Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Mayıs '09

 
Kategori
Siyaset
 

Bugün, o günkü gibi 27 Mayıs

Bugün, o günkü gibi 27 Mayıs
 

Bu ülke darbelerden çok çekti. Umarız böyle bir darbe bir daha yaşanmaz !..


Bugün 27 Mayıs, yakın tarihimizin ön önemli dönüm noktalarından biri olan 27 Mayıs ihtilalinin yıldönümü. Ama o günden bugüne, ihtilaller ülkesi olan Türkiye’de, köprünün altından çok sular aktı. Bu ülke çok değişti.

Bilindiği üzere, Türkiye’de ilk temelleri Cumhuriyet döneminde Atatürk’ün emri ile atılan ve hükümet partisinin yanında bir de muhalefet partisi kurulmuştu. Daha sonra oluşan kargaşa ve kavga ortamını önlemek için Atatürk muhalefet partisinin kapatılması emrini veriyor. Bu süreç 1950’ye kadar tek partili olarak geçiyor. Türk siyasi tarihine damgasını vuracak olan 1950'de başlayan çok partili demokratik düzen, yine bu ülkenin Cumhuriyet sonrası karşılaştığı ilk darbe ile tanışacak ve sembolik anlamların ötesinde ülke tarihinde büyük bir kırılmayı da beraberinde getirecektir.

Türk ordusunda bir çok subay.1950 yılında iktidara gelen Adnan Menderes’li Demokrat Parti'nin(DP) Kemalist ve laik rejimi tehdit ettiğini düşünmekteydi ve ‘ülkeyi gitgide bir baskı rejimine ve kardeş kavgasına doğru götürdüğü ve laiklik ilkesine aykırı uygulamalar” yaptığı gerekçelerini ileri sürerek, bunları durdurmak ve bertaraf etmek için Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde, o dönem kurmay albay olan Alparslan Türkeş’in de içinde olduğu bir grup subayın adına “Milli Birlik Komitesi” adını verdikleri bir oluşum, 27 Mayıs 1960 sabahı ülke yönetimine tamamıyla el koydu. Bu, 27 Mayıs Darbesi, 27 Mayıs İhtilali ya da Askeri müdahalesi adı ile 27 Mayıs 1960'ta yapılan ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekleşmiş ilk askerî olarak tarihe geçecektir.

Darbe haberini radyodan anons eden Alparslan Türkeş’in de üyesi olduğu Milli Birlik Komitesi 37 subaydan oluşan bir cunta oluşumuydu ve oluşumun gerçekleştirdiği darbe harekâtı mevcut anayasa ve TBMM'yi feshetti, bütün siyasi faaliyetleri askıya aldı, Cumhurbaşkanı Celâl Bayar, Başbakan Adnan Menderes başta olmak üzere birçok Demokrat Partiliyi de tutuklattı. Ayrıca, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun ve Kore gazisi Tahsin Yazıcı da tutuklananlar arasında bulunuyordu ve topyekun bir Yassıada macerası başlamıştı. İşte o günler cunta yönetiminin 6 nolu tebliğinin ilk maddesinde şöyle denilmişti.

<ı>

<ı>“Türk Ordusu bir kere daha tarihi bir vazife karşısında bulunuyor. Bu vazife; dâhilde memleketi buhran ve felakete sürüklemek isteyen hırslı politikacıların elinden kurtarmaktır”

Milli Birlik Komitesi adlı cunta, artık ülkenin yeni sahibiydi ve yönetimi üstlendi. 3. Ordu Komutanı Orgeneral Ragıp Gümüşpala'nın, eğer darbenin lideri kendisinden daha kıdemli değilse ordusuyla Ankara'ya yürüyüp isyancıları yakalayacağını söylemesi üzerine darbeden haberi olmayan Emekli Orgeneral Cemal Gürsel Milli Birlik Komitesi'nin başına getirildi. Bu darbenin daha sonraki yıllarda meydana gelen askeri darbelerden farkı, Türk Silahlı Kuvvetleri emir komuta zinciri içinde yapılmamış olmasıdır; nitekim dönemin Genelkurmay başkanı da yönetime el koyan askeri güçler tarafından tutuklanmıştır.

İhtilali yapan subaylar iddialı biçimde bu yeni dönemi 'İkinci Cumhuriyet' olarak adlandırıyorlardı. Zira bu tanım o kadar gerçekçi hale getirilmişti ki, devletin bütün organları yeni baştan tasarlanma sürecine girmişti. Ordu fiilen devlet yönetiminin içerisine dahil olmuştu. Öyleki, kendilerini devletin ve bu ülkenin gerek sahipleri olarak gören darbeciler bir tür “üniformalı bir bürokrasi” yaratmışlardı. Hatta, hala etkilerini yaşadığımız anayasamızın bile temeli bu darbede atılmıştır. Bu yeni oluşum “üniformalı bürokrasi” sivil otoriteye tanınan bazı hakları bile istendiğinde geri alabileceğini de ilan etmişti. Bu şu demekti. Devletin egemenliğini ellerine geçiren asker’den izinsiz nefes bile alınmayacaktı. Demokrasi artık yaralanmıştı. Asker her şeyde ve her yerde söz sahibiydi. Artık asker ve ordu siyasetin dışında değil, bizatihi tam içinde hatta siyasetin de üstündeydi.

