Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Şubat '14

 
Kategori
Blog
 

Bu yazıyı, "yeni" blogcularımız okusun.

Bu yazıyı,  "yeni"  blogcularımız okusun.
 

Gazeteciliğin can damarından biri de “Haber alma”dır. “Atlatma” da işin 'Kaymağı' dır. Hele hele o haber, bir tek sende var, diğerlerin hiç birinde yoksa, işte o zaman tadından yenmez.

Bilir misiniz bilmem. İki canciğer  arkadaş, uçakla Tokyo’ya haber için gitmişler. İş bitmiş,  ancak birisi yurda dönmüş  ve haberini, öbüründen evvel  neşretmiş gazetesinde

Neden? O, bileti, gidiş dönüş almış. Diğerine günlerce söylememiş. O gün uçak yokmuş aksilik. Ertesi günü varmış. Telefoto, teleks yok, telsiz yok. N’apsınlar. İşte atlatmış arkadaşını bile bile. Bu misal çok konuşulur basın çevrelerinde.

Şimdilerde böyle şeyler yok. Aman aman, dert de değil.  Ne var? “Kopyala yapıştır” var. Hele hele blogculukta “atlatma” konusu ise hiç  mevzu bile edilmez. Basında da öyle.

                              MERAKLISI İÇİN, BU RESİM, KUŞADASI PAMUCAK'TA ÇEKİLDİ.

Bloğumuzun Muhtarı İlyas da öyle diyor. “İlk başlardaydı hız ve kalite. Şimdi, hevesler suya serili. Olsa da olur, olmasa da” zihniyeti var. Bloglar okunmuyor. Başlarda bir avuç kişi blog’larda maçı kavga dövüş götürürdü.  Maç sırasında ayrı, soyunma odalarında ayrı kavgalar olurdu. Tadından da yenmezdi hani.  Bu, sair günler de sürerdi.  Herkes fırsat kollardı, ”Gözünün üstünde kaşın var” diye.

Şimdi kimse kavga etmiyor. Önüne konulanı yiyor. İdaremiz de haftalık bültenlerinde, çoğunlukla yeni üyelerle sıkı fıkı. Onlara imkan tanıyor. Ön plana çıkarıyor. Onlara imkan tanıyor. Onları onore ediyor, teşvik ediyor.  Okşuyor. Zira, biz eskilerden ağızları yandı. İdareye, demediğimizi bırakmadık. Yoğurdu üfleyerek yiyor. İyi de ediyor. Dokuz bin kişilik kolordu ettik. Hangimizle uğraşacaklar. Dünyada 4. ncü  Milliyet İnternet. Kaldıramazlar, satamazlar, devredemezler. Ömür boyu başlarına geçmiş halka olarak kalacak bu blog.

Yenilere bakıyorum. Akıllı insanlar. “Eskileri” kokluyorlar. Vaktiyle “N’apmışlar” diye. Çaktırmadan  eskilerden ders alıyorlar.  Biz eskileri iyi tanıyorlar. Eskileri,  hiç alışverişleri olmadığı halde “ şıpın” eliyle koymuş gibi buluyorlar.

İşte böyle olmalı. Sessiz ve derinden gidiyor yeniler. İçlerinde  güzel ve oturaklı yazı yazanlar var. “Lay lay lom” kolaycılığına kapılan pek yok

Eskilerden, pek yazan yok. Sanki bir şeylere küs gibiler.  Yıllardır içlerinde cevabını alamadığı soruları var. İdare ile,  belli etmedikleri sorunları var. İdare ketum davranıyor. Blogcu’lara açık pencereleri, “Haftalık bültenleri” oluyor. İdare, irtibatı bu  açık pencereden yürütüp, karşılıklı olarak bu pencereden nefes alıyorlar.

Dokuz bin kişiyiz. Belki de on bin. Bunların on’da  dördü yazıyor. Bir kısmı, ara sıra yazıyor.

Bu baş verip sır vermemek, ketum davranmak, renk vermemek, sadece blog’larda değil. Gazetelerde de öyledir. Oralarda, herkes, birbirine ayak uydurarak, bel kemiğini öyle doğrultmanın yolu bulmuş oluyor böylelikle. En ufak bir zafiyetin, yerine  başka bir adamla doldurulma tehlikesini doğuruyor. Gazetelerde, herkes bilgili, herkes, en iyisi, herkes çok bilir havalarında. Samimi olanlar da  öylesi.

Her gazetede, herkesin bir perde arkasında "alternatifi" var. Bu, Demoklesin kılıcı gibidir. Hep bilinir. Ama, blog'culukta yoktur. Ahmet Ağa  gider, Mehmet ağa gelir. Kaide budur. Ulusal gazetelerden geldiğim için bilirim, oralarda, “usta”lık vardır. Önemlidir. Daha da eskisine “Duayen” denir. Gazeteciler cemiyetinde künyelerinde hep yazılıdır bunlar. Törenlerde, plaket alıp verenlerinde hep bu duayen ve usta  kıstaslarını kullanırlar. “Ustaya saygı” esastır. “Ustaya saygı” günleri tertiplenir.

Sütunlarında birbirinin kafasını gözünü yaranlar, akşamı lokalde yüksek tabureli sandalyelerde karşılıklı kadeh kaldırırken “ Amma da geçirdim ha” diye de birbirlerine övünürler. Onun için onlarda küslük müslük pek olmaz.

Blogcu’ların akşamları iş çıkışı gidecek yerleri var mı? Yok ! Bölge bölge blog gününde, zar zor 25 kişi toplanabiliyoruz  ancak. Yeni üyeler eskilerle tanışıyor. O kadar. Taaa ki, aradan 365 gün geçince, yeni baştan buluşuyorlar.

Yazılacak çok şey var. Kimseyi kırmak istemem. Durum ve hal böyle böyle işte. Yenilerin gayretlerini gördükçe, umudum arttı. Gelecek vaat ediyorlar.

Yeri gelmişken, ara sıcak olarak şunu da sıkıştırmalıyım araya.. Yeniler şu tabirden ne anlar?  Bilenler elini kaldırsın: "  VEFASIZ BOLOG'UN CEFAKAR EMEKÇİLERİ"   Demek oluyor ki, bir tarafta aile bildiğimiz, yazılarımızla bizleri kabul eden bir "vefa" taşımayan, kadir kıymet bilmeyen bir blog teşkilatımız var, yani idaremiz var, öte yandan da durup durup her daim acı çeken, mihnet çeken, zillete uğrayan, dişini tırnağına takan bir blogcu gurubu var.

Bu anılan tabirleri, 6-7 yıldır ben hiç kullanmadım. Kullanılacak reddelere geldim mamafih. Ama, basından geldiğim için, iç prosüdürü biliyorum. Usul ve kaide, basın hayatında durum ve vaziyet budur.  Eşeğin kuyruğu gibidir. Ne kısalır ne uzar. Yani  durumlar, taraflar için ne iyileşir, ne düzelir ne de  yaralı parmağa melhem olur.

Bu ikili  cefa ve vefa örnekleri, abartılmıştır diyorum. "Yenilere " tavsiyem, idareden canınız yansa bile, bu tabirleri kullanmayın. İdaredeki insanlar da, sizin benim gibi insanlar.

 

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..