Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ekim '09

 
Kategori
Güncel
 

Bu vatan kimin?

Bu vatan kimin?
 

dünyayı bombalıyoruz.


Çevrenizde bulunan insanlara, ”Bu vatan bize kimlerden kaldı?” diye basit bir soru sorsak:

Yanıt çoğu kez “Atalarımızdan miras kaldı” şeklinde olur. Hatta sorumuza “Bu vatan toprağın kara bağrında, sıra dağlar gibi duranlarındır.” dizeleriyle yanıt verenler de olur.

Oysa bu topraklar ne atalarımızdan bize miras kalmıştır, ne de toprağın kara bağrında sıra dağlar gibi yatanlarındır.

Bu toprakların gerçek tapusu hiç kimseye verilmemiştir. Bu topraklar gelecek nesillerimizin topraklarıdır. Her nesil bir sonraki neslin emaneti olarak bu toprakları işletiriz.

Bu bilinç doğrultusunda gelecek nesillerin emaneti olan bu toprakları gerçek sahiplerine devredebilmek için Atalarımız; gözlerini kırpmadan kanlarını, canlarını feda etmişlerdir. Onları yücelten de bu tutumlarıdır.

(Ama o zaman ne için şehit oldular, bu gün ne için şehit oldular? Çok farkı var iki dönemin şehitlik anlayışı arasında.)

Anadolu insanının affetmediği şeylerden birisi emanete hıyanettir. Çünkü emanet kutsaldır. Bu İslam inancının en yüce kuralıdır. Ecdadımız bu kurala sahip çıkarak devleti cihanşümul devlet haline getirmişler.

Oysa mirasın o kadar kutsal olduğu söylenemez. Hatta dünya malına önem vermenin yine Anadolu kültüründe hoş karşılanmadığı bilinmektedir. Adı üstünde miras… O yüzden gelecek nesillere miras değil, yaşanacak temiz (hem fiziki hem insani) bir dünya bırakmak en önemli görevimizdir.

Dünyada bu emanete sahip çıkmayan toplumlar, -bizim toplumumuz başta olmak üzere- genellikle doğu toplumlarıdır. Bir genelleme daha yaparsak ne hazindir ki İslam’la şereflenen toplumlar bu emanete yeterince sahip çıkamıyorlar.

Bir düşünelim!..

-Çoluk çocuğumuza sahip çıkabiliyor, onları yeterince eğitebiliyor muyuz?

-Çevremize, doğaya yeterince sahip çıkabiliyor muyuz?

Anadolu topraklarında oluşmuş bin yıllık tecrübelere sahip çıkabiliyor, onları anlamaya çalışıyor muyuz?

Atasözlerimizin ortaya çıkardığı tecrübeleri hayatımıza uyguluyor muyuz?

Türkülerimize, destanlarımıza sahip çıkıyor, onları yaşamak için gayret ediyor muyuz?

Hepsine koskoca bir hayyyııırrrr.

Bunun sosyolojik nedenlerini irdelemek bana düşmez, bu uzmanlık konusu olup bu konuda ukalalık yapmak istemiyorum. Ama bana göre birkaç sebep saymadan geçemeyeceğim. Bunun baş sebeplerinden biri inançlarımızı saf ve duru bir şekilde öğrenmiyor, geleneksel bir inanç (hurafelerle dolu) sistemi geliştirememiş olmamızdır.

İkincisi, içimizde aşırı ayrışmalar meydana getirip düşman kabileler ortaya çıkarmamızdır.

Dolayısıyla herkesin üzerinde hemfikir olacağı, inançla sahip çıkacağı ortak doğruları bulmak mümkün olamıyor. Düşmanın malı, canı, namusu onun düşmanına helaldir(!) mantığı ortalığı kasıp kavurmakta; bunun sonucunda enerjimiz, değerlerimiz, maddi ve manevi dünyamız bundan son derece hasar görmektedir. Böyle olunca da Batılı zenginler (emperyal güçler) bu zaafımızı çok iyi kullanıyorlar.

Doğu toplumlarının bu kısır yaşam tarzları onların batılı ülkelerin oyuncağı haline gelmelerine neden oluyor. Batı, gelecek nesillerine daha temiz ve bereketli bir yaşam ortamı bırakmak için pis işlerini üçüncü dünya ülkelerine kanalize ediyor.

Biz biliyoruz ki “kâinat boşluk kabul etmez”. Boşluk mutlaka doldurulur. Aynı şekilde “süt tenceresinin kapağını açık bırakırsan kedinin insafına kalmış olursun.” Bu çağda insaflı toplum bulmak mümkün olmasa gerek!

