Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ocak '10

 
Kategori
Tiyatro
 

Bu Treni Kaçırmayın: Ex-Press

Bu Treni Kaçırmayın: Ex-Press
 

http://www.devtiyatro.gov.tr/web/oyunlar/oyun0906.html


Tren…
Bir trene kaç hayat biner?
Bir trene kaç hikâye sığar?
Cevap: Vagon sayısı kadar… Belki de daha fazla…
Hayat üzerine yazı yazarken binlerce metafor kullanabilirsiniz. Ama tren, hayatı anlatmaya çalışırken kullanılan en başarılı metaforudur bence. Bunu yakın zamanda öğrendim. Tren üzerine bir öykü yazmaya başladım. Öyküyü yazıp bitirdim ama trenin bana söylettikleri bitmedi bir türlü. Bir öykü daha yazdım ve bir başka daha… Bir baktım ki rayların üzerinde yolculuğa çıkmışım. Hoşuma gitti bu yolculuk ve trenin peşine düştüm ben de. Tam da o sıralar devlet tiyatrolarında bir oyun sahneleniyordu. Dur, dedim kendime. Bu istasyonda bir müddet durmalı.
Durağın adı: Ex-Press.

Oyunun başlama saatine beş dakika vardı ama içeri girdiğimde oyun başlamıştı bile. Stüdyo sahnesi olduğu için koltuklar numaralı değildi. Hemen bir sandalye alıp boş bir yer aradım. Zaten küçük olan sahnede boş yer kalmamıştı. Arkalarda bir yere yerleştim sessizce. Hicaz makamında ud ve kanun atışıyorlardı birbirleriyle. Öyle bir atışmaydı ki, bizleri yatıştırıyorlardı bir nevî. Beş, on dakika ud ve kanun ile kalp ritmimiz yavaşlamış, oturduğumuz sandalyeye alışmış, dışarıda telaşlar içinde geçen hayat savaşımızı kapının önünde bırakmıştık. Sonra trenin düdüğü çaldı ve ellerinde bavullarıyla beş yolcu başladı anlatmaya…
Oyun şu sözlerle başladı;
“Bu oyunda yaşananların ve anlatılanların gerçekle ilgisi olup olmadığını hiçbir zaman bilemeyeceğiz.”
En arkada olduğum için sahneyi net bir şekilde göremedim oyun boyunca. Oyuncuların sadece yüzlerini gördüm, bir de hislerini…
Tiyatro aşığı biri olarak yıllardır pek çok oyun izledim. Ama ilk defa bir tiyatro oyununda ağladım. Ağlama konusunda hemcinslerimden farklı olarak biraz cimriyimdir. Bu yüzden en arka sırada izlemek bir avantaj oldu bana, şikâyet etmedim, rahat rahat yüzümü döktüm.

“Bir vagona sıkıştırılmışlar, doğudan batıya gidiyorlar. Geldikleri yer belli, dilleri, dinleri, kültürleri belli. Geldikleri yerden dışarı çıkmışlar, tamamıyla bırakmışlar sahip oldukları her şeyi, geride bırakmışlar. Penceresiz, ışıksız, havasız, gitmek istedikleri yeri bilerek, gittikleri yeri bilmeden gidiyorlar, havasız. Yanlarına aldıkları bavullarıyla, bavulların içine koyduklarıyla gidiyorlar. Bavullara sığdırılmış geçmişleriyle, doğunun kültürünü taşıyarak belleklerinde, batıya gidiyorlar. Korkarak gidiyorlar, umuda... Kendilerini beklemeyen batıya gidiyorlar. Doğudan korkan, doğudan gelenlerden korkan batıya. Batıya gidiyorlar yalnız, bir başına. Kaderleri ortak insanlarla birlikte, nereden geldikleri belli, yapmak istedikleri belli, nereye gidecekleri belli değil, kendilerini emanet ettikleri insanların insafına bırakmışlar.
Trene bindikleri yer ex oldu onlar için, onlar da ex oldular vatanlarına. Zora, baskıya, ısrara, açlığa, yokluğa karşı bir trene bindiler ve batıya yola çıktılar.
Her yolculuk gibi bu yolculuk da zor olacak, yolda kalanlar olacak. Katılanlar olacak, yeni şarkılar, yeni danslar, yeni hikâyeler eklenecek eski hikâyelere, ne kadarı gerçek ne kadarı kurmaca olduğunu bilmediğimiz hikâyelere...”

Erdal: Anneannesi ve onun anneannesi ve onun da anneannesi Adem’e kadar zeytin ağaçlarının köklerine doğup büyümüşler. O da köklerinin izini sürmeye binmiş bu vagona. Doğmamış kızına sürgün vermeye… Kızına, çeyizini, emanetini, anneannesinden alacağı zeytin gözlerini vermeye gidiyor.

