Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Ağustos '18

 
Kategori
Bayramlar
 

Bugün Bayrammış!

Bugün Bayrammış!
 

Hayatımdan bir gün daha bitirdim bugün. 
Bir adım daha yaklaştım büyümeye…
Korkuyorum, bazen büyümekten…
Büyümek buradan çıkıp gitmek demek… 
Bahçeden dışarıya kocaman bir adım atmak,
Ayşe Abla’nın elini bırakıp, tek başına yürümek demek… 
Ayağımı bahçeden dışarı çıkarınca, sanki boşluğa değecek.
 
İşte bunlar, her biten günün ardından yaşadıklarım. Ama bugün farklıydı. Bugün, bayramdı…
 
Eskiden bilmezdim, bayram ne demek. Şimdi biliyorum, öğrendim.
Bayram; hiç tanımadığımız, ama bizi tanıyormuşçasına seven, ablaların, ağabeylerin, teyzelerin bizi ziyarete gelmesi, bizimle birkaç saat geçirmeleri ve yeni insanlarla tanışmak demek. 
 
Ha bir de şekerler! Şekerler avuçlarımda fazlalaşınca daha çok anlıyorum bayramı. Şekerleri seviyorum. Çok tatlılar. Her gelen ağabeyler, ablalar, şekerlerle dolduruyor avuçlarımızı. Ama Ahmet yiyemiyor. Üzülüyorum o zaman. Çünkü Ahmet şeker hastası… Yani şeker yiyince günlerce hastalanıyor. Ahmet bayramlarda bile şeker yiyemiyor. Şeker olmadan bayram olduğunu nasıl anlasın ki Ahmet! 
 
Gelen ablalar, ağabeyler bizi de Ahmet’ i de seviyorlar. Onlar gidince üzülüyoruz. Onlar gidiyor, şekerler kalıyor. O zaman az üzülüyorum. Ama Ahmet’in cebinde şeker de kalmıyor. O hep üzülüyor, ama belli etmiyor.  Üzülme Ahmet, ablalar, ağabeyler gibi şekerler de bir gün bitecek. 
 
Bugün de bayramın üçüncü günüydü. Yine misafirler için görücüye çıkarılmıştık. Niye onlar gelmiyor ki odamıza. Hep salonda bekliyoruz onları. Ben ziyaret salonunu çok sevmiyorum. Soğuk orası. Yer de halı yok, yumuşak koltuklar yok. Masalar, sandalyeler var, çıplak gibi salon. 
 
Bizi ziyarete gelenler bizim misafirlerimizmiş.  Öyle diyor Ayşe Abla. Ama ben görüyorum filmlerde, misafirler böyle yerlerde ağırlanmıyor ki. Yumuşak koltukların, yerde halının olduğu yerlerde ağırlanıyor. Yukarı gelseler misafirler, biz de onlara yaşadığımız yeri göstersek. En sevdiğim oyuncağımı göstersem onlara. Hediye bile ederim oyuncağımı. 
 
Bir de görüyorum filmlerde, misafirler gelince eski fotoğraflara bakıyorlar. Bizimki nasıl misafirlikse böyle! Halı yok, yumuşak koltuk yok, fotoğraf yok! Evet… Fotoğraf yok. Bebekken nasıldım bilmiyorum. Çünkü hiç fotoğrafım yok.   Misafirlere ne göstereceğim ki!
 
Neyse, yine bu salonda ağırladık misafirlerimizi.  Bizi sırayla, 1. kat, 2. kat çocukları olarak ikişer saatliğine salona indirdiler. Bize sıra geldiğinde, salonda kimse yoktu. Öyle korktum ki! Ya kimse gelmezse, kimse bu bayram bizi sevmek istemezse diye. Ya şekerler! Şekerler olmazsa bayram olmaz ki!
 
Arkadaşlarımla oturuyorduk. Bizi sevmeye gelecek misafirlerimizi bekliyorduk. Biraz sonra ziyaret salonunun kapısında birileri olduğunu gördük. Çok heyecanlandım.
 
Aslında hiçbirini tanımıyordum. Ama gelsinler bayramlaşalım istiyordum. Ben bayramlaşmayı çok seviyorum. Sarılıyorlar ya sımsıkı çok hoşuma gidiyor. Ablalar bir güzel kokuyor ki hiç bırakmasınlar istiyorum. Bir de kıyafetlerine bakmayı seviyorum. Ne güzel kıyafetleri var. Çarşıya çıkıp, beğenip alıyor olmalılar. Biz buraya gelen kıyafetleri giyiyoruz. Onlarda güzel oluyor. Ama ben bir gün de, çarşıya çıkıp, mağaza mağaza dolaşıp, kendim beğenip almak istiyorum.
 