Ülkemizde bir yandan çevrenin AB’ye uyumundan söz ediliyor, diğer yandan da AB’nin kendi sınırlarının dışına çıkarttığı kimya sanayi, bizim de içinde bulunduğumuz ülkelere kaydırılıyor. Bizim çevre standartlarımız AB seviyesine çıkartılırsa, bu kez kimya sanayi (maliyetleri düşürmek için) çevre standartları daha düşük olan ülkelere doğru kaydırılacaktır.

Endüstrisi gelişmiş ülkeler (kısaca emperyalistler) enerji-çevre-ekonomi planlamasını oluştururken, yoğun enerji veya çevresel etkileri fazla olan endüstri dallarını kendi ülkelerinin dışına çıkarttıklarını bilinmektedir. Böylece kendi gelecek nesillerine yaşanılır bir çevre bırakmaya özen göstermektedirler. Bu anlayışın sonucu denizlerimizden variller çıkmakta, asbestli gemiler Türkiye’de dökülmekte, zengin ülkelere kod pantolonlar ülkemizde üretilmekte (kanserojen boyaların ülkemizde atılması), vs.

Uzmanların verdiği bilgilere göre, yılda 2.6 milyon ton tehlikeli atık üretilmektedir. Bu atıklardan ancak 100 bin tonu bir şekilde zararsız hale getirilmekte geri kalan 2.5 milyon ton tehlikeli atığın ne olduğu bilinmemektedir.

Tuzla’da ortaya çıkan variller, devasa büyüklükteki atığın yanında cüce kalmaktadırlar. Asıl ürkütücü olan 2.5 milyon ton atık nerelere bırakılıyor? Elbette bizim gibi Doğu ve Müslüman ülkelerine.

Bu atıkların yeraltına enjekte edildiğini, derelere verildiğini, denize ve toprağa karıştırıldığını bu ülkenin yetkilileri bal gibi biliyorlar!

Küresel ısınma sonucu, giderek temiz su sorunun artacağı ortadayken, ileri günlerde yaşamsal öneme sahip olacak yeraltı sularımızın kirletilmesi emanete hıyanet değilse nedir?

Batı emperyalizmi neden kendi emekçilerini işsiz bırakma pahasına; kimya, çimento, niteliksiz demir-çelik, otomotiv vb sanayi dallarını kendi ülkelerinin dışına kaydırıyor? Peki onlar kaydırıyorlar da bu mübarekler niye kayıyorlar?

Neden kendileri nükleer enerjiyi ileriki enerji seçeneklerinin içerisine koymazlarken, bize dayatıyorlar? Hala kış uykusuna (!) yatmaya devam edecek miyiz?

Hadi onlar bunu yapıyorlar, gelecek nesillerinin daha iyi bir yaşam sürmesi adına.

Peki, bizim yöneticilerimiz, planlamacılarımız kimler için uğraşıyorlar? Belediyelerin birinci görevi çevreyi korumak değil mi? Niye çere mühendisi yetiştiriyoruz?

Biz emperyalistlerin pis işlerini yapmak zorunda mıyız?

Zehirli kimyasalların karıştırıldığı topraklarımız, yeraltı sularımız, denizlerimiz bu vatanın bir parçası değil midir? Biz çocuklarımızın bize bıraktığı emaneti kirleterek mi geri vereceğiz?

Bizden sonrası tufan olsun mantığını (aslında mantıksızlığını) ne zaman terk edeceğiz? Gelecek nesillerimizi birazcık da olsa düşünmeyecek miyiz? Yoksa lanetli bir şekilde mi göçüp gideceğiz?

Vatan; kurduyla, kuşuyla, böceğiyle, çiçeğiyle, çimeniyle, havasıyla, suyuyla, kültürüyle bir bütün olarak kutsaldır.

Ve bu vatanı gerçek sahiplerine, yani torunlarımıza tertemiz bir şekilde bırakmak; hem atalarımıza, hem de torunlarımıza karşı bizim görevimizdir. Doğa, yanlışlarımızın cezasını bizlere çektiriyor. Tarih de bu görevi ve sorumluluğu yerine getirmeyen insancıkları lanetleyecektir. Uyanalım ve vatanımıza sahip çıkalı. Çıkmayanları uyandıralım. Bunun üzerine sorumuzu tekrarlarsak;

Sahi bu vatan kimin?

İsmet YALÇINKAYA

Final Dershanesi

Kimya Öğretmeni

 
Toplam blog
: 137
: 1557
Kayıt tarihi
: 23.06.08
 
 

1963 yılı Trabzon Of doğumluyu. Emekli Öğretmenim Eğitimle ilgili konulara ilgim uzun yıllar önce..