Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Ekim '13

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bu paket patlardı; eğer ki...

Okurlarımdan biri sormuş: Sizce demokrasi paketi nasıl olmalıydı diye…

Hiç düşünmeden ağzımdan değil de aklımdan ilk çıkan: Dokunulmazlıkların kaldırılması!

Demokrasinin ilk adımı bu olmalıydı…

Bu olmalıydı ki insanlar eşit varlıklara sahip olamasalar da eşit haklara sahiptirler inancı yerleşmeliydi.

Hukuk, demokrasinin olmazsa olmazıdır; hukuk sisteminin yaralanan güvenilirliğini geri getirmek ve gerçek demokrasi anlayışının istendiğinin en büyük kanıtı “Dokunulmazlıkların kaldırılması”ydı, tıs yok!

Bu kadar iddialı bir demokrasi paketinde seçim barajının sıfır olması beklenirdi, o da yok!

Bu iki madde hayata geçirilmedikten sonra ne demokrasiden ne de demokrasi paketinden konuşmanın anlamı var!

******

İsmi “Demokrasi Paketi” olan açılımın kimlere neler getireceğini, kimlerden neler götüreceğini irdelemekte fayda var; seçim sistemi için ortaya konan seçeneklerin, aslında, ille ki bir başka alternatifi var, lakin AQP ancak üç alternatif sunuyor. Oysa demokrasilerde çareler tükenmez! Maksada göre elbet; sıfır baraj yerine sınırlı alternatiflerin ortaya konması da “Demokrasi” adı altında ne kolay çareler üretilebildiğinin bir göstergesidir; ister kendine yontarsın ister ahaliye…

Gerçek anlamında ise demokrasinin var olduğu ülkelerde her bir soruna bir çare mutlaka vardır anlamındadır da, bizim gibi ülkelerde “kitabına uydurmak” konusunda “maymuncuktur” demokrasi!

******

Bana göre en tehlikeli madde olan “Nefret Suçu” konusunda yazmıştım; minik bir özet cümle kurarsam: İsteyen yetkili istediği yetkisizi istediği an hapse yollar!

Bu kadar açık, bu kadar basit!

******

Türban konusuna gelince… AQP’nin ilk yıllarında, cumhurbaşkanımızın ilk seçildiği zamanlarda ne kadar üzüldüğümü anlatamam; yıllardır ihracat nedeniyle dünya ülkeleri ile ilişkilerim Türkiye Cumhuriyeti’nin Atatürk düzeyindeki Türk kadınının ne kadar bilinçli, açık fikirli olduğunu kanıtlamamla geçti; çalıştığım İtalyan ve Yunan şirketlerinde başarılarım “Avrupa standardında çalışıyor, öyle düşünüp, hareket ediyorsunuz; yoksa Osmanlı’dan gelen Türklerden değil misiniz?”

Evet, beni önemsiyorlar, takdir ediyorlardı; hangi emek harcayan takdir edilmek istemez ki?

Bir de maddi olarak takdirlerini ifade ediyorlardı ve en önemlisi yetkili kişi olarak danışıyor, onlar için çok önemli bir sevkiyat için “Elimde şu işler var, mümkün değil hepsi bir arada olmaz!” dediğimde işimden olmak yerine iş bilincime saygı duyuyorlardı; zira biliyorlardı ki yapılabilecek ne varsa sonuna kadar zorlardım!

Sırf patronları memnun etmek için ise müşterileri riske atamazdım!

Ya da “Yaparım efendim!” deyip de yapılamayacak işlere kalkışıp da hata üstüne hata yapmazdım.

Tüm bunlardan dolayı hep alkış gördüm; her alkış bir tokat gibi de geldi!

Gerçi, en büyük tokatları Osmanlı’dan gelen Türk’lerden yedim! Ne Kadar başarılı olursam olayım, ille de kendi yerinden korkan birileri tarafından itelendim, örselendim…

Kulisler yapıldı, alaylar edilip, bilgisayarımdaki veriler silindi gizlice, kaç defa…

******

Yılmadım!

Haa, Türk patron ya da yetkililerden görmediğim alkışı, desteği yabancılardan gördüm ama Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına asla halel getirmedim; keşke dedim hep, “keşke her Türk vatandaşı Atatürk’ün vizyonunu benim kadar anlasa…”

Ne diyordum, türbanlı eşleriyle temsil edilen T.C. yönetiminden dolayı çok utandım!

Yalan diyemem, ilk duyduğum duygu buydu!

