Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ağustos '17

 
Kategori
Felsefe
 

Bu Hayatı Hak Etmelisiniz

Bu Hayatı Hak Etmelisiniz
 

Nihayetinde herpimiz hak ettiğimizi alırız


“Er Ryan’ı kurtarmak” adlı filmde Yüzbaşı Henry Miller ve askerleri Er Ryan adında bir askeri evine geri götürmek üzere emir almışlardır. Çünkü bu askerin diğer iki kardeşi savaşta ölmüştür ve Iowa’lı Er James Francis Ryan ailenin sağ kalan tek üyesidir. Bu yüzden alınan karar gereği onun bulunarak ülkesine geri dönmesi sağlanacaktır. Onu bulmak için yüzbaşı ve askerleri büyük bir mücadele verirken bazı kayıpları da olmuştur. Ona ulaştıklarında görevlerini yerine getirmenin mutluluğunu yaşarlar ancak  bu esnada bulundukları noktada  Alman askerleri ile yeni bir çatışma yaşanır ve Yüzbaşı Miller ağır yaralanır. Er Ryan ile bu sahnede aralarında bir konuşma geçer. Yüzbaşı fısıltı halinde bir şeyler söylemeye çalışmaktadır. Er Ryan ona iyice yaklaşarak onun ne dediğini duymaya çalışırken Yüzbaşı ona şöyle der: “ James, hak et bunu… Hak et…”

Yüzbaşı onu kurtarmak için verdikleri mücadelede artık  o anda hayatta kalamayacağını anlamıştır. Üstelik bazı askerleri de ya ağır yaralanmış ya da ölmüşlerdir. Ama bütün bunlara rağmen onu bulmuşlar ve görevlerini yerine getirmişlerdir. İşte bu sahnede Yüzbaşı, ona bu zorlu mücadeleyi anımsatırken, bunun karşılığında  anlamı ve amacı olan bir hayat sürmesi gerektiğini söylemeye çalışmaktadır.

Bu sahneyi izlerken hayatımızın bir amacı olması gerektiğinin ne derece önemli olduğunu anlamaya çalışıyordum. Kendimizi mutlu ederken başkalarının veya diğer tanıdığımız insanların da kendilerini iyi hissetmeleri için elimizden gelen çabayı gösterebiliyor muyduk? Bu herkes için tartışılabilir bir durum olsa da filmin özellikle o sahnesindeki mesaj çok açıktı. Ekonomi dergisi Forbes tarafından Bill Gates 53 milyar dolarlık servetiyle 2010 yılında  dünyanın ikinci en zengin insanı olarak tanıtılmıştı ve  kendi klasmanındaki milyarderler gibi parayı kendisi ve ailesi için kullanmayacağını dile getiren Gates  "Parayı çocuklarıma vermenin iyi bir fikir olmadığını biliyordum. Bu hem çocuklar hem de toplum için iyi olmazdı. Burada sorulması gereken soru,  'Anında etki yaratacak bir alan bulabilir miyim’ olmalı…"
Yaptığı seyahatlarda ebeveynlerini kaybeden çocukları ya da ekonomik şartlardan dolayı bedenlerini satmak zorunda olan kadınları tanıdığını söyleyen,  "Her yıl Afrika ve Hindistan'a gidip oradaki insanlara yardım ediyorum" diyen ve 2008'de yardım işlerine ağırlık vermek için Microsoft'tan "emekli" olan Gates yaşları 14, 11 ve 8 yaşlarında olan çocukları için "onlara bir miktar para bırakacağım ama büyük rakamlar olmayacak" demişti ve sadece o değil  Warren Buffett, Ted Turner ve Michael Bloomberg gibi milyarderler de öldüklerinde, mal varlıklarının yüzde 97'sini yardım derneklerine bıraktı.

Bir kız çocuğu sahibi olan Mark Zuckerberg, bugün Facebook'ta sahip olduğu ve değeri 45  milyar dolar olan hisselerinin % 99'unu eşiyle birlikte kuracağı Chan Zuckerberg Vakfı'na bağışlayacağını açıkladığında o da Bill Gates’in yolundan gidiyordu. Facebook’un kurucusu bir konuşmasında şöyle diyordu.”Genç yaşta dünyaya fayda sağlamaya başlamak istiyoruz . Amacımız dünyanın dört bir yanındaki insanları birleştirerek insanlığın potansiyelini ortaya çıkarıp geliştirmek ve gelecek nesillerdeki çocuklar için eşit bir dünya yaratmak.’

Bu insanların çocuklarının  zaten bu kadar büyük paraları hak etmediklerini düşünebilirsiniz ama bu zenginliğe ulaşmış ve böyle düşünen bu  insanların kendilerinin bu paraları hak ettiklerini rahatlıkla söylememiz gerekir.

Öte yandan ABD'de bir cinayete kurban giden ünlü İtalyan modacı Gianni Versace'nin 11 yaşındaki kız yeğenine bıraktığı  500 milyon doları , Prenses Diana’nın oğulları Prens William ve Prens Harry' ye bıraktığı  27 milyon doları,benzer şekilde  Elvis Presley'in kızı Lisa-Marie Presley’e kalan 100 milyon doları hak ettiklerini düşünüyor musunuz ? Kendimi çoğu zaman, ‘Herkes hak ettiğini alır’ şeklinde bir tanımlamaya  inanır bir halde bulsam da  yine de bu yaklaşıma bir mim koyma eğilimindeyim. Çünkü ortalama insanların çoğunun yaptıkları hatalarda direnmeleri veya tembellikleri bir yana daha da kötüsü kendileri ile ilgili gerçeği görmek istememeleri karşısında da evet, başlarına gelenleri hak ederler diye düşündüğümde onlarla ilgili bir empati kuramamak kaygısı ağır basar.

