Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Nisan '10

 
Kategori
Güncel
 

Bugün 24 Nisan, nasıl üzülmez insan!... (II) / ''Türkiye Defteri''

Bugün 24 Nisan, nasıl üzülmez insan!... (II) / ''Türkiye Defteri''
 

Meds Yeghern' nin 100. yılında... Ezberlerin disinda!...


Soğuk savaşın bittiği ve Sovyetlerin yıkıldığı günlerden bu yana, gene kanlar akıtılıyor bu topraklarda ve son görüntülerden ortaya çıkan durumlar gösteriyor ki, bu ülkede hiçbir şey, artık eskisi gibi olmayacak!... 

Belki de, biraz daha fazlasıyla, belki de bu yüzden gerçek tarihi , çok daha iyi ve net bir şekilde okumaya ve de anlamaya çalışıp, bundan sonra bu ülkenin çocuklarının başlarına gelecek olası tehlikelere karşı, siyasal, kültürel birikimimizin ve insani, askeri ve ekonomik tüm gücümüzün yettiği kadarıyla, görece bağımsızlığımızı korumaya çalışmaktan başka bir şey de yapma şansımız pek fazla kalmıyor!... 

İsmet Paşa'nın şu beylik sözünden, yani, '' Bir memlekette, namuslular, namussuzlar kadar cesur olmadıkça, o memlekette kurtuluş yoktur!..'' sözünden feyz alıp, ancak kimsenin anlayıp fakat düzeltmek için pek ciddi bir çaba sarfetmediği ya da sarf ettirilmediği bir ülkede, en iyimser ifadeyle, kısa bir zamansal süreçte ekonomik ve siyasal bağımsızlık da söz konusu olamayacak!... Ancak, bu ''Yeni Dünya Düzeni'' ne karşıt bir düzenin filizleri doğmaya başlarsa ki bu doğal bir olasılık; ancak o zaman biz de o gün, varolan hakiki dinamiklerimizle ki, o da bir olasılık; o cephede ve bu coğrafyada oluşacak bir dengede, varlığımızı daha bağımsızca sürdürebiliriz!... Bu süreç artık elli yıl mı sürer, yoksa yüz yıl mı sürer, onu da bizim kestirmemiz henüz olası değil!... 

Şimdi, şu başımıza sarmallanmaya çalışılan, o eski'' Şark Meselesi'' nin içinden ( biraz da bizim o günkü siyasal irademiz dışında) çıkıp bu günlere gelen ya da getirtilen ''Ermeni Sorunu'', yeni gelen her nisan ayında bizim beylik politikalarımızı biraz daha kıskaça alarak, büyümeye devam ediyor!... Nasıl ki, bu coğrafyada yaşayan Kürtler, Sevr öncesi günlerde olduğu gibi, ''Büyük Kürdistan'' hayallerini adım adım uyguluyorlarsa, o küçük Ermenistan'ın aydınları da, kendi deyişleriyle , Batı Ermenistan'la, yani bizim cumhuriyetle birlikte, ''Doğu Anadolu Bölgesi'' dediğimiz coğrafyayla, kendilerince haklı olarak birleşip(!), ''Büyük Ermenistan'' kurma hayallerini, siyasi arenada, somut bir mücadeleyle sürdürmeye çalışıyorlar!... 

Şimdi biraz , onsekizinci yüzyılın sonlarına dönerek, yukarlara doğru ilerlemeye başlayalım... 

Avrupa'nın siyasal gündemine Osmanlı İmparatorluğu'nun paylaşılması sorunu, daha onsekizinci yüzyılda düşmeye başlamıştı!... İmparatorluğun Mısır vilayetini, Britanya'nın Hindistan ve diğer sömürgelere gidişini engellemek için, işgal eden Fransız kuvvetlerinin başındaki Napeleon Bonapart' da Avrupa'nın diğer siyasi önderleri gibi, ''İstanbul kimin olacak?...'' sorusunu o yıllarda rahatlıkla sorabiliyordu!... 

Fransızları Mısır'dan çıkarmak için Osmanlı kuvvetleriyle birlikte Mısır'a gelmiş olan Rumelideki Arnavut birliklerinin yöneticisi, Puyanlı Hasan Paşa'nın tayfası olan ve kumandan yardımcısı olarak Mısır'a gelen, asker ve tütün simsarı ve de ümmi, Kavalalı Mehmet Ali Ağa, marifetleriyle Fransızlara karşı başarılı olmuş, Arnavut askerlerinin başı olmuş, serçeşme rutbesiyle Mısır'da kalmış ve tarihin bir cilvesi olarak da, marifet ve meziyetleriyle birlikte Mısır valiliğine kadar yükselebilmişti!... 

Fransa ve İngiltere açısından gerek toprakları ve gerekse dünya sömürgelerine ulaşımı sağlaması açısından stratejik öneme sahip olan Mısır'da, bir zaman sonra ordaki Memluk beylerini cinayetle tasfiye edecek, Fransa ve İngiltere'nin desteklediği isyancı Vahhabilere karşı Mekke'yi feth ederek (!) İslam dünyasındaki imajını büyütecek, Mısır'ın ve bölgedeki İslam coğrafyasının, halifeye sadık, tek hakimi olacaktı!... Bu hakimiyet, Osmanlı'nın çöküşünü de geciktirmiş, ancak doğal bir çelişki olarak da, Osmanlı'nın batı devletlerine karşı olan zaafiyetinin de pekişmesine önemli bir katkı sunmuştu!... 

