savaştan çıktıktan sonra büyük önder ve Türk Devletinin cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ülkenin kalkınması ve dünyanın içinde bulunduğu medeniyet seviyesine ulaşması için faaliyetlere önem vermiştir. İlk iş olarak yaptığı inkılâp hareketleriyle toplumsal, hukuki, ekonomik ve daha birçok alanda düzenlemeler yapmıştır. Örneğin kız çocuklarının da eğitimden faydalanmaları, meslek sahibi olabilmeleri için okullar açmıştır. Büyük önder her alanda ilim sahibi olmanın önemini çok iyi biliyordu. O dönemlerde yaşamış insanların genelinde bu bilinç vardır. Çünkü onlar zoru görmüşlerdi ve bu ülkeyi yoktan var etmişlerdi. Bu konuda rahmetli babaannem benim için en büyük örnektir. Kendine ben “Atatürk çocuğuyum” derdi. Onun döneminde şartlar zor olduğu halde ilkokulu okumuştur. Bizlere de öğütlediği tek şey “Evladım okuyun ve ilim sahibi insanlar olun. Atam bizden bunu istedi.” Derdi. Benim şuan okumaya çok hevesli olmam ya da kendi alanımda en iyi olmaya çalışmamın en önemli sebeplerinden biri de bu öğütlerdir. Yine bu konuyla ilgili günümüzde de çalışmalar yapılmaktadır. Haydi, kızlar okula ya da kardelenler gibi büyük projelerle ilimden mahrum kalan kız çocukları topluma kazandırılmaya çalışılıyor. Bu konu da Milli Eğitim Bakanlığımız olsun, iş adamları, sanatçılar olsun çok duyarlılar. Özellikle doğu da eğitim kızlar için çok önemli görülmüyor. Kızların tek vazifesinin iyi bir eş olmak, aile kurmak ve hizmette kusursuz olmak olduğunu düşünüyorlar. İlim öğrenmek, cinsiyet ayırmaksızın herkesin hayat felsefesi olmalıdır. İyiliği de, kötülüğü de, cahilliği de, ilimi de insan içinde taşır. Yön vermek tamamen kişinin kendi elindedir ve hayat şartlarındadır. Medeniyet de eğer insanın kalbinde değilse hiçbir yerde değildir. Sonradan zor kazanılabilecek bir özelliktir. Kişiliğin ve kalpte bazı duyguların oluşmasında da her toplumun kendine özgü olan örf ve adetlerini, ahlak kuralarını, toplumsal baskıları ve din faktörünü de unutmamak gerekir.

İnsan hayatının genelini düşündüğümüzde hayat; yaşamak, sevmek, çalışmak, üremek ve ölmek midir sadece... Sabahları neden ve kim için güne başlarız? Hayatımızın amacı nedir? Geleceğe iz bırakabilmek için ne yapılabilir? Bu soruları sormalı herkes kendince... İnsanoğlunun kalıcı olabilmesi de bence ilmiyle doğru orantılıdır. Tarihe iz bırakmış insanlar kendilerini alanlarında kanıtlamış olanlardır. Bu yalan dünya da her şeyin geçici olduğunun hepimiz farkındayızdır. Hayat bir varmış bir yokmuş gibidir. Doğadaki en mükemmel canlılar olarak aklımızla ve irademizle bizlerden daha üstün bir canlı yoktur. Bu mükemmelliği ölümsüzleştirmekte yine biz insanların elindedir. Kalıcılıksa yazdığın bir kitapla ya da insanlık adına yaptığın bir buluş yahut eserle mümkün olabilir. Bilge kişi olmanın, iz bırakmanın tabiî ki bedelleri ağırdır. Çok çalışma ve fedakârlık ister. Zaten ilmin önemini kavrayan kişinin de gözü ne maddi şeyleri görür ne de uğrunda katlanacağı sıkıntıları. Çünkü ilim de aşk gibi bir duygudur, ilim insanı tutkulu olur. Yapacağı işler, bırakacağı iz’in heyecanı başkadır.