Benian: Trende bir anne vardı, çocuklarından birini kaybeden. Bavulu yoktu o annenin elinde. Karnında taşıyordu koca bir dünyayı. Karnında taşıyordu ikizlerini. Birinin adı Doğu, diğerinin ise Batı. Ama Batı… Batı doğamadı…
Trende bir de çocuk vardı. Oynadığı saklambaçta annesini bulamıyordu bir türlü. Herkesi sobelemişti ama annesiyle babasını bulamıyordu, kapıların arkasında, sedirlerin altında, alt kattaki soğuk odada, kocaman beyaz kiraz ağacının arkasında, yok işte yoklar.
“Annem, adı değişse de ‘Anne’ deyince annem olduğunu anlar değil mi? Annenin adı değişir mi? Anne… anne… anneeee…”
‘Çamlak çömlek patladı nolur çıkın artık’
diye haykırmıştı. Ama kimse ortaya çıkmadı.
“Oyunum yarım kaldı, ailem yarım, yolum yarım, ben yarım kalmıştım” dedi ve bu vagondan indi.
Bir çocuk annesiz, bir anne çocuksuz kaldı.

Devrim: -Servet? -Buradayım. / -Roza? -Yok. / -Benian? -Burada. / -Erdal? -Buradayım. / -Murat? -Mevcut. / -Haluk? -Buradayım. / -Yıldan? -Buradayım. / -Devrim? Devrim?
Devrim?
-Nerdeyim? Anne; yok. Baba; rahat! Sen hazır olmasan da baba ben gidiyorum o yüzden rahat! Ben gidiyorum! Ben artık burada falan değilim! Mevcut da değilim! Çünkü aslında hiçbir zaman hazır olmadım, hazır olmadığım için rahat da olamadım.
Aklımda kalan, ya da aklıma kazınan cümlesi; “Baba rahat!”
Listelere sığmayan Devrim, listelerde duramayan! İyi ki o vagona binmişti ve iyi ki tek tek tekmeleriyle tüm bavulları yere indirdi. Ve en son hesaplaşmasında döktü bavulundakileri;
“Çeyrek asır bunu teyelledim ben, artık teyellerimi söküyorum, artık dikiyorum hayatı, sapasağlam, bembeyaz, duvağımdaki danteller kadar. Şimdi anlıyorum ki hayat suya kendini bırakmak gibi, güvenip kendini bırakırsan yüzersin, paniklersen boğulursun. Ben her şeyin en dibine vurup çıktım, şimdi su yüzündeyim bu vagonda.”

Servet: Zenginlik, mal, mülk, sahiplik, miras, zenginlik: Servet.
Adı Servet’ti ama onun tek serveti kendiydi. Babası tütün işi yapardı ve onlar da tarlada çalışırdı. Tarlada öğrendi hayatı ve onun bahtına düşen “sevgi”yi. Oysa annesi orada ona bir kez sarılsa, tüm acıları ve kederleri geçecekti. Ama ona kimse yüzünü dönüp sarılmadı, itti.
“Keyif bitkisi tütün bana acı katranını bıraktı, yıllardır keyif vereceği günü bekliyorum, içiyorum, elim, yüzüm, nefesim, gülüşüm her şeyim tütün acısı. Kahkahalarımla silemiyorum acı katranını üstümden.”

Murat: “Önce doğduğum şehri terk ettim, sonra yaşadığım şehri terk ettim, daha sonra çalıştığım şehri terk ettim, sonra yeniden yaşadığım şehirden kaçtım, kaçmasam vuracaklardı, depremden kaçtım, polisten kaçtım, hücreden kaçtım, ölümden kaçtım, aşktan kaçtım, baktım olmadı askere kaçtım, sonra askerden kaçtım, kaçmasam ölecektim.”
Yalnız Murat’la ilgili başka bir şey yazamıyorum, çünkü çok sıkıştım tuvalete gitmem lazım.


“Gerçek” olan bir paylaşımda –müzik, edebiyat, sahne sanatları ya da sanatın her dalı- verilmek istenen ya da anlatılan şey, anlatandan çıkıyor ve onu izleyeni sahnenin ortasına koyuyor bir anda. Anlatılan şeyi siz birebir yaşamasanız da, onun bir parçası oluyorsunuz. Eğer bu bir müzikse, her dinlediğinizde bir coşku, nereden geldiği bilinmez bir enerji dolar içinize. Bir kitapsa, başkarakterle bütünleşip, görmeseniz de onun dolaştığı sokaklarda yürüyüp, onun yediği yemeği yediğinizi hissedersiniz. Hatta o âşık olunca sizin kalbiniz çarpar. Tiyatro ise, karşınızdaki oyuncunun yaşadığı şeyi hiç yaşamasanız da, onun acısıyla gözleriniz dolar.

