Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Şubat '12

 
Kategori
Deneme
 

Bu yaşamak mı?

Bu yaşamak mı?
 

Sayın Merve Ballı, yaşadığından derin kuşku duyuyor ve “Gerçekten yaşıyor muyuz?” diye soruyor…

Nefes aldığımız sürece yaşıyoruz ; ona kuşku yok... Tabii, yaşadığımız hayatın niteliği önemli. Yaşamak var... yaşamak var. Her zaman önümüzde, düşünü kurduğumuz ideal bir yaşam vardır; bir de "reel", önümüzde olan yaşam... Çoğu kez bu ikisini karıştırıp ,depresyona düşüyoruz. Robot gibi görevlerimizi yapıyor ve o görevlere "erdem" denmesini istiyoruz. Ama günlük tik taklarımızı  şöyle-böyle  yaparken; onun ötesinde çok değişik, olağanüstü hayatların olabileceğini ve bizim bu hayatlardan çok uzak olduğumuzu. Öyle bir hayatı yaşayamadığımızı düşündüğümüz sürece de mutsuz olacağımızı, tahmin ederiz.

Öte hayatlar ve görülmemiş, yaşanmamış hayatlar… Hem güzeldir; hem de tehlikeli… çünkü çizginin dışına çıktığın zaman nereye gidebileceğini, neler olabileceğini bilemezsin. Derin hayat kırıklıkları seni bekleyebilir.

Her gün, gazetelerden okuyoruz; televizyondan öğreniyoruz… Hayallerinin peşine takılarak evinden kaçmış gitmiş büyük kentlerde mutluluğu aramış genç kızlar… Az mı böyle senaryolar. Özellikle ABD’lerinde, anladığım kadarıyla, çok uzak kentlere gidip macera aramak, iş aramak, yeni bir hayat kurmaya çalışmak senaryolara temel oluşturan ana konulardan biridir. Böyle yazılmış bir sürü senaryo var. Türkiye’de var mı? Herhalde var.. Ama özellikle böyle bir konunun üzerine giden ve belgesel olarak inceleyen bir film herhalde yok… Var da belki  ben bilmiyorum…

“Yaşadığımız Hayat Gerçek mi?” Belki de insanoğlu bu soruyu doğduğundan beri kendi kendine soruyor. “Ben gerçek miyim?  Yaşadığım bu hayat gerçek mi?” Bu soruya verilen cevaplardan biri “Eflatun” tarafından getirilmiş  “Mağara Alegorisi”nde canlanır…

“Şimdi, bilgimizi ve bilgisizliğimizi, şu anlatacaklarımla ölç, Glaukon.

Yer altında bir mağara tasarla. Mağaranın kapısı bol ışıklı bir yola açılıyor, ama mağarada oturan insanların kolları boyunları ve bacakları zincirlerle bağlanmış, sırtları da ışığa çevrilmiş; öyle ki sadece karşılarındaki mağara duvarını görüyorlar, başlarını arkaya çeviremiyorlar, kendilerini bildikleri andan beri de burada böylece oturmaktalar.

Düşün ki sırtlarının arkasındaki ışıklı yoldan bir sürü nesne geçiyor, ışık bu nesneleri mağaranın duvarına yansıtıyor. Şimdi bu adamlar sadece mağaranın duvarına yansıyan hayalleri görebilirler, o hayalleri meydana getiren gerçek nesneleri göremezler, değil mi?

Demek ki bu adamlar birbirleriyle konuşabilselerdi duvarda gördükleri hayallere bir takım adlar vereceklerdi, çünkü bu hayalleri gerçek sanmaktadırlar. Bu adamların gözünde gerçeklik, asıl gerçeklerin duvarda yansıyan hayallerinden ya da gölgelerinden başka bir şey değildir.

Şimdi bu adamlardan birinin zincirlerini çözüp ayağa kalkmasına ve başını asıl gerçekliklere çevirmesine izin verelim. Gözleri bol ışıktan kamaşır ve asıl gerçeklikleri göremezdi, değil mi? Dahası, kamaşan gözlerini yeniden duvara çevirirdi ve duvardaki hayallere rahatlıkla bakardı. Ama gözlerini yavaş yavaş alıştırarak asıl ışığın kaynağına da pekala bakabilirdi. İşte o zaman arkadaşlarıyla gördüğü şeylerin birer hayalden ibaret olduğunu, asıl gerçeklerin şimdi gördükleri olduğunu anlayacaktı.

İşte, sevgili Glaukon, gözümüzle gördüğümüz bu dünya o mağaranın duvarıdır, arkasındaki ışığa bakabilen insan da duyu gözünü akıl gözüne çeviren bilgedir. (Bu yazı, Orhan Hançerlioglu'nun Felsefe Sözlüğü (Remzi Kitabevi, 1994, 9. baskı) s. 335'te geçtiği biçimde aktarılmıştır. )

Yani biz insan olarak aslında gerçekleri değil, mağaranın tepesine vuran ışıkları görüyor ve onları gerçek sanıyoruz… Gerçek başka bir yerdedir.

Bu bir “Görüş tarzı” ; İdealist Görüş, diyoruz. Diğeri ise , “Madde ile temas ettiğinizde onun gerçekliğini duyabiliyor musunuz, işte gerçeklik orada başlar..” diyor. Siz neredesiniz?

Boşverin filozofları… Her zaman kafa karıştırırlar.

Yaşamak… Dünyanın nefesini duymaktır… Çiçeklerin, bir Fransız losyonunun, bir İsviçre çikolatasının ve sevgilinizin saçlarının kokusunu duymaktır. Size basit gelebilir ama bu bazıları için çok zordur… Bazılarının koku alma hissi yoktur bilir misiniz? Evet, bu kadar basit…

Onun için bu güzel dünyayı hala beş duyunuzla kavrayabiliyorsanız; ne mutlu size.. gerisi el yordamıyla ilerleyenlere… Belki onlar da bir gün çevrelerini algılayabilirler. Ama koklamak ve tatmak o kadar temel duygular ki… Onları kaybedenler bilir… Ondan sonrası bir hayaldir ; yaşarsınız ama kokusuz ve tatsız bir dünyada… Öyle bir dünya düşünün!

 

 

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..