Kurtuluş savaşından günümüze kadar ülkemiz her alanda müthiş bir ilerleme gösterdiyse bu önce Atatürk sonra da o dönemi yaşamış ve Atatürk’e gönülden inanmış insanlar sayesinde olmuştur. Önceleri her şeyi dışarıdan alan ülkemiz zamanla fabrikalar kurup üretime geçebilmiştir. Ya da sağlık problemlerimizi ülkemizde gerekli cihazlar ve ilim olmadığı için yurtdışında çözmeye çalışıyorduk, günümüzde ise artık farklı ülkelerin insanları bizim ülkemizde şifa arar oldular. Bu gurur verici bir başarıdır. Mustafa Kemal Atatürk ölüm döşeğinde bile “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz.”diyerek zaten milletine o özgüveni aşılamıştır. Bizlerinde ona layık evlatlar olmak için çalışmamız gerekmez mi? Günümüzde bence ülkemiz her konuda diğer devletlerle yarışabilecek seviyededir. Bürokratlarımızla, doktorlarımızla, bilim adamlarımızla, eğitimcilerimizle, sanatçılarımızla, sporcularımızla ve daha birçok alanda kendimizi kanıtlayabilmekteyiz. Küçük örnekler verecek olursam; tıp alanında özellikle kalp ve göz cerrahisinde doktorlarımız kendilerini kanıtlamışlardır. Fizik alanında nano teknoloji üzerine önemli çalışmalar yapılmaktadır. Çok önemli uzay çalışmalarının yapıldığı NASA da birçok Türk bilim adamı çalışmaktadır. Yakın tarihte, Eurovision şarkı yarışmasında olsun, güzellik yarışmalarında olsun, sporda, futbol, basketbol milli takımlarımızla ülkemiz kendini kanıtlamış durumdadır. İlmin önemine farklı açıdan güncel bir örnekte vermek istiyorum. Son yıllarda ülkemizin gündemini çok meşgul eden konulardan biri Avrupa Birliğine ülkemizin girip giremeyeceğinin tartışmasıdır. Bu konuda ülkemizi araştırmak için gelen Avrupa Birliğinin yetkilileri ilk olarak eğitim seviyemizi araştırmışlardır. Bu amaç doğrultusunda Leonardo da Vinci ve Erasmus gibi projelerle eğitimdeki eksikliklerimiz ve yapılması gerekli şeyler tespit edilmiştir. Burada değinmek istediğim nokta belli bir topluluğa alınmadan önce bile ölçüt sahip olduğumuz ilim ve eğitim almış insan sayımızdır. Bunun dışında dikkat edilen şeylerin genelinde medeniyet seviyemize ve teknolojik açıdan hangi seviyelerde olduğumuza bakılmıştır.

Şuan içinde bulunduğumuz bilişim çağının gereklerini de yerine getirmeliyiz ki yenidünya da devletimizin de bu ülke de yaşayan insanlarında iyi bir yeri olsun. Günümüzde her türlü bilgi internet sayesinde tek tuşla elimizin altındadır. Yeni dünya da iletişim problemi diye bir problem kalmamıştır. Dünyanın diğer ucunda yaşayan bir insanla bile istediğin zaman, istediğin süre görüşmek mümkündür. Daha ilköğretim çağında olan çocukların elinde bile cep telefonu vardır. İnternet kullanımımız hayatın her alanına yönelik kullanılabilmektedir. Mesela bankacılık faaliyetlerinden tutunda, günlük gazetelerdeki tüm haberler, köşe yazıları, günlük falımız her şey tek tuşla elimizin altındadır. Hatta çöpçatan siteler sayesinde insanlar eşini bile teknoloji sayesinde bulmaktadır. Bu nedenle aslında bizler çok şanslı bir kuşağız. Önceleri insanların uzun yıllarını verdiği çalışmaları, bizler için tek tuşla yapılabilecek işler olmuştur. Böyle bir çağ da yaşamanın bedeli de çok çalışmaktır. Bilginin efendisi olmak için çalışmanın uşağı olmak gerekmiş. Çünkü teknolojiye ve ilime en çok sahip olan devlet dünyaya da hükmeden devlettir.

