Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Eylül '07

 
Kategori
Ruh Sağlığı
 

Bu kimin zamanı?

Bu kimin zamanı?
 

Sabahları uyanıp sıcacık yataktan kalkabilmek zor iş.
Uyanabilmek için cep telefonumun saatini ayarlıyorum akşamdan . Başucumdaki komidinin üzerine , yatmadan önce okuduğum kitabın yanına koyuyorum genelde telefonumu. Tik-takları duyulmayan cep telefonumun saati (duvar saatlerinin, guguklu saatlerin, tıkırdayıp duran masa saatlerinin kullanımı yaygın olsa da hâlâ , biz zamane çocukları çağa ayak uydurduk ve yanımızdan bir an bile ayırmadığımız cep telefonlarıyla yatar olduk epeyce bir zamandan beri ) zamanı geldiğinde alacakaranlıkta dıt-dıt ötüyor her sabah. Şaşmaz bir dakiklikle ve dahası acımasız bir nöbetçinin soğukkanlılığıyla , alaycı alaycı ötüyor.

Sanki, biz bilmiyor muyuz sabah erkenden uyanmamız gerektiğini ; sabahın o tam aydınlanmamış havası içinde koşturup nefes nefese kalarak , egzoz dumanlarını soluya soluya işimize yetişmezsek sıkıntılarla karşılaşacağımızı ? Şefimizden, patronumuzdan ne kadar hoşlandığımız malum ; bunları bilmemiz yetmiyormuş gibi bir de yatmadan önce bütün bu olabileceklerin ihtimal listesi aklımızda sıralanmaya başlayınca, gecenin keyfi kaçıyor haliyle.

Ama en kötüsü belki de, o donuk, emredici sesin uykuyla yüklü odanın içinde yankılanmaya başlayacak olmasını bilmek …İşte bu düşünce, yatmadan önce aklıma her gelişinde bir matkabın sivri ve döngülü ucu gibi batıyor tam kalbime.

Halbuki uykuya dalmadan önce sakin ve huzurlu olmalı insan ;tasalardan mümkün olabildiğince arınmaya çalışmalı. İç karartıcı ve biz daha uykuya daldığımızı bile anlayamadan gelip rüyalarımıza sızarak bütün bir gecenin cehennem azabı gibi geçmesine , uykularımızdan çığlıklar atarak kan -ter içinde uyanmamıza neden olan bütün kötü düşünceleri uzaklaştırmamız gerekiyor aklımızdan. Bunu başarabilenler sabahları kendilerini daha iyi hissedip güne güzel bir başlangıç yapma fırsatını da yakalamış olabilirler böylelikle.

Neyse…Biz asıl konumuza dönelim.

Gecenin sonunda , kalkma vaktim geldiğinde ötmeye başlayan cep telefonumun bir özelliğinden ve bu özelliğin benim dünyamda bıraktığı izlerden bahsetmek istiyorum şimdi.

Erteleme … Zannedersem bütün cep telefonlarında bu özellik mevcut. Sabahın köründe , teknoloji harikası bir “alet”le giriştiğim tuhaf iletişimim macerası diye adlandırabileceğim bu sabah “güreşi “ ve bu güreşte her zaman yenilen pehlivanın yine ben olduğumu hatırlayarak anlatıya devam edebilirim .

Yatağımın uykuya bulanmış , beni kendimden geçiren bir kokusu var ve içime çektikçe, yastığımdan , yorganımı sarıp sarmalayan yumuşak dokulu yorgan kılıfımdan , gece boyunca dönerken altımda hafifçe toplanmış ütülü çarşafımdan yükselerek dört yanımı sarıp sarmalayan işte bu koku , sanki saatin çalmasıyla birlikte anlaşılmaz bir şekilde yoğunluğunu arttırak beni daha da cezbediyor her sabah . Vucudumun ısısıyla ısınmış yatağımın içinde o doyumsuz lezzet vucudumun her uzvuna sıvanırken , tam da bu arada , bu huzur ve mayışıklık cennetinin dingin sularında usul usul yüzdüğüm sırada, birden , tedirginlikle beklediğim ama gerçekleşmesini hiç istemediğim o donuk ses… ”DIT-DIT-DIT-DIT…”

