Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ağustos '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bu kez de “incir toplamak” bahaneydi.

Bu kez de “incir toplamak” bahaneydi.
 

Sevgiler, incir yeşilinden yansıyan mavilerle..


Talip Abi telefonunu açıp da “Alo” der demez, büyük bir keyifle “Nerdeyim biliyor musunuz?” diye sordum. O da son derece makul ve mantıklı bir şekilde “Ankara’da mısın?” dedi. Oysa sesimdeki tını, sanki az sonra buluşuverecekmişiz gibi olmanın getirdiği bir keyfin değil, yaptığım zıpırlığın keyfinin tınısıydı. Nerden bilebilirdi ki ben onu incir ağacının tepesinden arıyorum.

Aslında ağacın tepesinden telefon açmak gibi bir fikir yoktu aklımda, ne olduysa dilimin ucuna geliveren türkü yüzünden oldu. Ağacın tepesinde bir yandan incir toplayıp bir yandan da “Meşeler gövermiş varsın göversin” diye türküye başlayınca, aklıma “Göcekler Güverince” arkadaşım geldi. Onu aradım hemen. Sonra da hazır havalara(!) çıkmışken Talip Abi’yi de arayayım dedim. Ve keyifli sohbetimizin ardından incir toplamaya devam ettim.

Kaç aydır işte bugünü hayal etmiştim ben. Yok, ağacın tepesinden telefon açmayı değil, incir toplamayı. Arkadaşım Ayten’le ilk konuştuğumuzda, O; “Ağustos sonu gidelim, incirler ancak olur.” demişti de ben; “Amannn o zamana bir daha gideriz.” demiştim. Oysa değil iki kez gitmek, neredeyse bir kez bile gidemiyorduk. Bu cuma öğleyin işten çıkıp ki öğleden sonrası için izin almıştık, bir telaşla yola koyulduk. Ayten’lerin evine; Buca’ya gittik. Onun arabasıyla gidecektik ve benim kullanmamı istedi arkadaşım. Usta şoför mü olmuştum ne? Hemen eşyaları yerleştirdik ve annesiyle birlikte üç kişi yola koyulduk ama ben ilk kalkışta arabayı iki kez stop ettirdim. Bütün havam gitti. Daha önce hiç reno kullanmamıştım ve arabayı daha çok eniştesi kullanıyordu ki bilenler bilir kadın-erkek farkı oluyor debriyajda, öyle değil mi?

Yolda şarkılar tuttum yine, “Bana esmeyi anlat” diyordu, İlhan Şeşen. Ve Nilüfer’in o çok eski şarkıları; “Kim derdi ki seninle bir gün ayrılacağız/ Ben ve yenik yüreğim yalnız mı kalacağız” ya da “Erkekler ağlamaz sil gözyaşını” diyen. Beni aldı geçmişe savurdu. Geleceğimizde Ayten’lerin köyü vardı; vardık sonunda. Tertemiz bir Çerkez köyüydü; Manisa’nın ilçesi Akhisar’a varmadan on kilometre öncesinde sola saparak ulaştığımız; Yeniosmaniye; Yeniçerkezköy. Evet Çerkez’di arkadaşım. Köyüne vardığımızda bizi lokma kokusu karşıladı ama durup alamadık.

Büyük halanın ardından kalan evi almışlar ve hem kullanmak hem de kendilerinden sonra kalanlara bırakmak üzere bakıp onarmışlardı. Öyle kıymetliydi ki ev, en küçük torun, “Dede bu ev bana yakışır değil mi, bana bırakın” diyerek şimdiden sahiplenmişti. Alabildiğine sade, alabildiğine az eşyalı ve üç aileyi çoluk çocuk barındırabilecek kadar da kullanışlı bir evdi. Hani damında, benim yaşımdakilerin dokuz kiremit oynadığı kiremitlerden olan evlerdendi. Alçak tavanlı, üç odalı bir ev. Hiçbir şeyi değiştirmemişlerdi de pembeye boyamışlardı o yıllardır sevgiyle el değen kapıları, camların çerçevelerini. Benim aklım pembenin altındaki yeşilde kaldı... Önündeki bahçede geniş bir alan ve yıllanmış bir zeytin ağacı vardı.