Büyük ilimlere, teknolojilere sahip olmak tabiî ki önemlidir ama bu ilmin, teknolojinin nelere kullandığı daha da önemli bir mevzuudur. Günümüzde savaşlarda çok değişmiştir. Önceleri insan vücudundan siperler yapılırdı. Yaşlısı, genci herkes cephelere vatan için vuruşmaya, hiç düşünmeden giderlerdi. Ve savaşlar bazen yıllar sürerdi. Aç, çıplak tüm bedellerine katlanılırdı. Cephane bitse bile damarlarındaki kanın son damlasına kadar vatan için çarpışırlardı. Günümüzde ise nükleer silahlar ve gelişmiş savaş teknolojisi sayesinde bir ülke kısa sürede yok edildiği gibi sonrasında da uzun yıllar o topraklarda canlı yaşayamayacak şekilde doğa tahrip edilmektedir. Ölümler ise toplu katliam şeklini almıştır. Savaşlarda ki o duygu yoğunluğu da kalmadı artık, her şey gibi o da mekanikleşti. Bence teknoloji böyle canavarlaştırılmamalıdır. İnsanlığı daha da gelişmiş bir seviyeye getirmek için kullanılacak ilim, öldürmek için kullanıldığında ilim olmaktan çıkar zaten. İnsanlığa zarar veren bir ilimi benim mantığım kabul etmek istemiyor. Mesela, Hiroşima vakasında yıllar önce atılmış bir atom bombasının zararlarını hala yaşıyorlar. Yeni doğmuş küçücük bebekler bile bedel ödüyor. Sakat doğmak ya da kimsesiz kalmak ağır bir bedeldir ve haksızlıktır. Başka bir örnekte 11 Eylül saldırısıdır. Teröristlerin bir ülkeye zarar vermek adına suçsuz insanların ölümüne sebep olması adil midir? İlim, barış içinde tüm insanlığın yaşayabileceği güzel bir dünya için kullanılsa daha iyi olmaz mı? Dünyamızda hepimizi tehdit eden küresel ısınma, hava kirliliği, erozyon v.b.problemleri çözmek için tüm ilim adamları seferber olsa, ilim para ya da çıkarlar için değil de insanlık için kullanılsa eminim dünya daha farklı olurdu.