Öncelikle kendim için, Atatürk için, sonralıkla diğer ülkelere verilen mesaj için…

Bir çırpıda harcanan emeklerim için…

Fesli-feraceli, efendime söyleyeyim, şalvarlı bir Arap ülkesi değildik; şeriat ile yönetilen bir devlet hiç değildik!

Türkiye Cumhuriyeti’ydik arkadaş; laiktik!

Devlet işlerinde din figürü olamazdı… Olmamalıydı…

******

Bir eşarp vardı bildiğimiz, bir tülbent; köylü kadınlarımız saçlarını korurlardı ateşten, çalı-çırpıdan; bir de kara çarşaf vardı… Sokağa çıkarken üstüne geçirilen… Çok nadirdi kara çarşaf, aklımda kaldığınca daha çok dul kadınlar geçirirlerdi üstlerine sokağa çıkarken ya da yokluk dönemlerinde en ucuz bulunan kumaştı da siyah önlük gibi kullanılırdı…

Türban bizim için bir çeşit şapka gibiydi; ailede ve etrafımızda yoktu ama hafif bir şal başa dolanılırdı, şıktı, başın en üst bitiminde ya da arkasında şık bir toka ile toplanırdı.

******

Ne olduysa sonradan oldu: Bir tesettür modası başladı; saç bitimlerine filmler, şeritler takıldı. Saçlar tepede toplanıp, üstüne külah gibi bir şeyler oturtulup üzerine bağlama şekilleri ile mesaj veren ideolojiler takıldı!

Şöyle bağlayan şu taraftan, böyle bağlayan bu taraftan gibi, normal insanların anlayamayacakları bir dilden konuşulur oldu; biz bu dilleri anlayamadan bir baktık ki etrafımız tesettürlülerle doldu!

Tesettürlü hanımlar ipek gibi sesleriyle sakin-sakin konuştular; komşuları ile ille de yakın olmak istediler; hediyelerini ellerine alıp ziyarete gittiler.

İpek sesleri ile Cuma toplantılarına davet ettiler… Gelmeyenlere kırılmadılar, yine ziyarete gittiler, yine ipek sesleri ile davet ettiler…

Gidenler bir süre sonra kapandılar ne hikmetse, ne hikmetse bir de altlarında son model arabaları vardı; yıl 1990 gibi, yer İzmir’in Karşıyaka’sı; gerisini siz düşünün!...

******

Öyle çok tepki aldı, öyle çok şikayette bulunuldu; türban ille de kazandı!

(Niye bazı yerler ayrı tutuldu diye de tartışmalar çıkacak ve oralarda da türban kullanılacak!)

Türban, normal şartlar altında, Türkiye Cumhuriyeti’nin esas sorunlarından biri hiç değildi; ne olduysa son yıllarda oldu… Siyasi bir malzeme oldu, din yine devlet işlerine karıştı ve kadınlar yine erkek egemenliği altına girerek sözde özgürlük ister oldu!

******

Bir kadın olarak hangi ipek saçlı kızın saçlarını güneş ışığına göstermek yerine türban altına kendi isteği saklamaya çalıştığına inanayım?

Bir korku, bir zorlama, efendime söyleyeyim, bir örnek olmadıkça hangi kız saç diplerine film şeridi ya da kuşak sararak kafasına kumaş geçirir ki?

******

“Onlar özgür iradeleriyle tercihlerini yapıyorlar” diyenler; hangi genç kız kendi isteği ile böyle bir şey yapar?

Misal, hangi genç delikanlı aşık olmadan delikanlılığını tamamlar?

******

İnsanlık halleri vardır; her insanın başına gelir de kimi der, kimi demez!

Denilse de, denilmese de gerçeği değiştirmez; lakin doğruyu söyleyen ile yalan söyleyen pat diye ayrılır birbirinden!

İnsanların kendi aralarında şöyle bir ayrımları da vardır: Bir bölümü yaşadıklarının farkındadır, diğer bölümü hatırlamamayı tercih eder!

Başları, ruhları örtülü olanlar kendi gerçeklerinden kaçanlardır; belki de hep örtülü olsun isterler, bu yüzden!...

 

http/twitter.com/Gulgunkaraoglu

gulgun_2006@hotmail.com

 
Toplam blog
: 1269
: 1343
Kayıt tarihi
: 18.09.07
 
 

İzmir, 1963 doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce bölümü mezunuyum ve özel bir şirkette ..