Devlet organlarının yönetimini elinde tutan asker, siyaseti de denetliyor, gerektiğinde yönlendiriyor. Sivil itaat organlarını da bu zincirin bir parçası olması gerekliliğini de sağladılar. Artık her sözün arkasında yeni devlet anlayışı vardı. Öyleki, bu yeni yönetim, ikinci darbeyi de ordu üzerinde yaptı ve 235’i general olmak üzere 7.200 subayın da emekli edilmesini sağladı. Siviller kadar askerler de tam bir şaşkınlık hatta bir travma yaşıyordu. Çünkü rütbece yüksek olanlar, alt rütbeli askerler tarafından görevden alınıyorlardı.

Askerler 27 Mayıs sabahı, aralarında Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Tarık Zafer Tunaya gibi üniversite hocaları ve hukukçuları askeri bir uçakla Ankara'ya getirmişlerdir. 28 Mayıs günü adına “onar komisyonu” adını verdikleri komisyona Ankara'da iştirak eden Muammer Aksoy, İlhan Arsel ve Bahri Savcı ile birlikte yeni bir anayasa taslağını hazırlamak için çalışmalara başladılar.

27 Mayıs sonrasında Cumhurbaşkanı Celâl Bayar, Başbakan Adnan Menderes, hükümet üyeleri ve aralarında Milli Mücadele'nin önemli komutanlarından Ali Fuat Cebesoy'un da olduğu DP milletvekilleri, parti yöneticileri, asker ve bazı üst düzey kamu görevlileri tutuklanarak Yassıada'ya götürüldü. Burada tutuklulara ağır işkence ve kötü muameleler yapıldığı iddia edildi. İşkence ve kötü muameleler neticesinde Cemil Keleşoğlu ve Namık Gedik'in intihar ettiği ileri sürüldü. Hatta DP avukatlarından Hüsamettin Cindoruk, Namık Gedik'in intiharının dahi şüpheli olduğunu iddia etti:

14 Ekim 1960'ta başlayan Yassıada davaları, 11 ay 1 gün sürdü. 203 gün davalara bakıldı, 872 oturum yapıldı. 19 davaya bakıldı, 1068 tanık dinlendi ve yargılamalar hükmün açıklandığı 15 Eylül 1961 tarihinde son buldu. Sivil ve askerlerden oluşan Yassıada mahkemelerinde yargılanan siyasîler; vatana ihanet, kamu fonlarının kötüye kullanımı, Kırşehir'in ilçe yapılması, meclis iç tüzüğünde yapılan değişiklik, Meclis oturumlarının yayına engel olunması, CHP'nin mallarına el konulması, Tahkikat komisyonu oluşturmak, hakim teminatı ve mahkeme bağımsızlığının ihlali gibi konularla toplam 19 dava açıldı, davalar anayasayı ihlal davasıyla birleştirildi ve bu davalar sonucunda sanıklardan Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan 16 Eylül 1961'de, Adnan Menderes 17 Eylül 1961'de İmralı Adası'nda idam edildi. Bunların dışındakilerin cezaları infaz edilmeyip, hapis cezasına çevrildi.

Cunta’nın yönetime el koyduğu günlerde ardı ardına yayınladığı tebliglerin 13 ve 32 numaralı tebliğlerde bu darbenin yapılış gerekçeleri şöyle yer bulmuştu:
<ı>
“Biz vatandaşları birbirine düşürecek bir kardeş kavgasını önlemek için bu işe giriştik. Milli İnkılâp, hiçbir şahsın, hiçbir zümrenin lehine yapılmış bir hareket değildir. Muhterem halkımızın, köylü ve işçilerimizin demokrasiye kavuşması, hak ve hürriyetinin teminatı, iktisadi kalkınması, ana prensibimizdir. Vatandaşların hususi işlerinde ve her türlü çalışma yerlerinde, kardeşlik duyguları ve huzur içinde bulunmaları esastır.”

Demokrasi adına yapılan bu darbe bu ülkede çok şeyi değiştirdi. Üzerinden neredeyse 50 yıl geçmesine rağmen hala demokrasiye tam anlamıyla geçilemedi. O zaman darbe neden yapıldı ? Gerçekten yapılması gerekli miydi ? Halen tartışılıyor. Tartışılmalıdır da !..

../..

 
Toplam blog
: 671
: 2572
Kayıt tarihi
: 26.06.06
 
 

Anadan doğma bir İzmirliyim ve bu şehirli olmaktan gurur duyuyorum.. Hem bu şehirde doğmuş, hem b..