Herkesin başarı ve mutluluk tanımlaması farklı olsa da biz başarıyı nasıl algılıyoruz?  Bir tanımlama yapmam gerekirse şunları söylemeliyim: Başarı maddi ve manevi açıdan kimse tarafından tehdit edilemeyecek bir konuma gelebilmektir. Bu tanımlama başarı denilen kavramı özellikle materyalist açıdan ele aldığımız gibi bir izlenim uyandırıyor olsa da zenginliğin paylaşılmadıkça tek başına bir anlam ifade etmeyeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Öyle ise  ilk söylediklerimize sadık kalarak diyebiliriz ki  başarılı olmak sadece büyük bir servete sahip olmak kadar aynı zamanda başkalarının da sizin gibi kendilerini iyi hissetmelerine yardımcı olmaktır. Ama sadece  takdir edilmek veya saygı görmek için bunu yapıyorsanız, sadece kişisel bir tatmin arayışında olan biri olduğunuzdan kuşkulanmamız gerekir. Herkesin mükemmel olmasını beklemek saflık olarak algılansa da, kişisel tercihlere saygı duyulsa da, burada  söz konusu olan olabildiğince başarı ve mutluluk kavramlarının birbirini tamamladığını özellikle belirtmemiz objektif bir ideali yakalama açısından önemlidir.

Başarı, sadece önemli ve değerli olmak için değil;  bu dünyada hangi ırktan ve dinden olursa olsun herkesin yaşam koşullarının daha iyi olması adına yaptığınız evrensel katkıdır. Burada sözünü ettiğimiz servet sahibi insanların da başarıdan bunu anladıklarından en küçük bir kuşkumuz olmamalıdır. Francois De La Rochefoucauld‘un  “Kimileri seviyorum der, çünkü ezberlemiştir, kimileri diyemez çünkü gerçekten sevmiştir” sözlerinde olduğu gibi ezberlenmiş bir hayatın içinde yaşayan insanlara baktığınızda öncelikle var olabilmek adına bir yaşama içgüdüsüne sahip olsalar da  paylaşmadıkça bunun mutluluk adına  pratikte hiçbir değeri olamaz ve olmayacaktır. İşte Yüzbaşı Miller’ın  Er Ryan ‘a söylemeye çalıştığı buydu. Ona “Bu hayatı hak et” dediğinde sahip olduğu ayrıcalığın değerini anlamasını istiyordu.
Şimdi Er Ryan’ı Kurtarmak filminin son sahnesine gidelim birlikte… Kurtarılan Er Ryan ülkesine dönmüştür ve onu arayıp bulan ve hayatını kurtaran Yüzbaşı Miller’ın mezarı başında yıllar sonra şunları söylemektedir: “ Bugün ailem benimle. Benimle gelmek istediler. Dürüst olmak gerekirse buraya gelirken nasıl hissedeceğimden emin değildim. Her gün bana o gün köprüde söylediklerıni düşünüyorum. Hayatımı en iyi şekilde yaşamak için elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. Sanırım bu yeterliydi. Umarım hiç olmazsa senin gözünde benim için yaptıklarını hak etmişimdir.”

O esnada Ryan asker selamı verirken karısı yanına gelir. Ona doğru dönerek, şöyle der.” Bana iyi bir hayat sürdüğümü söyle. Karısı, ilk anda anlamayınca tekrar eder.” Benim iyi biri olduğumu söyle.” Karısı sevgiyle ona bakarken şunu söyler.” Evet öylesin”.

Bazılarımız yaşamayı hak ederken  bazıları da  ölümü mü hak eder ? Bu çok zor bir soru. Çünkü insanların büyük bir bölümü gerçek anlamda yaşamazlar sadece fiziksel anlamda bir istatistik olarak vardırlar. Hatta bazıları vardır ki zihinsel ve duygusal anlamda yok olmuşlardır ama onların bu durumları henüz resmi anlamda anons edilmemiştir. Bazıları ise  ölümü, hatta daha kötüsünü hak eder: Unutulmayı..  Ancak iyi ve tatmin edici bir hayata sahip olmak bir ayrıcalıksa eğer, misyonunu tamamlamış bir hayatın içinde yapabileceklerinin en iyisini ve idealini yapan kişi kim olursa olsun unutulmayacaktır. Umut içinde bekleyen bir ruhu ne tatmin edebilir ki? Sevdiğiniz veya hiç tanımadığınız birinin sizin yüzünüzden bir an için bile olsa mutlu olduğunu bilmek beklentileri karşılayabilir ve böyle bir noktaya gelmek bu hayatı hak etmektir. Ancak amacını kaybetmiş ve böylelikle bu evrende kaybolmuş birinin hayatı hak edenlerden biri olması ise olanaksızdır. Bunu anlamak ise herkes için bir dönüm noktasıdır.
Eğer her birimiz bir gün, niçin burada olduğumuzun veya olmadığımızın cevabını öğrenebilseydik,  buna daha sağlıklı bir cevap verebilirdik.  Ama bunun anlamını hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Çünkü yaşanılan talihsizlikler ve çaresizlikler söz konusu olsa da, burada olmamız için mantıklı ve anlaşılabilir bir nedenimiz yoksa, olmamamız içinde mantıklı bir cevabımız yok demektir. Ama yolun sonunda Meksikalı devrimci Panco Villa’nın son anlarında söylediği şu sözler gerek bu yazının gerekse hayatımızın bir özeti gibidir.”  Böyle bitmesin, önemli bir şeyler söylediğimi söyle herkese.”

 

 
Toplam blog
: 27
: 292
Kayıt tarihi
: 11.04.13
 
 

İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi İkitisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden 1986 yılında mezun oldum..