Tiyatrodan çıktıktan sonra oyun metnini aradım yana döne… Ama bir türlü istediğim bilgilere ulaşamadım sanal âlemde. İnternette oyun ile ilgili topladığım bilgiler şunlardı;
“TCDD Devlet Tiyatroları ve Avrupa Tiyatro Birliği tarafından organize edilen ‘Tiyatro Şark Ekspresi’ farklı dildeki tiyatro gösterisine ev sahipliği yapacak. Uluslararası bir tiyatro etkinliği olan Tiyatro Şark Ekspresi (Theatre Orient Express), Doğu ve Batı kültürlerini aynı sahnede buluşturacak. 14 Mayıs'ta, Devlet Tiyatroları'nın "Ex-Press" adlı oyunuyla Ankara'da başlayacak organizasyon, 19 Temmuz'da Almanya'nın Stuttgart kentinde sona erecek. Türkiye, Romanya, Sırbistan, Hırvatistan, Slovenya ve Almanya'nın istasyonlarında bu kültürlerarası olayın heyecanı yaşanacak. Ankara Devlet Tiyatrosu tarafından sahnelenen ve Proje Yönetimi: Mustafa Avkıran-Övül Avkıran’a, Metin: Şirin Aktemur Toprak’a, Dekor tasarımı: Ali Cem Köroğlu’una , Işık tasarımı: Yüksel Aymaz’a ait olan “Ex-press” adlı oyunun oyuncuları; Benian Dönmez, Devrim Yakut, Servet Pandur, Erdal Küçükkömürcü, Murat Çidamlı, Müzisyenler: Yıldan Dirik (Ud), Haluk Derinöz (Kanun)’dan oluşuyor.”

Ama esas istediğim bilgilere ulaşamamıştım. Düştüm işin peşine. En sonunda sahne amiri Ahmet Ceylan’la görüştüm. Ahmet Bey’in yardımıyla da oyun yazarı Şirin Aktemur Toprak’la görüşme şansım oldu. Adının yansıması olan Şirin Aktemur Toprak, Ex-Press oyununun yazım sürecinde yaşanılanları ve “Sahne Dergisi” ile yapmış olduğu bir röportajını paylaştı benimle.
“Projeye başlarken bilgi olarak elimizde, Doğu’dan Batı’ya gidecek bir tren vardı. Oyuncularıyla, şarkılarıyla, sözleriyle Doğu’dan Batı’ya göç edecek bir oyun olacaktı.
Ex-Press oyununun metni sadece bu proje için ve provalar sürecinde yazılmıştır. Dolayısıyla metnin oluşturulması, sahnelenmesi ve her şey çok yoğun, hızlı ve özel bir şekilde gerçekleşti. Belirlenen tema ve kavramlar çerçevesinde öncelikle oyuncularla tek tek provalar yapıldı. Bu tema ve kavramların oyuncuların hayatlarındaki karşılığı ve yaşadıklarıyla ilgili provalar yapıldı. Bu provalardaki bilgilerin hepsinin notları alındı. Prova bitiminde de hiç bekletmeden, hemen yazmaya başladım. Ancak oyuncuların yaşadıkları olayları ve anlattıklarını birebir yazmadım. Onların bilgilerini kaynak olarak alıp bu bilgileri değiştirip dönüştürerek yeni bir kurgu yaptım. Yani onların kendi hayatlarındaki hikâyelerinden yeni bir hikâye yazdım. Dolayısıyla bu öyküler tamamen ya da birebir oyuncuların öyküleri değil. Bu nedenle oyuna şu sözle başlıyoruz:
“Bu oyunda yaşananların ve anlatılanların gerçekle ilgisi olup olmadığını hiçbir zaman bilemeyeceğiz.”

Evet, bizler izleyici olarak, hiçbir zaman bu oyunda yaşananların ve anlatılanların gerçekle ilgisi olup olmadığını hiçbir zaman bilemeyeceğiz ama benim bildiğim bir şey var ki, en arka sırada izlediğimde oyuncuları ve sahneyi tam olarak göremesem de gözlerim dolmuştu. Ahmet Bey ve Şirin Hanımla konuştuktan sonra en önde bir kez daha izlemek için trene bindik. Ve bu sefer izlediğimde, gözleri tek dolan kişinin ben olmadığımı fark ettim. Beş oyuncunun da, oynarken gözlerindeki yaşları gördüm.

Peki, Ex-Press’i neden mutlaka izlemelisiniz?

Çünkü bu tren benden sana, senden bana, yani insanların arasında gidip gelen bir tren.
Her vagonunda farklı bir hayatı taşımasına rağmen hepimize tanıdık gelen bir tren.
Batı’dan Doğu’ya, Doğu’dan Batı’ya…
Hani hep ötelediğimiz “Öteki”ne giden bir tren.
Hani şu gri şehrin sokaklarında telaşla koşarken, hep kalabalıklar arasında kalıp, kendimize bile yabancılaştığımız bu günlerde, bir istasyonda durup da, bir başkasının hikâyesini dinlemeliyiz belki de…
Ya da tüm bunlar bile ilginizi çekmediyse, her oyuncunun anlattığı hikâyesi değişirken dinlediğimiz ud ve kanun taksimleriyle, kendinize bir müzik ziyafeti çekmeye ne dersiniz?

Ankara Devlet Tiyatrosu, Stüdyo Sahnesi’nde oyun sahnelenmeye devam ediyor.
Umarım treni kaçırmazsınız.

www.devtiyatro.gov.tr/web/oyunlar/oyun0906.html

 
Toplam blog
: 73
: 5913
Kayıt tarihi
: 06.09.06
 
 

Yılın en uzun gecesinde doğmuşum. Bu yüzden midir bilinmez ruhlarımızın özgür kaldığı geceleri se..