"Tanrım bu an bozulmasın … Biraz daha uyumak istiyorum .Uzun bir gece, bu kadar çabuk geçip gitmiş olamaz ! Yorgun bedenimin kemikleri hâlâ sızım sızım sızlıyor, adelelerim kıyım kıyım kıyılıyor ! “

Ses aralıksız ve sinir bozucu temposuyla yükseldikçe yükselir. Ritm bozulmaz ve telefonun susacağı yoktur artık . Uykuya geri dönüş imkansızdır bu ses kesilmedikçe ; ağır ve dolgun peteklerden damlayan koyu kıvamlı bal damlaları gibi gözlerimden damlayan uykuyu devam ettirebilmek amacıyla elim , sinirli , hızlı bir devinim ile komidinin üstünde ötüp duran telefonu bulur ve kavrar. Bir tuşuna dokunmak yeterli gelecektir uykuya tekrardan dalabilmek için. Yarı açık gözkapaklarımın aralığından gördüğüm cep telelefonumun fosforlu ekranı bir an için nefret edilen bir eşyanın canlı simgesi oluverir gözümde .Sinirli bir dokunuşumla telefonumun sesi kesiliverir. Sorun kökünden , en derininden halledilmiş gibidir şimdi. Mutlak sessizlik hakimdir yine odamda.Aldatıcı bir huzurun kollarında uyku ile uyanıklık arasınada salınımım devam ederken birden, derin uykuda olmadığımı anlarım .Ses büyüyü bozmuştur artık. Şimdi bir inatlaşma faslı başlamıştır gerçekte.

Tam beş dakika sonra tekrardan çalmaya başlayacak olan telefonumun sessiz ve zorunlu iteati karşısında zafer kazanmışcasına bir “beş dakika “ daha vardır şimdi bana ait olan. Bana ait olan diyorum ama aslında kimindir bu beş dakikalık zaman dilimi ? Kimden çaldığımı da düşünmedim değil doğrusu . Bütün bir geceden bile daha kıymetli bu beş dakikanın kime ait olduğunu bir türlü anlayamamıştım ilk başlarda. Tamamıyla bana ait olsa bu zaman dilimi, neden garip bir hırsızlık işine kalkışayım ki ? İnsan kendisine ait olan herhangi bir şeyi (ne olursa) çalmak gibi bir eyleme neden kalkışsın Yok, bana ait değilse bu zaman dilimi , kime aittir peki?

Bu kısacık ama tadına doyulmayan zaman dilimi emeğimi verdiğim, karşılığında para aldığım patronlarıma aitti galiba. Nasıl olabiliyor böyle bir şey ? Cevabı apaçık duruyor işte karşımızda:

Bir insan eğer sabah belli bir saatte iş başı yapıyorsa , çalıştığı iş yerine gidebilmek için yolda geçecek olan bir zaman dilimi de var demektir ve bu yolda geçen süre , iş yerine olan mesafesiyle yakından alakalıdır . Örneğin iş yerimizle yatağımız arasındaki mesafe uzaksa doğal olarak çok daha erken ayrılmak zorunda kalacağızdır yatağımızdan ve tatlı rüyalarımızdan.Yakın olanlar şanslı sayabilirler kendilerini bu konuda. Yatağımızdan kalktığımız anda , böylelikle , aslında bize ait olan bu zaman dilimi bir anda uçuvermiş olur elimizden. Evet belki de ben bu gerçeği kavradıktan sonra sabahları yatakta biraz daha yatma isteğim fazlalaştı. Buradaki ayrıntı bence çok önemli.

İşte bu doyumsuz beş dakika , ayrıcalıklı kullanım hakkını ve kendisine nasıl davranılması gerektiğini yine belli ölçülerde bana bırakarak beni bir yanılsamanın içine çekmekte hiç zorlamadı. Çünkü ben gönüllüydüm ; tartışılabilir cömerliğini benden esirgemeyen bu beş dakilaya karşı olan zaafım, fazlalaştıkça fazlalaştı giderek .

