Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Kasım '12

 
Kategori
Siyaset
 

Bu nasıl bir akıl tutulmasıdır?

Son günlerde farklı siyasi platformların yaptıkları toplantılarda genellikle konular “Türkiye nereye gidiyor?” şeklinde.

Herkes gibi ben de çoğu zaman soruyorum ama bir farkla.

“Türkiye nereye gitmek istiyor?

Türkiye nereye gidiyor dediğiniz zaman, sanki hiçbir etki, yönlendirme ya da planlama olmadan, “bu otobüs nereye gidiyor” türünden bir soru ya da algılama söz konusu olur ki, gerçek böyle değil.

Bugün Türkiye’yi yöneten bir iktidar var ve Türkiye, bir yerlere gidecekse siyasi iktidarın belirlediği, hedeflediği yöne ve yine iktidarın belirlediği hız ve araçlarla gidecek!

İktidarın böyle bir soruyla, kamuoyunun aklını karıştırması ve sorunun muhatabıyken, soru soran konumuna gelmesi tamamen bir yanıltma, hedef şaşırtma ve sorunlardan kaçış taktiğidir.

Örneğin şu soruların cevabını ne muhalefetten, ne de kamuoyundan bekleyebilir miyiz?

Türkiye AB hedefine ulaşmak istiyor mu?

İktidar Kopenhag kriterlerinin gerçekleştirilmesi konusunda ne kadar samimidir?

Türkiye’nin şu an en yaşamsal sorunu olan terörün önlenmesi için hükümet ne yapmak istiyor?

“Kürt sorunu yoktur” diyerek geçmişte yaptığı açıklamalarla çelişen Başbakan, açlık grevlerinin sonlandırılması için adım atmak yerine, taleplerin karşılanma şansı varken niye işi yokuşa sürüyor?

Bu soruları çoğaltmak elbette mümkündür.

Son yapılan kurultayında MHP açık tavrını koydu, neredeyse ülkede Kürt yoktur noktasına geldi.

CHP, kimi zaman kamuoyu baskısıyla çözüme katkı yapmak ister gibi görünürken, partinin derinlerinden gelen o bildik direnç ve ittihatçı zihniyetin etkisiyle ikircimli tavrını sürdürüyor.

BDP nin ne yapmak istediğini doğrusu ben anlamakta zorlanıyorum.

Ama önemli olan muhalefetin değil, Türkiye'nin yönetilmesi ve yurttaşlarının yaşama hakkının korunmasından birinci derece sorumlu olan iktidarın ne yapmak istediğidir.

Her ne kadar Başbakan yine çılgın projeler yarıştırmak, halkın kafasını karıştıracak yeni açılımlar yapmak gibi tuhaf ataklarını sürdürse de, FITCH Türk ekonomisinin kredi notunu 20 yıl sonra “yatırım yapılabilir” seviyeye yükseltse de, İstanbul’ a üçüncü hava limanı yapılsa, tüm yurt duble yollarla örülse de Türkiye ne yazık kendi halkına zulmetmeye devam ediyor.

Bir yanda Başbakan, siyasi tarzları kimilerine göre yanlış görünse de demokratik yöntemlerle parlamentoda grup kurmuş bir siyasi partiyi yok saymak, minder dışına atmak için çabalarken, öbür taraftan ya Meclis Başkanı, ya Bülent Arınç, ya da Adalet Bakanı, Kürt sorununun çözümü ve açlık grevlerinin bitirilmesine yönelik olumlu mesajlar veriyor.

Tutuklu ya da mahkum da olsalar, varsayalım ki, birilerinin yönlendirmesiyle davranıyor da olsalar; insanların yaşamı üzerinden siyaset yapmak, her gün biraz daha ölüme yaklaşan bu çaresiz insanları samimiyet testine tabi tutmak tek kelimeyle vicdansızlıktır.

Tüm bu yaşananlara karşın toplumda öyle bir kesim var ki; hem iktidarı kıyasıya eleştiriyor, hem açlık grevindeki mahkumları hainlikle, onları destekleyenleri şov yapmakla suçluyor.

Oysa mahkumların son çare olarak başvurdukları, benimde kabul etmediğim bir yöntemle uyguladıkları mücadele biçimini, açlık grevlerini sorgulamak yerine; iktidarın kendilerinden istenen taleplerin kabul edilebilir olanlarını açıkça, net biçimde, hükümet kararı olarak niye açıklamadıklarını sorgulamak daha doğru, daha insani olmaz mı?

Yarın ölümler, telafisi mümkün olmayan kalıcı rahatsızlıklar, sakatlıklar oluşursa; tüm bunların sorumlusu kim olacak?

Bu duruma tepki olarak yeniden eylemler, protestolar başlar ve ülke bir kan gölüne dönüşürse ayrımsız hepimizin vicdanı sızlamaz mı?

İnsan yaşamı bu kadar mı değersiz?

Vicdanlarınız bu kadar mı sağır?

Bu ülkede yaşayan, bu coğrafyada yüzyıllardır acıları da, sevinçleri de ortaklaşmış insanları, eşit birer yurttaş olarak kabullenmek, barış içinde, bir arada yaşamak, bu kadar mı zor?

Ölüme karar vermek, yaşamdan vazgeçmek kolay mı sanıyorsunuz?

İnsanın inandığı çok önemli değerlerin olması ya da insanlık onuruna yönelik çok ağır baskıların olması gerekir ki, yaşamından vazgeçsin, ölüme yatsın.

Neyi talep ediyor bu insanlar?

Ana dilde savunma hakkı, Abdullah Öcalan’ın tecritinin kaldırılması ve ana dilde eğitim hakkı.

Adalet Bakanlığı, anadilde savunma hakkıyla ilgili bir hazırlık yaptı ve her an meclise gelmesi bekleniyor.

Abdullah Öcalan’ın ailesi ve avukatlarıyla görüşebileceği, en yetkili ağızlar tarafından açıklanıyor. Uzun vadede ana dilde eğitimin yolunun açılabileceği yine iktidar kanadında zaman zaman dillendiriliyor.

Bütün bu gelişmelere karşın eğer açlık grevlerinin bitirilmesi konusunda iktidar somut bir adım atmıyorsa, bu durum onların hanesine yazılacak bir utanç belgesidir.

Ama geniş halk yığınlarının böylesine yaşamsal bir konuda sessiz kalmasının, akıl tutulmasından başka bir izahı var mıdır?

AYHAN ONGUN(Gazeteci-Yazar) ayhanongun@gmail.com

 
Toplam blog
: 396
: 168
Kayıt tarihi
: 13.01.10
 
 

Barış içinde, birlikte yaşayabilmek adına insan ve emek odaklı paylaşımlardan yanayım.   Öğretmen..