Salondan içeri girdiler ağabeyler, ablalar. Hepimiz onlara bakıyorduk. Bir Fatmalar bakmıyordu. Fatmalar hiç sevmezler gelenleri, kızarlar onlara. Seviyormuş gibi yapıp gidiyorlarmış. Öyle ara sıra gelmekle çocuk sevilmezmiş. Bir kere görüp, vicdanlarını rahatlatıyorlarmış. 
 
Vicdan… Ben bilmiyorum vicdan ne demek. Sormadım da Fatma’ya. Çünkü gelen misafirleri seviyorum ben. Onlarla oyun oynuyoruz. Bugün gelenlerle de oynadık.
 
İlk girdiklerinde salona, ne yapacaklarını bilemediler. Sonra kabanlarını çıkardılar. O zaman bir sevindim ki. Kabanlarını çıkaranlar, uzun kalır çünkü. Daha çok oynarız, daha çok sarılırız…
 
Tek tek bayramlaştılar bizimle. Hiç birini tanımıyorduk. Hep gülüyorlardı. Ama yine de gözlerinden bizim için üzüldükleri belliydi. Öyle olunca ben de üzülüyorum. Acımasınlar… Oynayalım, gülelim istiyorum. Nerde olduğumuzu, nasıl bir hayatımız olduğunu, o günlük olsun unutalım istiyorum.
 
Hani parka gelmiş oynuyor gibi. Oyun bitince eve gideceğim. Annem üstümü değiştirecek. Akşam yemeğini hazırlayıp, babamı bekleyeceğiz gibi. Yani, hayatımda hiçbir şey eksik değilmiş gibi, oynamak istiyorum. 
 
Bir süre sonra onlarda alıştı bize. Bizim oyunlarımıza ayak uydurmaya çalışıyorlardı. Çok komikti. Koşamıyorlardı, düşenler oldu. Çok güldük. Sonra el kızartmaca oynadık. Bu oyunda Nuran’da vardı. Nuran, çok sert vurur. Tüm hayatın acısını çıkarırcasına… 
 
Çok eğlendik. Hem çikolata da verdiler bize. Ahmet hariç tabi… O yine yiyemedi. Oyun oynarken her fırsatta sarıldım ablalara. Bir hoşuma gidiyordu ki. Hele onlarda bana sarılınca sıkı sıkı daha da hoşuma gidiyordu. Çok uzun sürmüyordu sarılmalar. Zaman hiç yetmiyordu. Hamit ağabey kapıdan göründü mü, gitme vakti geldi demekti.
 
Gitmesinler istiyorum. Akşama kadar oynayalım. Sonra da birlikte uyuyalım, sabahta gözümü açınca onları göreyim, gece de korkulu rüya gördüğümde, yanımda olup sarılsınlar “Korkma” desinler istiyorum. Çok mu şey istiyorum? Ama olmuyor, tam onlara, kokularına alışıyoruz. Gidiyorlar. Sonra yeni ablalar geliyor. Onlar da gidiyorlar. 
 
Bu gidişler zor geliyor bana. Nerde olduğumu hatırlıyorum. Sonra Fatmalara hak veriyorum. Haklılar kızmakta! 
 
İki saatte bile alışıyor insan. Giderlerken bir daha bir daha sarılıyorum. Ablaların kokusunu içime dolduruyorum. Onlar gidince az az koklarım diye. Hamit Ağabey saat doldu, diyor çıkarıyor dışarıya. Orada bitiyor her şey.
 
Evlerine gidiyorlar. Aileleri bekliyor. Kalamazlar ki. Benim de ailem var; Ayşe Abla, Hamit Ağabey, Fatma, Ahmet var. Ama aile kavramının içinde kullanamadığım kelimeler de var. Çok sevdiğim iki kelime var mesela;  Anne, baba…  Bu kelimeleri ben sadece evcilik oynarken kullanıyorum. Başka hiç kullanmadım. Filmlerde görmüştüm. Çocuk korkunca, sevinince, şımarınca hep anne ya da baba diye bağırıyor. Ben de böyle bağırmak istiyorum. Avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum. ANNE! BABA! diye. 
 
Burada çok küçük bebekler var. Onlar bile anne, diye ağlamıyorlar. Sanki biliyorlar olmadığını. Öyle boş boş ağlıyorlar. 
 
Gidenlerin ardından hep bakakalıyoruz. Hep üzülüyoruz. Ama Mert daha çok üzülüyor, ağlıyor. Beni de götürün, diye. Mert alışamadı buraya. 
 
Biz de hep söz alıyoruz. Bir daha gelin diye. Ama sözünü tutan az oluyor. Bugün yine dedik.”Bir daha gelin…” Bakalım bunlar sözünü tutacaklar mı?
 
(Kimsesiz çocukların yüreğini okumak istedim. Belki bu bayram sizde çocukların yanında olmak istersiniz.)
 
 
Toplam blog
: 24
: 266
Kayıt tarihi
: 30.11.17
 
 

Basit yaşar biraz yazar...  Yazmayı seviyorum işte... Olay bundan ibaret... ..