Cömert dediysem ipleri tamamen benim elime de bırakmıyor hani. Sınırlanmış olduğu için, beni belli bir gerginliğe doğru sürüklediğini söylememe bile gerek yok ; hele sınırlanmış zaman dilimimimin sonlarına doğru çektiklerim…

Hayır, itiraf etmem gerekirse yalan söylemek hiç de doğru bir davranış değil. Bu kahredici bir durum, onu olduğu gibi kabullenmek mi? Haydi canım …Ondan nefret ediyorum aslında. O, beni kendine tutsak eden , beni yalvartan, yatağımda süründüren, türlü işkenceler çektiren acımasız bir hain . Ondan nasıl sevgiyle bahsedebilirim, utanmalıyım kendimden . Gün geçtikçe beni kendine tutsak etmeye çalıştığını biliyorum. Ona bir köle gerek aslında. Kendine muhtaç ettiği, avucuna düşürdüğü bütün zavallı ucubelerine kıs kıs gülüyor içinden, biliyorum. Biliyorum ama kendimi bu rezillikten kurtaracağım yerde ben ne yapıyorum dersiniz? İşte tam burada, bu satırlar, utancımı biraz daha arttırırken anlatmaktan başka bir şey de gelmiyor elimden.

1.ertelemenin bittiği noktada , telefonum yeniden çalmaya başladığında, yatağımdan fırlamak yerine ne yapıyorum dersiniz? Evet, en kötüsünü, bir uyuşturucu bağımlısının, sefil, perişan olmuş müptezel bir hint fakirini kendimle kıyasladığımda o hint fakiri sefilin , birgün Ganj’ın sularında ruhunu arındırabilmek gibi bir şansa sahip olabileceğini biliyorum; benim ise durumum daha vahim görünüyor gözüme.

2 . haydi, çekinmeden söyleyeyim de olsun bitsin ; 3. değil 4. ertelemenin sınırına dayanmış bir haldeyim şimdi .Bana ait olmayan bir zaman diliminin esiri oldum .Elimden zorla alınmış bir zaman dilimini sahiplenmeye çalışıyorum ümitsizce . Belki de gizliden gizliye bir başkaldırışın tohumlarını yeşertmeye çalışıyorum içimde kimseye belli etmemeye çalışarak . Şöyle mi haykırmam gerek :" Madem ki bu hayat benim , o zaman hayatımın bütün anları bana ait olmalı !!! "

İşte en keskin tarafı , beni yaralayan , parçalayan tarafı hayatımın. İsyankar bir özelliğimin üzerini güzelce örterek yapmak istediğini yapamayan ve dahası, acınası bir zaman dilencisinden öteye gidemeyen, sabahkları yatakta can çekişecekmiş gibi dönüp duran biriyim ben aslınada .

Yazdıklarımı okuyup beni iradesi zayıf biri zannettiyseniz yanıldığınızı söylemem gerek. Kararımı verdim . Esasen, bu duruma bir son vermek niyetindeydim uzun zamandır çünkü böyle giderse herşey alt üst olabilir. Mesela , geç kalmışlığın acelesiyle koştururken, bir sabah karşıdan karşıya geçerken, bir trafik kazasına kurban gidebilirim. Bu en uçta olan bir örnekti ama daha kuvvetli ve gerçekleşme olasılığı fazla olan bir ihtimal ise geç kalmalarım yüzünden işten çıkarılabilirim pekala . Çünkü bunun belirtisini geçen sabah işe geç kaldığımda Müdür Bey 'in yüzünde görür gibi olmuştum: Kara bulutların gezindiği ve sinirden titreyen yüzünde tehditkar bakışlarının ne anlatmak istediğini kavramam pek güç olmamıştı hani .

Evet , işe geç kaldığım zamanlarda üzerime abanan o rahatsız edici gerginliği ve ezikliği duyumsamak istemiyorum artık . İşte bu kötü ve hayatımı alt üst edecek ihtimallerden kurtulabilmek için bu günden tezi yok telefonumla uyanmaktan vazgeçeceğim. Beş dakikanın muhasebesini yapmak istemiyorum artık ;kimsenin beş dakikasına kalmadım . Sıcak yatağımdan "zamanında" kalkarım ve işime " zamanında" giderim ; sorun hallolmuş olur .

 
Toplam blog
: 2
: 477
Kayıt tarihi
: 22.09.07
 
 

Merhaba... 1968 yılında Çorlu da doğdum ve hala burada yaşıyorum. Günümüz insanının tıkanmışlığını y..