1839 Tanzimat Fermanı ve 1853 Kırım savaşıyla da, batı finans oligarşisine ilk zoraki borçlanmada da, bu siyasi sürecin önemli katkıları vardır!... 1841 yılında Avrupa'nın da baskısıyla, İstanbul'dan bu kez Hidiv olarak Mısır Valiliği'ni almış, ancak halifeye bağlılığı devam etmiş, ilerki zamanlarda onun torunları da, II.Büyük Savaş sonrasında, General Necip ve ardından Nasır'ın Mısır İhtilaline kadar, İngiliz işbirlikçisi olarak kalmışlardı!... Geleni yüzyılda da, Mekke Emiri Şerif Hüseyin ve oğulları, onun ardından da, Osmanlı halifesinin İslam sapkını olarak nitelendiriği Vahhabiler , gene İngiliz destekli İbn-i Suud Abdülaziz'le Mekke'yi ele geçirip, bu güne kadar batı işbirlikçisi olarak kaldılar, egemenliklerini de batıya verdikleri tavizlerle sürdürdüler!... 

Yani bir zaman sonra Avrupa, Osmanlı imparatorluğunu güçten takattan biraz daha düşürmek için, bir yandan onunla, Mısır ve Süveyş Kanalı' daki çıkarlar için mücadele ederken, Kavalalı Mehmet Ali'nin gücünü, Osmanlıya karşı kullanabilmesine de, dikkatlice izin vermişlerdi!... Ancak biraz daha ileri gidip, Osmanlı'nın parsel parsel yıkımı için, Mora'da başlatılan Yunan isyanında Osmanlı'dan yana, ciddi bir taraf ve güç olmaya başlayınca da, Rusya, Fransa ve İngiltere bir araya gelip, onun gücünü tırpanlamayı da bilmişlerdi!... 

Fransa, İngiltere ve Rusya, kendi hassas siyasi dengeleri içinde, parça parça, parsel parsel, imparatorluk topraklarını kendi, siyasi güç ve egemenlik alanları içine geçirmeye çalışırken, aynı zamanda bu süreci, kendi kişisel çıkarları için de, Panslavist ve milliyetçi hareketleri destekleyen politikaların yanısıra, Balkanlar, Anadolu, Filistin ve Mezepotamya'da, misyonerlik faaliyetlerine ağırlık vererek sürdürmüşlerdi... Hatta uzaklardan, ta Amerika'dan bile misyonerler, Balkanlar ve İstanbul'un yanısıra Anadolu topraklarına ulaşmaya ve medeniyet ve özgürlük adına, kutsal görevlerini yerine getirmeye çalışmışlardı!... 

Öncelikle, petrolün kokusu, demek ki ta oralara kadar ulaşabilmişti!... 

Almanya'da kendi kapitalist yapılanmasını güçlendirmeye çalışıyor ve batının yeni emperyal bir gücü olarak, siyaset sahnesinde yer almaya yavaş yavaş da olsa, başlıyordu!... 1870'li yıllarda, Avrupa'nın kendi içindeki siyasi ve ekonomik kavgalarda, Fransa'yla başedecek ve hatta alt edecek kadar güçlü bir askeri yapılanmaya sahip bir devlet olma yolunda, siyasal birliğini sağlamaya çalışıyordu ve bu yüzden de Avrupada, bir toprak talepleri de yoktu!... Ancak Alman aydınları, ekonomileri kadar güçlü, pragmatist bir vizyona sahipmişler ki, bunlardan iktisat bilimcisi Ruscher daha 1848'li yıllarda, '' Küçük Asya İmparatorluk dağılınca, Almanyanın payına düşecektir!...'' diyordu!... 

Osmanlının Almanya ile olan diyalogları başladığında, Alman aydını Dr.Ernst Jackh şunları açıkça söyleyebiliyordu: 

''Orada, yani Türkiye'de, Anadolu ve Mezepotamya var!... Anadolu, doğan güneş ülkesi!... Mezopotamya ise eski bir cennet!... Bu adlar, bizm için, birer simge olmalıdır!...

Alman basınının o günlerdeki sloganı ise şöyleydi: '' Yeni Dünyaya değil ( Amerika...), Mezopotamya'ya!...

Almanyadaki Pan Cermen'ci gruplarda, Anadolu ve Mezopotamya'ya Alman göçmenlerinini yerleştirilmesi için, ülkede şimdiden yoğun bir propoganda faaliyetleri yürütmeye başlamışlardı!...

Ancak, Alman Dışişleri yöneticileri, Osmanlı yönetimini kuşkulandırmaktan kaçınarak, bu grubun bu siyasi etkinliklerinin hızlarını yavaşlatmaya çalışacaklardı... 

Ve o günkü Mezepotamya, ağırlıklı olarak, Ermeni tebaasının ve müslüman Kürtlerin yaşadığı topraklardı!...

(devam edecek...) 

28.nisan.2010 / Tarabya,  

 
Toplam blog
: 392
: 4592
Kayıt tarihi
: 12.03.07
 
 

İstanbul doğumluyum. Sağlıklı beslenme, yüzme, doğada yürüyüş ve çevre özel ilgi alanlarım. Şiiri ve..