İlk gün eşyaları yerleştirir yerleştirmez, yemek işini de annesine bırakıp ki yemek yapmak kesinlikle “anne” işiydi, incir toplamaya gittik. İşte o gün aradım Talip Abi’yi. Geri dönerken komşuların tarlalarından biber topladık; çok ısrar ettiler, kavun verdiler “eve götürün” diye, hem de kestiklerinden ikram ettiler. Akşama nedense yorulmuştuk yine de minik patiklerden birkaç tane yaptım; Galatasaraylısı’nı da yaptım, Fenerbahçeli (Sevgili Ahmet Balcı’nın oğlu; Ertuğrul Ata’nın kulakları çınlasın. Peki sevgili Yusuf senin de; nasıl da anlamıştım ama FB’li olduğunu) ve Beşiktaşlısı’nı da.(Oğluşum Beşiktaşlı, bir de Orhan Baba) Uçları dantel oyalı uçuk sarı çarşaflar serdiler sonra yatağıma gel de mışıl mışıl uyuma. Sabaha uyandığımızda masmavi bir gün karşıladı bizi, bütün gün o maviliklere bulandık biz de. Zeytin ağacının altında yaptığımız kahvaltı sonrası, el işlerimizi yaptık, Ayten de benim için bir yemeniyi oyalıyordu; kenarını kıvırıp dikmemi beğenmese de. Yemeklerimiz anneden, bulaşıklar ve kahveler de evin kızındandı. Ben? Misafirdim. Evin önünü hortum takıp yıkadım mı suyla mı oynaştım bilmem, az biraz yardım ettim işte. Çiçekleri de suladım biraz da arkadaki ağaçları. Akşamüzeri tekrar incir toplamaya gittik, dönüşte getirmek için ve birkaç arı birden sokuverdi elimi. Öyle acıdı ki; “Bir doktor yok mu?” diye bakındım etrafıma, vallahi de billahi de yoktu. Hoş, olsa ne olacaktı, dokunarak iyileştirecek değildi ya. Şimdi yazdıklarım biraz bozuksa(!) hep o arının şişirdiği sağ elim ve kolum yüzünden. Geri dönerken merhabalaştığımız köylüler, arının “hoş geldin” dediğini söylediler, sevindim(!) ben de.

Akşam üzeri yine suladık ağaçları ve sonra ilk gün kokusu aklımızda kalan lokmalar geldi. Bir başkasının hayrı olmuştu bugün de. Güzel bir çay demleyip, yıldızların altında içtik. Yıldızlar saçlarımıza takılı kaldı sonra, Ayten’le uyumak üzere uzandığımız yerden yaptığımız sohbeti ışıttılar. Gecenin geçine kadar konuştuk da bitiremedik; “hadi artık uyuyalım" deyip deyip konuştuk; bütün suç saçlarımıza takılı kalan yıldızlardaydı.

Bu sabaha geç uyanmamamız için hiçbir neden yoktu. Biz de öyle yaptık. Üstelik erken kalkan “anacığım” çayımızı demlemişti. Ayten annesine daha çok, sevgisini yüklediği sesiyle “anacığım” diyordu. Ya babasına ne demeli; günde iki kez karısına telefon açan ve bizim “ne oluyor bu yaşta” deyip takılmamız olmasa daha sık arayacak olan babasına? Evliliklerinin ellinci yılının dolmasına iki yıl kalmıştı ve “bakmayın böyle olduğuna, gençken böyle değildi” diyen anacığının gözlerinin içi gülüyordu telefonda konuşurken.

Daha nice yıllara olsun anacığım, nice yıllara. Ve daha nice yıllar “anacığım” desin sana Ayten, sevgiyle, maviyle.

Oradan ayrılmadan, tekrar zeytin toplamaya gelmek üzere sözleştik ve arabaya bindik, vedalaştık uğurlamaya gelen komşularla ama araba bu sefer hiç çalışmadı; “tık” yoktu. Hemen birilerine telefon açtı arkadaşım ve gelip baktılar; o küçük yerin vefalı sahip çıkışıyla. Meğer şarj dinamosunda bir sorun varmış; yani ben usta şoförmüşüm. Sevindim işte ne yapayım, kadın aklımla(!) mutlu oldum.

Onlardan ayrılıp evime gelirken, "anacığım"ın dün gece yaptığı zeytinyağlı taze fasulye, Çerkezköylü köylünün verdiği kavun ve topladığımız incirlerle kucak dolusu sevgiler doldu evime; maviyle.

 
Toplam blog
: 210
: 3227
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

Yazmak... Öyle güzel, öyle hoş ve öyle derin bir eylem ki!.. Olmazları bile oldurabiliyorsun. "Ke..