İnsana yön veren daha doğrusu insanı insan yapan özelliklerden biri de hayallerdir. Hayatımızdaki her şeyin ilk başlangıcı önce hayallerimizle ortaya çıkar. Önceleri ütopya gibi gelen şeyler gerçek kalıbına büründükçe insanlık için önemli olan şeyler ortaya çıkıvermiştir. İlim adamı hayallerine sonuna dek inanmalıdır. Uzaya gitmek bir hayaldi mesela, ben küçücük bir çocukken annem uzayla ilgili bilim kurgu filmleri izlememe kızardı. Bırak şu saçmalıkları da daha gerçekçi şeylerle uğraş derdi. Ama ben ilerde bir gün o filmlerin gerçeğe dönüşeceğini hayal ettim hep ve tüm kalbimle inandım. Şimdilerde ise Rusya uzaya turist bile götürmekte, bense hayallerin günü geldiğinde gerçekleştiğine tüm kalbimle inanmaya devam ediyorum. Bir de Jule Verne kitapları vardır hayal ürünü gelen. Ama şuan bakıldığında yazarın hayal gücünü kullanarak yazdıklarının neredeyse hepsi gerçekleşmiştir. Dünyayı alt üst eden düşünce akımlarının liderleri de hep, hayalci ya da çılgın gelmiştir insanlara. Her alanda gelişmek için dar düşünmemek gerek, düşüncelerin zincirleri kırılmalı ki özgürce yeni oluşumlar yeni ilimler ortaya çıkabilsin. En basitinden “su” dediğimizde herkesin düşünceleri eminim çok farklıdır. Kimilerine göre yaşam için şarttır, kimine göre sadece H2O dur. Kimine göre temizliktir, kimine göre de doğanın denge unsurudur; yağmurdur, okyanustur, balıktır, değirmendir, elektriktir, kısacası her şeydir. At gözlükleri olmadan bakmayı öğrenmeliyiz ki her alanda gelişelim. Birde düşüncelerimizi ve sahip olduğumuz ilmimizi paylaşmayı bilmeliyiz. İlim paylaşıldıkça artacak bir şeydir. Çünkü paylaştıkça farklı düşünceler sayesinde ortada olan iş daha da gelişir. Çoğu insanlar başarıyı almak olarak düşünürler oysaki başarı vermekle başlar. Buna en basit örnek bizleri yetiştiren öğretmenlerimizdir. Onlar sürekli vericidir. Öğrencisine vaktini, sevgisini ve bilgisini en çok veren öğretmen daima en başarılı olandır. Bu nedenle ilköğretimden tutunda üniversite eğitimimize kadar öğretmenlerimizin vericiliği bizi şekillendirir. İlim öyle bir deryadır ki bir şeyleri verirken yenilerini alırsın. İlim adamı dolup dolup boşalan bir bardak gibidir. Boşalmalı ki yeni bilgilere yer açılsın, boşalmalı ki etrafında bulunanlar ondan yararlansınlar. İlim bencillik barındıramaz. Zaten bencil olanda ilim adamı olamaz. Tüm bilgeliğini kendiyle birlikte mezara götürür ancak...

Bence yanlış algılanan konulardan biri de “ilim” kelimesinin anlamının genişliğinin tam anlaşılamamasıdır. Hayata dair insanoğlunun uğraştığı her şeyin bir ilmi vardır. Uçak mühendisi olan biri belki çok müthiş projelere imza atabilir, radarların bile yakalayamadığı uçaklar yapabilir. Bu, onun kendi alanında ilim sahibi olduğunun kanıtıdır. Ama bu kişi yemek yapma konusunda çok beceriksiz olabilir. Dünya mutfağından çok çeşitli yemekler yapabilen bir aşçının da uçaklar konusunda bir fikri olmayabilir. Herhangi bir müzik aleti kullanmak ayrı bir ilimdir. O müzik aletinin çıkardığı seslere şekil verip, şarkılar söylemek ise daha ayrı bir ilimdir. Burada anlatmak istediğim tüm ilimler sanki yapboz oyununun parçalarıymış gibi bir araya gelerek hayatı oluşturur. İnsan olarak bizlere düşen herkes kendi alanında en iyi olmalıdır. “Ne yapıyorsam en iyisi ben olmalıyım.” Şeklindeki bir düşünceyi hayat felsefemiz olarak görürsek her alanda ülkemizde, bizlerde en üst seviyelerde bulunuruz. Böylelikle hem Mustafa Kemal Atatürk’e layık onun istediği gibi bir gençlik oluruz. Ulu önder, Gençliğe Hitabesinde olsun, Nutuk’ta olsun her fırsatta önem verdiği noktaları, nasıl bir gençlik ümit ettiğini bizlere anlatmıştır. Hem de özel insan statüsünde oluruz. Çünkü insanlık adına en iyiyi yapmayı amaçlayan her insan farklıdır ve çok özeldir...

 
Toplam blog
: 6
: 3057
Kayıt tarihi
: 31.01.08
 
 

Yozgatlıyım. Tarih öğretmeniyim. Yükseklisansımı yaptım ve akademik kariyerime devam etmek istiyorum..